Demokrasi standardı gerileyince…

Demokrasi bahsinde 90’lı yılların en çok kullanılan kavramı “asker-sivil bürokrasi”ydi. Millet iradesinin temsilcileri olan seçilmişlerin; yani Meclis’in ve hükümetin üzerinde bir gücü tanımlayan bu ifade hemen her analizin değişmez kavramıydı. Kürt meselesinden dindarların problemlerine, dış politikadan eğitime kadar bütün kritik konularda askerlerin ve onlarla birlikte hareket eden sivil bürokratların -çoğu kez yargı kesimi- son sözü söyleme gücünü tanımlama açısından da kesinlikle doğru bir kavramdı. Siyasi vesayetin en kolay ifade şekliydi…

“Asker-sivil bürokrasi”, AK Parti iktidarının ilk yıllarında biraz daha hüküm sürdü ve şimdilerde “yetmez ama evet” sloganı üzerinden çok eleştiri konusu olan2010 referandumuyla tarihe gömüldü. Bu tarihten sonra, özellikle yüksek yargıdaki denklem bozulduğu için bir anlamda sistemin altın hissesi atanmışların elinden çıktı ve her anlamda çoğunluk seçilmişlerin eline geçti. Çok üzerinde durulmasa da 2010 referandumunun ardından bir nevi “güçlendirilmiş parlamenter sistem” gibi tarif edilecek modele geçilmiş oldu. Bir demokraside mutlaka olması gerektiği gibi seçilmişlerin üzerinde yargısal ve idare denetim yine devam ediyordu ama bu durum görünür ve öngörülebilir hale gelmişti. Sistemin ruhunu kuşatan asker-sivil bürokratik yapının gücü zayıflamıştı çünkü anayasal korunma imkanı kaybolmuştu.

Türkiye o noktada şüphesiz daha iyi bir demokrasiydi. Atanmış seçilmiş dengesi ve güç dağılımı millet iradesinin tabiatına daha uygun bir seviyeye ulaşmıştı. Atanmış ve seçilmişlerin güçleri ve onları denetleyen ünitelerin yetkileri öncelikle anayasayla tanımlanmak zorundadır. Elbette anayasal tanımla birlikte siyasi gelenek, kurumsal kültür, sivil toplum, medya gibi unsurlar da zaruri tamamlayıcılardır ama anayasal teminat tecrübeyle sabit bir gerekliliktir.

Bugün ise denetim fonksiyonu, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’yle neredeyse sıfırlanmış ve pratikte de hükümet sisteminin başındaki ismin takdirine bağlı hale getirilmiştir. Dolayısıyla demokrasimiz de eksiktir. Eksiklik, sadece denetim yoksunluğu yüzünden değil, birçok başka fonksiyonun erimesi ve kurumsal olarak ortadan kaldırılmasından dolayıdır. Denetim yoktur evet ama en başka hukukun üstünlüğü; yani hukuk devleti olma ilkesi de fiilen işlemez haldedir. Basın ve ifade hürriyeti son derece düşük seviyelerdedir. Şeffaflık ve devletin bilgi verme sorumluluğu neredeyse bitmiştir. Bir demokrasiyi muteber kılacak temel girdilerin başında gelen liyakat ve ehliyet prensipleri sistemden dışlanmıştır. Böyle bir sistem gayet tabii ki kendisini denetlettirmekten kaçınacak ve ilk yapacağı şey bu fonksiyonu felç etmek olacaktır. CHS modeli kaleme alınırken en başta denetimin ortadan kaldırılması tesadüf değildi; böyle geniş yetkili bir modelin yürümesi için olmazsa olmaz bir karardı.

Böylelikle, bir dönem asker-sivil bürokrasinin vesayetiyle gerileyen demokrasi bu kez temel prensiplerin diskalifiye edilmesiyle gerileme dönemine girdi. Ve yine böylelikle, demokrasinin vesayet kabul etmeden kendi kendini koruyabilen bir model olma halini bir türlü temin edilemedi.

Hala ısrarla, ülkede demokrasinin çok iyi düzeyde olduğunu ve standartlarının yükseltildiğini söyleyenler -iddia edenler!- olduğu için bu temel gerçekleri hatırlatmak zarureti doğdu.

Demokrasimizin standartları düşüktür ve çok partili hayatın bazı dönemlerinin bile altındadır. Gerileme sadece sistem meselesinden ibaret de değildir. İnsanların zihnindeki yetinme duygusu da gerilemiştir, daha azına rıza gösterir hale gelinmiştir.

YORUMLAR (58)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
58 Yorum