Üç kuruşluk akıl

Eski bir semtin, doğal olarak eski bir sokağını arşınlamaya çıkmıştım. Kendi hüviyetini korumayı her nasılsa başarabilmiş, nadir bir sokak... Penceresinde, kartpostallarda olduğu gibi iki üç saksı içinde üç beş çiçek olan iki katlı bir evin sokak kapısında “üç kuruşluk aklım vardı, onu da aldılar” diye sızlanan yaşlı bir kadın gördüm.

Bu evde mi oturuyordu yoksa dinlenmek için mi o an oradaydı, belirsizdi.

Aklı gerçekten üç kuruşluk muydu ve onu gerçekten almışlar mıydı? Alanlar kimdi ve hangi yöntemlerle almışlardı? Birisinin üç kuruşluk aklını alıp da ne yapacaklardı?

Yıpranmış bir ayakkabı, kalın çoraplar, kapalı bir şemsiye, kahverengi bir manto, iki beyaz market poşeti, nereye baktığı anlaşılamayan bir çift yorgun göz ve biraz durunca hep aynı şeyi söylediğini farkettiğim bir insan! “Üç kuruşluk aklım vardı onu da aldılar.”

Geçip gidemiyordum.

Bir sokağa bakmak isterken bir insana rastlamıştım.

Havalandırma için penceresi açılmış bir evin yüksek sesli bir televizyonundan haberler akıyordu sokağa.

Suriye için barış görüşmeleri, Amerika’da yükselen protestolar, Avrupa’nın aşırı sağcıları, biber fiyatlarındaki yükseliş, kısa mesafe taksimetre uygulaması, hava ve yol durumu ve şimdi kısa bir ara veriyoruz...

Yaşlı kadının aynı cümleden oluşan nefes alır gibi sızlanmalarını dinlerken kendi aklıma takıldı aklım. Acaba kaç kuruşluk aklım vardı, varsa yerinde miydi? Yoksa çoktan almışlardı da haberim mi yoktu?

Kadın sokağın sessizliğini bozuyordu, bu açıktı.

Açık olmayan şey, sessizliği bozan sözün değeriydi.

Daha yüksek sesle mi bozulmalıydı bu sessizlik, yoksa o cümleyi söylemek yerine susarak, sessizliği sürdürmek mi daha değerliydi?

Kadının adeta mırıldanırcasına biteviye söylediği söz, aklının “vird”i mi olmuştu?

Peki bu şehrin semtlerini niçin ve nasıl sokaksız hâle getirdiğimizi sorabileceğim birine rastlayacak mıydım biraz daha yürüsem?

Yoksa bu da artık kimselerin umursamadığı mesele-i sallagitsin bâbından bir ‘akılsızlık’ nişânesi miydi? Bilemedim.

Hacı Fettah’ın kuru fasulyesi

Efendim, Sultanahmet’te zaman zaman uğradığımız sevimli bir lokanta var. Şef garsonu yaşlı bir adam. Tam bir İstanbul efendisi. Ne zaman uğrasam iltifatkâr bir ifadeyle söze başlıyor: “Yusuf bey, siz dünyanın en büyük gazetecisi olarak...” Ardından konuya giriyor. “SSK ile görüşüp şu benim emeklilik işine bir el atsanız.”

Bu lokantanın bendenize sempatik gelen asıl yanı ise bambaşka: Az ötede, çoktan tarihe kavuşmuş olan Hacı Fettah Lokantası !

***

Yıl 1971... Üniversite sınavlarına giriş kartımı yenilemek üzere İstanbul’dayım. Şehzadebaşı’ndaki Sivas Yurdu’nda bir hemşehrim dedi ki: “Gel seni İstanbul’un en ünlü kuru fasulyecisine götüreyim.”

Kalktık gittik. Gerçekten de nefis bir kuru fasulye! Hemşehrim: “Burada âdettendir bir kap yiyen ikinciyi de yemeden çıkmaz.”

Eh, âdete icâbet gerek. “Hacı efendi, bir kab daha ! “

Seslenmez olaydım. Daha sözümü bitirmeden Hacı efendi okkalı bir küfür savurmasın mı? Afalladım. Yahu bu küfür de neyin nesi? Ee, serde gençlik var. Hemen taarruz... Lâkin, iki kepçe darbesi...

Meğer hemşehrim bana bir muziplik yapmış. Hacı Fettah, ikinci kap yemek isteyen herkese küfürle karşılık verirmiş. İşin sırrı da şu imiş: Müşteri ikinci kap yemekte, ilkinin lezzetini bulamazmış. Bizim Hacı da dillere destan kuru fasulyesinin şöhreti zedelenmesin diye böyle bir yönteme başvurur imiş.

***

Bu olaydan kırk sene kadar sonra Feshâne’deki Sivaslılar Gecesi’ndeyiz. İstanbul’la ilgili hâtırâlar dile getirilmekte. Bendeniz, bu hadiseyi naklettim. Masamızda bulunan yazar Ergun Göze uzun uzun güldü: “Bu muzipliği ben de Sivas mebusu falancaya yaptım. Mebusumuz küfür şokunu atlattıktan sonra dedi ki: “Hacı Fettah’ın hakkı var. Ben iki dönemdir milletvekilliği yapıyorum ama ilkinin tadı bambaşkaydı. Üçüncü dönemde hiç lezzeti kalmayacak herhalde. Bu nedenle adaylığımı koymayacağım.”

Sonra ne olmuş? Mebusumuz üçüncü kez aday olmuş; seçilememiş. Lâkin ilkinin tadı öylesine damağında kalmış ki, Ankara’dan bir türlü ayrılamamış. TBMM civarından bir büro tutmuş; orada yatar kalkar olmuş. Vebâli fitnekârların boynuna, namazda bile bakışları Meclis istikametine kayar imiş.”

Meclis civarında ikamet eden emekli milletvekili dostlarımın hoşgörüsünü umuyorum, efendim.

Merhum Hacı Fettah’a da hakkımı helâl ediyorum. İki kepçelik kuru fasulye hakkımı saklı tutarak.

YUSUF ZİYA ADIDEĞMEZ

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.