Liberal demokrasiye kısa bir mola mı?
Uzun insanlık tarihi boyunca sayısız tecrübelerden sonra olgunlaştırılarak insanlığın ortak paydası haline gelen liberal demokratik model, son yıllarda kelimenin tam anlamıyla bir koma hali yaşıyor.
Son çeyrek yüzyılda kanlı totaliter yapılara karşı zafer kazanarak evrensel değerler açısından adeta bir bahar havası yaşatan liberal demokrasi, ne yazık ki milliyetçilik ve otoriterlik karşısında kalelerini bir bir kaybediyor. Çünkü Donald Trump’ın Amerika’sı başta olmak üzere Avrupa ve diğer ülkelerde öylesine güçlü bir milliyetçi dalga yükseliyor ki, epey bir süredir demokratik değerler anlamında vaatlerini yerine getiremeyen liberal demokrasinin bu dalga karşısında ayakta kalması hayli zor görünüyor.
Öyle anlaşılıyor ki yüzyıllara dayanan itaat ve korku kültürü, teknolojik gelişmelerle birlikte güçlenen milliyetçi ve otoriter dalganın üzerinden adeta sörf yaparak insanlığın zihninde yeni bir hakimiyet alanı oluşturmuş durumda.
***
Yeni dönemi otoriter liderlerin başarısından çok, liberal demokrasinin zaafları üzerinden okumakta yarar var. Çünkü gerek Amerika’da, gerekse Avrupa’da otoriter ve faşist liderlere yönelen büyük kitleler, liberal demokratların bölüşümcü vaatlerinin kendileri için olumsuz sonuçlar ürettiğine inanıyorlar. Yani, göçmenler ve Müslümanlar geliyor ve işlerimizi elimizden alıyor korkusu... Buna demokratların entelektüel züppeliklerini ve küçümsemelerini de eklediğinizde, geniş kitlelerin otoriter liderlere yönelişi daha da anlaşılır hale geliyor.
Hangi perspektiften bakarsak bakalım, kapitalist sistemin yapısal bir krizle karşı karşıya olduğu muhakkak. Her geçen gün artan gelir eşitsizliğinin doğurduğu acılar dindirilmeden, en azından asgariye düşürülmeden kapitalist sistemin ayakta kalması da, liberal demokrasinin kitleler nezdinde güven tazelemesi de pek mümkün gözükmüyor.
İmmanuel Wallerstein son çıkan “Kaos ve belirsizlik” kitabında bu konuda şöyle bir tespitte bulunuyor: “Şu anda çok vahşi ve tatsız bir yolculuk içerisindeyiz. Eğer duyarlı davranabilirsek ilk yapmamız gereken şey ahlaki bir seçim siyasi kararlar neticesinde yapılacak olan net bir analizdir. Ancak her halükarda kapitalizmin tarihsel bir sistem olarak ayakta kalacağı noktayı çoktan aştık.”
Kısacası, güç ve şiddet oyunlarının her geçen gün alan kazandığı bir çağda, hukukun üstünlüğüne dayalı sistem tarifinin çok da fazla bir anlam ifade etmediği tatsız bir durumla karşı karşıyayız. Aslında modern dünya siteminin yaşadığı krizi iki ana eksende tarif etmek gerekiyor. Birincisi; liberal demokratik sistem toplumun alt katmanlarının derdine çare üretmekte yetersiz kaldı. İkincisi; liberal demokrasinin siyasal elitleri dünyanın değişik coğrafyalarındaki darbeler ve diktatörlere karşı yeterince demokratik değerleri savunamadılar.
Mesela Mısır’da halkın iradesi gaspedilerek iktidar yeniden generallerin eline geçerken, seçimle işbaşına gelen siyasetçiler mahkum edilirken liberal demokrasinin elitleri ortadan kayboldular. Aynı şekilde Avrupa’da hoşgörüsüzlüğün, İslamafobyanın yükselişi karşısında yeterince seslerini yükseltemediler. Yani demokratik değerleri ve insan onurunu yalnız bıraktılar.
***
Sonuç olarak, eğer mevcut liberal demokratik sistemin daha berbat otoriter bir sistemle değiştirilmesini, sömürünün ve kutuplaşmanın devamını istemiyorsak adil bölüşümün, insan haklarının ve özgürlüklerin herkes için erişilebilir olduğunu göstermek zorundayız. Aksi taktirde yüzyıllara dayanan bir mücadelenin sonucunda elde edilen demokratik değerlerin ölümünü seyretmek zorunda kalabiliriz.