Ölümün gözlerinde çiçekler açar mı?

Dünya halinin koşuşturması içinde bazen hayat kimimize cimri davranır, bazen de müziğin ve şiirin cennetine çevirir kalbimizi. Ama bizi hiçbir zaman yalnız bırakmaz yeryüzünün o hiç bitmeyen ölüm ve aşk senfonisi…

Ve aşkın ‘gizli kurban’ ateşi Novalis’in “Geceye övgüler”inde, Hölderlin’in deliliğe çekilen dizelerinde, Beethoven’in 9. Senfonisinde, Mozart’ın 40. Senfonisinde, Itri’nin Mevlevi ayininde ya da Bessie Smith’in ilahi tadındaki blues’larında sonsuza dek yanmaya devam eder.

İlk bakışta her ne kadar bir kafa karışıklığı gibi görünüyor olsa da muhtemelen Ramazan vesilesiyle yaşanan duygu yoğunlaşmasının bir sonucu olarak şu günlerde bir taraftan büyük Alman şairi Novalis’in şiirlerini okurken bir taraftan da Bessie Smith’in blues’larını dinliyorum.

Novalis’in şiirleri öylesine derinden akar ki onun dizeleri gökyüzünün derinliklerinde parıldayan dünyalarla doludur. Ama aynı zamanda ölüme çekilip olağanüstü çiçekler açar dizelerinde…

/Ölüme duyulan özlem

Şimdi ışığa, toprağın kucağına,

Işığın ülkelerinin uzağına,

Neşeli bir yolculuğun işaretleridir

Acının öfkesi ve vahşi darbeleri.

Varıyoruz küçük bir kayıkla hızla

Cennetin kıyılarına.

Övgüler olsun sana, ey sonsuz gece,

Övgüler sana, sonsuz uyku./

Herman Hesse’nin, Novalis’in ölümle olan büyülü ilişkisini anlatan şu ifadeleri anlamlıdır: “Hölderlin ve Nietzsche, yaşam artık kendileri için olanaksızlaştığında, deliliğe çekilirken, Novalis ölüme çekilir; ancak bu, kendini dehaya çok sık ve zorla benimseten, intihar biçiminde bir ölüm değildir; Novalis, bilerek kendini içinden yakar.” (Geceye Övgüler, s.13)

O büyülü sesinden şarkılarını her zaman hüzünle dinlediğim Bessie Smith’le Novalis arasında sanatsal anlamda bir bağlantı kurmak niyetinde değilim elbette. Ama tam da Novalis şiirleri okurken neden zihnimde Bessie Smith dinleme arzusunun uyandığına da bir cevap bulmak durumundayım. Galiba bir cevabı var; bilindiği gibi Bessie Smith, Amerika’da ırk ayrımcılığının zirve yaptığı yıllarda beyaz bir hastaneye götürülmüş, siyahları tedavi etmeyi reddeden bu beyaz hastanenin merdivenlerinde kan kaybından ölmüştü.

Ne zaman bu olayı hatırlasam içimde hep fırtınalar kopar, öfke nöbetleri yaşarım, ama ne yapalım ki insanlığın kara sayfalarını değiştirmek için elimizden bir şey gelmiyor. Kim bilir belki şairler ve müzisyenler ölümü ve aşkı ürkütmekten korkan yakın akrabadırlar, belki de Novalis’in “Tanrılar gecenin örtülerine sarındılar. Vahiylerin güçlü rahmiydi gece-Tanrılar oraya geri döndüler-“ dizelerinde olduğu gibi ölüme ve aşka geri dönerler…

Kuşkusuz tarihi sıfırlayıp hayatı yeniden başlatarak acıları yok saymak mümkün değil, ama Bessie Smith gibi bir blues imparatoriçesini sonsuza dek dinlemek mümkün. Hayranları onu dinlerken sanki dinsel bir ayin yaşadıkları hissine kapılırlarmış, blues’in sonunda geldiklerinde ise ‘amin’ diye bağırırlarmış.

Modern ilahilerin şarkıcısı Mahalia Jackson, “Blues yitirilen aşkı, mutluluğu, özgürlüğü ve insan onurunu anlatır” diyor. Muhtemelen Smith’in sesinin sertliğinde ve boğukluğunda gizlenen o derin kederi besleyen de aynı özgürlük ve isyan duygusuydu. Çünkü o yüzyıllarca kölelik altında yaşamış bir halkın şarkılarını söylemiş ama şarkılarına tek bir melankoli gölgesi düşürmeden azametini korumayı başarmıştır.

Louis Amstrong, Bessie Smith’in müziğini ve ruh dünyasını analiz ederken şu ifadeleri kullanıyor: “Şarkı söylemeye başladığında, beni en derin yerimden yakaladı. Bir notayı-sesindeki o emin ifadeyle- çıkarma tarzı, başka hiçbir blues şarkıcısında yoktur. Müzik ruhunun derinliklerindeydi. Her söylediğini hissediyordu. Müziğindeki içtenlik tanrı vergisiydi.” (Joachim E. Berendt, Caz Kitabı, s.95)

YORUMLAR (14)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
14 Yorum