‘Ortadoğu’da kolaydır ölüm’

Birbiriyle paralel mi, içiçe mi yoksa ilgisiz mi olduğunu tam bir kesinlikle bilemediğimiz çok sayıda gündemin içinde yuvarlanıp durmadayız.

Baktığınız açıya göre değişik yoğunluklu Ortadoğu gerçeklik trajedileri de görebilirsiniz, farklı katmanlardaki inandırıcılıktan yoksun nutuklar da.

Atılan bir golün ardından dalgalanan kalabalıklar da bu dünyada, atılan bir bombanın ardından bir daha kıpırdamamak üzere toprakla buluşan canlar da. Zihnimiz bazan uçurumlara ev sahipliği yapıyor, bazan buzdan bir saraya, bazan da çiçekli bir bahçeye. Kaderin bizi neyle, kimle, hangi düşüncelerle, olaylarla karşılaştırdığına bağlı olarak şekillenen ve sürekli güçlenen ya da zayıflayan bir şey, baktığımız ya da bakmak istediğimiz açıları da oracıkta oluşturuveriyor sanki. Sonrası, al gözüm seyreyle.

Bazan dayanıyoruz, bazan dayanamıyoruz. İnsan sınırlılığı içinde neye ne kadar dayanabileceğimizin ölçülebilen karşılıkları yok henüz. Bazan bir söz tetikliyor kalbi ve insan çekip gidiyor yeryüzünden, bazan da kalp manda derisi gibi bana mısın demiyor. Kendi kalbinin bile sahibi olamayan bir varlık işte insan. Bir var bir yok, bir var bir yok. Alınamayan veya verilemeyen bir nefes. Birden içinizde ölümcül bir işaret veren herhangi bir virüs. Frenine basılamayan bir araç yahut sahip olunamayan bir dil suikastı. Zihnimizin hangi karanlık yahut aydınlık labirentlerinde oturduğu bilinemeyen bazı istek ve düşüncelerin, hangisinin peşine takılıp nerelere gidip nelerle karşılaşacağımız sorusunun cevabını, sizce daha çok tercihler mi oluşturuyor, yoksa zorunluluk düşüncesi mi ağır basıyor?

Yoksa ‘aman bunlar ne ahiret sualleri böyle’ deyip içinde bulunduğunuz günün şıkırtılarına yahut sislerine mi dalıyorsunuz?

Dünyaya ne kadar dalabiliriz?

Dalanlar nasıl uyandırılıyor binyıllardır görmedeyiz. Belki her şey bir düzey sorunudur bayım. Dalmanın, dalmamanın, siyasetin, savaşın, hatanın, affetmenin, öfkenin, kötülüğün bir ‘düzeyi’ olmalı. Düzey dışılık, doza bağlı olarak her şeyin zehire dönüşmesi gibi, önce bilinç bulanıklığını getiriyor, sonrası ne farkeder?

Karpuz kavun sessizce çekilirken, nardan sonra ayvalar da görüldü işte tezgâhlarda. Ağlayan hangisiydi?

Kâbil ne yöne kaçtı?

“Nefse ve onu düzenleyene, sonra da ona hem kötülüğü hem de takvayı ilham edene yemin olsun ki onu arıtan gerçekten felaha ermiştir.” (Şems 7-9)

Allah Adem’i (A.S.) ve oğullarını-kızlarını bu kıvamda yarattı. Fıtratları iki kutuplu tek tek halkedildiler. Adem (A.S) fıtratından gelen “ben” idrakiyle akıl yürütüp cennetin bir yasasını bir kez çiğnediğinde cezası eşiyle birlikte yine tam da fıtratı gibi iyilik ve kötülük dolu olan başka bir diyara sürgün edilmek oldu.

Her ikisi tövbe etti, tövbeleri kabul edildi. Bu kez Kâbil babasının hatasını tekrarladı. İçindeki “ben” idraki taştı, coştu ve sadece bir yasaya itiraz etti. Allah onu; ve itirazı sebebiyle kardeşi Hâbil’i imtihan etti ancak Kâbil kaybetti. Arındıramadığı “ben” ile öfkesinden çılgına dönen Kâbil kardeşini darb etti; Hâbil öldü.

Kâbil hayatında belki ölüm ve öldürmek olgularını henüz yaşamamış, kavramamıştı bile. Kâtilin cezasına razı olmadan kaçtı. Gayri meşru sürgününe kendisi karar verdi. Adem (A.S.) iki oğul kaybetmenin acısıyla kim bilir ne yanmış, ne tutuşmuştur. Kâbil ne yöne kaçtı hep merak ederim.; Doğuya mı, Batıya mı?

İnsan fıtratında yatan aslan olan “ben” yoldan çıktığında yardım etmek için Allah ardı ardına elçiler gönderdi. En son Resul-ü Ekrem (SAV) geldi ve kıyamete kadar “ben” varlığının meşruiyetini teslim, ancak terbiyesini tashih etti. İnsanlar ne mi yaptılar? Doğu’da aslandan korkup “ben” varlığını inkar eden insan oğulları-kızları “biz” dersek kurtuluruz dediler. Fıtrat kanunlarına karşı geldiler. Fıtrat onları mağlup etti. Kâbil’in gönüllü kaçak sürgünü uzun sürdü ve daha da sürecek. Batıdakiler aslanı birkaç yüzyıl önce fark edip çok sevdiler. Üstüne binip fetihlere çıktılar. Ancak aslanı terbiye etmeyi unuttular. Şimdi aslan, o “ben” var olma ideali onları yavaş yavaş yiyip bitiriyor; ama yavaş yavaş…

Müslümanlar ne yaptı derseniz? Son vahyin pırıltısından gözleri kamaşmış olmalı ki (!) karanlıkta duran doğu efsanelerine “ben” idrakleri depreştiğinde batı mitolojilerine sığındılar. Arkalarını Doğuya yaslayıp Batıya sözde bir savaş açtılar. An itibariyle mağlup oldular. Çünkü fıtratın aslanına binmeden neyi terbiye edecektiniz ki? Kâbil şimdi olsa hangi safta olurdu çok merak ediyorum. Sedat Namdar

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.