Rasyonalite bayramı güzel ama ‘güven’ için daha fazla demokrasi

Türkiye son beş yıldır ekonomide uygulanan akıl dışı ‘fantezi modeller’ yüzünden çok büyük zaman kaybetti, finansal kaynaklarını çarçur etti ve en önemlisi de bir ülke için hayati bir öneme sahip olan ‘güven’ unsurunu kaybetti.

Dolayısıyla seçim sonrası ekonominin kaptan köşküne Mehmet Şimşek’in gelişi, iç piyasalarda ve dış dünyada rasyonaliteye dönüşün en önemli adımı olarak değerlendirildi. Siyasi iktidar açısından gerçekten de önemli bir başlangıçtı, ancak Şimşek’in ilk günlerdeki adımları biraz ürkekçe olduğu için sanki değişen hiçbir şey olmayacakmış gibi negatif bir algı oluşmaya başlamıştı.

Neyse ki son cesur faiz artırımı dikkatlerin yeniden Şimşek’e çevrilmesini sağladı, doğrusu iyi de oldu… Şimdi ekonomi dünyası “Bir dakika, galiba ekonomide pozitif bir şeyler oluyor” şeklinde bir yaklaşımı da dillendirmeye başlıyor. Eğer rasyonalite yerel seçim öncesi popülizmine kurban edilmezse, gerçekten de gelecek için bir umut ışığı doğabilir…

Açıkçası özellikle son üç yıldaki politik zikzaklar dikkate alındığında, yeniden popülist siyasete dönülmeyeceğinin bir garantisi yok. Zira biliyoruz ki geçmişte Naci Ağbal’la faiz politikasında atılan makul adımlar "faiz sebep enflasyon sonuç" tezi ve "nass"lı politikalarla akamete uğramış ve Türkiye kelimenin tam anlamıyla ekonomik bir akıl tutulmasına mahkum olmuştu. Ayrıca geçmişte faiz arttıran Merkez Bankası başkanlarının "dış güçler"in içerideki aparatı olarak suçlandığını da unutmayalım.

Ancak yine unutmamak gerekiyor ki içeride ve dış dünyada Türkiye konusunda ‘güven’ havasının oluşabilmesi için sadece ekonomik rasyonaliteye dönmek yeterli olmayabilir. Çünkü son beş yılda öylesine fantastik modeller denendi ki birazcık olsun ekonomi-demokrasi hafızasına sahip hiçbir ciddi dış yatırımcı ve demokratik ülke kolay kolay Türkiye’ye güvenemez.

Maalesef şu anda atılan bütün makul adımlara rağmen, iktidar uzun süredir ekonomi-demokrasi dengesini sağlama konusunda iyi bir sınav vermediği için yolun başında iyi niyetle atılan bütün adımlar hep yarıda kalıyor ve her seferinde geriye dönüp her şeye yeniden başlamak zorunda kalıyoruz.

Yaşadığımız bütün dramatik tecrübelere rağmen, görmek istemediğimiz gerçek şu ki ‘güçler ayrılığı’ ve denge-denetleme prensibine dayalı gerçek anlamda demokrasi olmadan, yargı bağımsızlığını sağlamadan, AİHM kararlarına rağmen muhalif isimlerin hapiste tutulmaya devam edildiği bir Türkiye’de ekonominin düzlüğe çıkması da rasyonel politikaların sürdürülebilir olması da ne yazık ki mümkün değildir.

Kısa vadede belki ekonomide geçici de olsa bir bahar havası yaşanabilir, bir seçim almaya yetecek kadar parasal rahatlama da sağlanabilir. Ama bilelim ki Türkiye bir mevsimlik baharlarla yetinecek bir ülke değil. Kesinlikle beşeri ve ekonomik sermayesini uzun soluklu hedeflere göre ayarlamak zorundadır, dolayısıyla sadece seçim kazanmaya endeskli geçici heveslerle yoluna devam edemez.

Ama ne yazık ki iktidar geçmişte kendi gerçekleştirdiği başarılı icraatlara bile bugün sahip çıkmadığı için demokratikleşme ve kalkınma hikayesini kaybetmiş, bu yüzden de Türkiye günübirlik politikaların anaforunda yön bulmakta zorlanır hale gelmiştir.

Oysa AK Parti iktidarı, 2002 yılında yola çıkarken o günkü Türkiye’nin yaşadığı çaresizliğe dikkat çekmiş ve ülkenin önüne yeni bir vizyon koymuştu. 2002 seçim beyannamesindeki şu ifadeler sanki bize bugün yaşadıklarımızı tarif ediyor gibi…

Ülke, iç ve dış yatırımcılar açısından cazibesini kaybetmiş, bunun sonucunda Türkiye ürkütücü boyutlarda malı ve beşeri sermaye kaybına uğramıştır. İyi yetişmiş nitelikli insanlarımız arasında bile işsizlik had safhaya ulaşmış, yetenekli genç beyinler, geleceklerini yurt dışında aramanın telaşına düşmüşlerdir. Bu umutsuz tablo, 2001 yılının Şubat ayında meydana gelen emsali görülmemiş ekonomik kriz ile zirve noktasına ulaşmıştır.”

Kadere bakın ki AK Parti’nin 2002 yılında yaptığı bu tespitler, bugün kendi iktidarını adeta satırı satırına tarif eder hale gelmiş bulunuyor.

Şimdi AK Parti iktidarının önünde tarihi bir fırsat var; ya kazandığı seçim başarısının ardından Türkiye’yi yeniden ‘hukukun üstünlüğü’ne dayalı bir demokrasi adasına dönüştürme fırsatını kullanacak ya da üç-beş Arap ülkesinin himmetiyle teselli bulmaya ve de antidemokratik dünyanın temsilcileri olan Çin-Rusya ekseninde yalancı hayallerle yetinmek zorunda kalacak.

YORUMLAR (19)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
19 Yorum