Liyakat ve hukuk yoksa trenler hep çarpar...
Son olarak Ankara’da yaşanan hızlı tren faciası, doğal olarak konuyla ilgili ciddi eleştirileri de gündeme taşıdı. Bu tür elim kazalar elbette hepimizin yüreğini yakan bir durum. Ama ateşin düştüğü ailelerin yaşadıklarını ve yüreklerindeki yangını tarif etmemiz o kadar kolay değil. Gidenleri geri getirmek mümkün değil ama, en azından doğru dürüst bir hukuki süreç işletilebilir. Telafisi kolay olmamakla birlikte, yargısal süreçlerin hakkaniyetle sonuçlanması bir nebze de olsa ailelerin acılarına çare olabilir.
Ancak son 15 yılda yaşanan tren kazalarıyla ilgili yargısal süreçler konusunda sabıkamız, bize gerçekten yürek burkan bir hikayeyi anlatıyor. Bilindiği gibi 2004 yılında Sakarya’nın Pamukova ilçesinde meydana gelen tren kazasında 37 kişi hayatını kaybetmişti. Son olarak Ankara’daki 9 ölümlü kazadan bir hafta önce de yine Tekirdağ Çorlu’daki tren kazasında 25 insanımızı kaybetmiştik. Ne yazık ki kaybolan hayatları telaffuz etmek, rakamları alt alta toplamak kadar kolay olmuyor.
Yıldıray Oğur, Cumartesi günkü köşesinde, üzerinden tam 14 yıl geçen Pamukova faciasının yargı koridorlarındaki umutsuz serüvenini adım adım anlatarak tam bir araştırmacı gazetecilik örneği sergiledi. Yazının her satırında yargının ve bilirkişi raporlarının yürekler acısı halini gördükçe, ülkemizdeki hukuk sistemi adına endişelenmemek mümkün değil.
Öncelikle bir gerçeği ifade edelim, hiçbir siyasi iktidar, hiçbir yönetim böylesi felaketlerin yaşanmasını istemez. Dolayısıyla, bu tür felaketler üzerinden sadece iktidar eleştirisi yapmak, elbette tek başına meselelerin çözümü için yeterli değildir, ama bu durum hiçbir şekilde iktidarın sorumluluğunu ortadan kaldırmaz.
Böylesi durumlarda fotoğrafın tamamını görerek, daha geniş açılı analizler yapmaya ihtiyaç bulunmaktadır. Bütün bunlar gösteriyor ki, yaşanan hukuk faciaları başımıza gelen yürek yakıcı kazalardan daha dehşet vericidir. Oysa Anayasa’nın 141. Maddesinde, davaların mümkün olan en kısa sürede sonuçlandırılması hükme bağlanmıştır. Yine Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. Maddesinde herkesin kanuni, bağımsız ve tarafsız bir mahkemede makul bir sürede, adil bir şekilde yargılanma hakkı olarak güvenceye alınmıştır. Ama ne yazık ki Pamukova davası, kazadan 14 yıl sonra hala temyizde beklemeye devam ediyor.
Maalesef son yıllarda adalet sistemi konusunda iyi bir sınav vermiyoruz. Hakları ve özgürlükleri teminat altına almakta güven kaybına uğrayan yargı sistemimiz insanların adalete olan güven duygusunu zayıflatmış bulunmaktadır. Haklarını aramakta umutsuzluğa düşen insanlar, hak aramaktan vazgeçerek haksızlığa boyun eğmek durumunda kalmaktadırlar.
Türkiye’nin son yıllardaki en temel meselesi liyakatsizlik ve seviyesizliktir. Siyasetten ekonomiye, eğitimden kültür-sanata, medyadan hukuk sistemine kadar her alanda kalitesizlik problemi ile malul durumdayız. Hiçbir konuda liyakati ve kaliteyi esas alan bir derinleşme sağlayamıyoruz.
Daha kaliteli bir demokrasi, daha adil bir hukuk sistemi ve daha liyakatli bir bürokrasi talep etmek maalesef faydasız bir talep olarak görülmektedir. Vaziyeti idare eden bir hukuk sistemi, görüntüyü kurtaran bir bürokratik yapılanma tercih edilen bir durum haline geldiği için, giderek yönetim zaafına dönüşen arızalar neredeyse kaçınılmaz bir kader olarak telakki edilir hale gelmiştir.
Eğer Türkiye’nin hukuk dahil her konuda itibarlı bir ülke olmasını gerçekten istiyorsak, öncelikle hakkaniyeti ve adaleti esas alan bir hukuk sistemini inşa etmek zorundayız. Güçlü bir hukuk her şeyden önce insanlarımızın haklarını teminat altına alacağı gibi, aynı zamanda Türkiye’nin dünyadaki saygınlığının da teminatı olacaktır.
Unutmayalım ki liyakatin, kalitenin hiçbir anlam ifade etmediği, hukukun düzgün işlemediği bir toplumda trenler yine çarpmaya ve yaralar kanamaya devam edecektir.