Yeni besteciler yetiştiremediğimiz için eskileriyle hava atıyoruz
Hacı Arif Bey’in “Kamer-çehre perî-rû tende cânım” şarkısını Zeki Müren’in o muhteşem yorumuyla dinliyorum:
/kamer çehre peri-rû tende cânım
nigârım, dilberim, ruh-u revânım
enîsim, simberim, yâr-i vefâdar
nigârım, dilberim, ruh-u revânım./
***
Hacı Arif Bey’den Zeki Müren’e uzanan bu derin musiki ırmağında dolaşırken, insan bugün sanatın bütün dallarında olmakla birlikte özellikle musikide yaşadığımız derin yoksulluğu düşünmeden edemiyor.
Türkiye’nin son on yılına baktığımızda bu coğrafyanın kültürünü, ruhunu ve ahengini yansıtan bir tek bestenin bile yapılamamış olması bir ülke için çok trajik bir durumdur.
Neredeyse hayatımızın her alanını sloganlara, ideolojik ahmaklıklara teslim etmiş bulunuyoruz.
Kalite ifade eden hiçbir sanat eserinin değeri kalmadı, şiir, müzik, sinema, tiyatro ve benzeri sanat dalları siyaset ve ideoloji için ne kadar kullanışlıysa o kadar bir anlam ifade ediyor artık...
Günümüz Türkiye’sinde hemen herkes için ‘yerli’ ve ‘milli’ olmak çok önemli. Elbette bu topraklarda yaşayan herkesin ‘milli’ olmasından daha doğal bir şey olamaz. Ancak hemen belirtmek gerekiyor ki, bu değerlerin bugün slogandan öte bir anlam ifade etmiyor oluşu, millilik anlayışımızın sahteciliğini ortaya çıkarmış bulunuyor. Ne kadar yüksek sesle slogan atar, tirollük yaparsanız o kadar yerli ve milli oluyorsunuz. Bir de üzerine Batı düşmanlığı eklerseniz, ekstra milli oluyorsunuz...
Nedense kimse, neden hala Batı dünyasında büyük müzisyenlerin, ressamların, heykeltraşların, büyük sinemacıların çıkmaya devam ettiğini bir türlü akletmek istemiyor. Peki, biz ne yapıyoruz? Bol bol slogan atıp, meydanlarda coşkulu şiirler okuyoruz. Gerçi hiç yoktan bu da iyidir, mazallah şiirlerin, şarkıların haram sayıldığı bir ülke de olabilirdik.
Ne yazık ki şimdi yeni besteciler, sinemacılar, ressamlar, romancılar çıkaramadığımız için sadece geçmişin muhteşem eserleriyle övünüp, kendi kendimize hava atıyoruz.
Kuşkusuz tarihimizde yetiştirdiğimiz büyük sanatçılarımızla övünmek en doğal hakkımız, ama eğer bugün yenilerini yetiştiremiyorsak geleceğimiz hiç olmayacak demektir. Kültür değişimlerini de dikkate aldığımızda belki Hacı Arif Bey gibi büyük dehaları yetiştiremeyiz ama en azından bu toprakların, bu milletin ruh dünyasını nağmeleştiren yeni besteciler yetiştirebilmeliyiz.
Hacı Arif Bey ki Türk musikisinin en büyük bestecilerinden birisidir. Klasik dönem bestecilerinin pek kullanmadığı şarkı formuna yepyeni bir kimlik kazandırmış ve bu alanda yeni bir çığır açmıştır. Belli bir süre klasik formu denedikten sonra başarılı olmadığını anlayınca, doğrudan şarkı besteciliğine yönelmiştir. Hemen her şarkısına yeni bir renk katmış, şarkılarında beste ile güfte arasında tam bir bütünlük oluşturmuştur. Kürdilihicazkar makamını Hacı Arif Bey oluşturmuştur.
***
Uzun süre sarayda musiki dersleri veren Hacı Arif Bey, buradaki öğrencilerinden Çeşm-i Dilber adlı cariyeye gönlünü kaptırmış ve sonra onunla evlenmiştir. İşte bugün dillerden düşmeyen o meşhur şarkı:
/Bakmıyor çeşm-i siyah feryâde
Yetiş ey gamze yetiş imdâde
Gelmiyor hançer-i ebru dâde
Yetiş ay gamze yetiş imdâde/
Hele Çeşm-i Dilber’in kendisini terk ettikten sonraki mısraları var ki yüreklere ok gibi saplanıyor:
/Niçin terk eyleyip gittin a zâlim
Seni sevmek midir bilmem vebâlim
Feda olsun sana bu cân-ü mâlim
Yine görmekliğe yoksa mecâlim
Hayâlindir hayâl-i hasb-ı hâlim/