Dünya beşten büyük mü?

Başlığa çıkarttığım bu cümlenin soru olmayan hali bir süredir Türkiye’nin dünyanın beşten yani BM Güvenlik Konseyi’nin veto yetkisine sahip beş daimi üyesinden daha büyük, daha önemli olduğunu vurgulamak için kullandığı bir slogan. Mesajı dışarıda reform, içeride ise düzene başkaldırı anlamına geliyor. Özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan bunu, eskisi kadar sık ve ısrarla olmasa da, farklı platformlarda dillendiriyor.

Ahlaken bakıldığında dünyanın beşten büyük olduğunun doğru olmadığını söylemek mümkün değil. Dünya gerçekten de beş daimi üyenin tercihlerine teslim olmayacak kadar büyük ve önemli. Ancak siyasetten bakıldığında beş daimi üye de kapladıkları alan, içerdikleri nüfus, sahip oldukları ekonomik potansiyel, özellikle de çıkartabilecekleri sorunlar açısından hafife alınabilecek nitelikte değil. Birinden birinin düğmeye basması hepimizin yok olmasına yol açabilecek mahiyette.

Yine de BM’nin reforma, Güvenlik Konseyi’nin üyelik yapısının, hatta veto yetkisinin kullanım biçiminin değişmesine ihtiyacı var. İkinci Dünya Savaşı sırasında kurgulanan, 1945’de kurulan sistem günümüz gerçekleriyle, güç dengeleriyle örtüşmüyor. Kimilerine göre daimi üyelerin, kimilerine göre de daimi olmayan iki yıllığına seçilen üyelerin sayısının artması ve coğrafi dağılımının daha adil olması gerekiyor.

Konunun uzmanlarıysa Güvenlik Konseyi’ni reform çağrılarının içine çalışma yöntemlerini ve Genel Kurul ile olan ilişkileri de katıp beş başlıkta topluyor. Çoğuna göre de reform mümkün. 1965’de geçici üyelerin sayısının 10’a çıkartılabilmesi zaten buna işaret ediyor. Ayrıca 1992’den bu yana da Genel Sekreterler reform için çaba harcıyor, raporlar hazırlıyor. Son Genel Sekreter Guterres de geçtiğimiz günlerde bir reform çağrısı yaptı.

Daimi üyelerin sayısının arttırılması durumunda Güvenlik Konseyi’ne girmeye en yakın adaylar G4 olarak bilinen Almanya, Brezilya, Hindistan ve Japonya. Adaylıkları samimiyeti kuşkulu olmakla birlikte ABD ve bazı başka daimi üyeler tarafında da destekleniyorlar. Fakat herkesin bu dağılımdan mutlu olduğunu söylemek imkansız. İtalya Almanya yerine AB’yi öneriyor. Brezilya yerine Meksika olsun diyen bir Meksika ve madem Japonya o zaman Kore diyen bir Güney Kore de var.

2018 yılında Dışişleri Bakanlığına bağlı SAM tarafından yayınlanan bir raporda vurgulandığına göre Türkiye ise daimi üyelerin sayısının kendisinin dahil olacağı şekilde arttırılmasını, yeni daimi üyelere veto yetkisi tanınmasa bile siyasi imkanlar sağlanmasını talep ediyor. Öte yandan Türkiye İtalya’nın önderliğindeki BM platformunda Kahve Klübü diye bilinen grubun içinde yer alıyor. Bana kalırsa pozisyonu biraz da yapıcı muğlaklık içeriyor.

Mümkün olabilecek reformlardan biri daimi olmayan üyelerin sayısının 10’dan 2005 yılında Genel Kurul’da önerildiği gibi 20’ye çıkartılması gibi duruyor. Bir başka olasılık da 2009’da İtalya ve Kolombiya tarafından önerilen bazı geçici üyeliklerin diğerlerinden daha kalıcı ve etkili olmasını öngören yaklaşım. En güçlü olasılıksa hem Genel Kurul’daki uzlaşmazlık, hem de BM Şartı’nın 108’inci maddesindeki Güvenlik Konseyi üyelerinin rızası hükmü nedeniyle yakın bir gelecekte hiç bir değişikliğin olmaması.

Değişikliğin bizi de bir şekilde içine alacak biçimde gerçekleşmesi tabii ki iyi olur. Fakat var olan siyasi koşullar, jeopolitik gerilimler altında herhangi bir değişiklik şu sıralarda pek mümkün görünmüyor. Ukrayna savaşı devam ederken, “Batı” Rusya’ya yaptırım uygularken, ABD Çin’i büyümesin, güçlenmesin diye baskı altında tutarken, İtalya Almanya olacağına Fransa üyeliğinde vazgeçsin de AB olsun derken reform çok zor.

Kaldı ki reformun olması halinde dünyanın değişmesi, BM gibi bir ortak güvenlik sistemin Suriye’den Kuzey Kore’ye, Filistin’den Ukrayna’ya tüm sorunlara çare üretebilmesi, devletlerin bin yıllardır benimsedikleri ilkeleri unutup “birimiz hepimiz için” diye düşünemeye başlaması, nerede bir saldırganlık görürlerse oraya müdahalede bulunması, BM Şartı’nın barışçıl çözüm yöntemlerini ve gerekli olduğu takdirde yaptırım önlemlerini devreye sokması anlamına gelmeyecek.

Büyük devletler çıkarlarından fedakarlık etmeyecek, sadece dikkate alınması gereken çıkarların sayısı artacak, Güvenlik Konseyi olasıdır ki eskisinden daha güçlü ve daha sık kilitlenecek. Üstelik her reform biçimi de bizim çıkarlarımızı daha iyi korumayacak. Mesela AB’nin kurum olarak temsil ediliği bir Güvenlik Konseyi GKRY ve Yunanistan’ın veto ve yaptırım hakkına sahip olmasına yol açacak.

Tüm bunlar doğal olarak ne reform çağrısı yapılmasın, ne de reform çabalarının içinde yer alınmasın demek. Bu tür yapılarda değişim olursa genellikle uzun, bazen de sancılı süreçlerin sonucunda oluyor. Değişim olmasa bile sürecin mutlaka içinde olmak, hatta yönetim ve yönlendirme sorumluluğunu üstlenmek, gerçekleşmesi halinde de değişimden maksimum faydayla çıkmak gerekiyor. Yeter ki gerçekçi olalım, retoriğin cazibesine kapılmayalım…

YORUMLAR (2)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
2 Yorum