Mevzu bahis olan din ve itikatsa, ahlak teferruat mıdır?
Sırp asıllı Amerikalı fizikçi Nikola Tesla’ya, “O kadar cahilsiniz ki dininiz var diye ahlaka ihtiyacınız kalmadığını sanıyorsunuz” şeklinde çarpıcı bir söz atfedilir. Bize göre bu sözün en çarpıcı tarafı günümüz müslümanlarındaki genel din ve ahlak anlayışını yansıtmasıdır. Kabul etmek gerekir ki genel olarak İslam dünyasında, özel olarak Türkiye sathında din neredeyse bir öfke ideolojisine dönüşmüş durumdadır. Bu durum din bağlamında ahlakın bir nevi teferruat olduğu vehmine yol açmaktadır. Özellikle çeşitli dinî grupların birbirlerine karşı kullandıkları dil-üslup son derece çirkin ve acımasızdır. Gıybet, nemîme, iftira, sû-i zan, yaftalama, karalama, itibar suikastı yapma ve eleştiri adına bel altı vurma gibi tüm rezillikler belki de en çok kendilerini sahih itikadın temsilcileri olarak gören çevrelerde yaygındır. Bu vahim durum dinin öfke ideolojisine dönüştüğü yönündeki tespitimizi maalesef doğrulamaktadır.
Kur’an’da müminlerin ancak ve ancak kardeş oldukları, birbirlerine karşı şefkatli ve merhametli davrandıkları belirtilir. Birçok hadiste ise mümin/müslüman şöyle tarif edilir: Müminler bir vücut gibidir; müminler bir binanın birbirlerini ayakta tutan taşları/tuğlaları gibidir. Mümin müminin kardeşidir. Bu yüzden de mümin mümine zulmetmez; sıkıntılı zamanda mümin kardeşini kendi hâline terk etmez; ona yalan söyleyip aldatmaz ve onu tahkir etmez. Bir kimse kendisi için istediği bir şeyi mümin kardeşi için de istemedikçe gerçek anlamda mümin sayılmaz. Mümin, insanların elinden ve dilinden zarar görmediği kimsedir…
Bütün bu ayetler ve hadislere rağmen din ve sahih itikat adına konuşan insanlar nasıl oluyor da kendilerinden farklı din anlayışına sahip müslümanlar hakkında “sapık, zındık” gibi ölçüsüz sözler söyleyebiliyor ve üstelik bu sözleri söylemekten keyif alabiliyor?! Sosyal medyada sözüm ona “Ehl-i Sünnet” adına paylaşılan “sapık hocalar”la ilgili listeler durumun vahametini göstermeye yetiyor. Hâl-i hazırdaki durum özellikle insanların dindarlıklarını ölçme hususunda kendilerini yetkili gören zümreler ve çevrelerde ahlaksız dindarlığın diz boyu olduğunu gösteriyor. Belli ki bu çevreler kendilerince din ve sahih itikattan dem vurulduğunda ahlakın gereksiz olduğuna inanıyor veya ahlakın sadece cinsellikle ilgili olduğunu zannediyor.
Kendini dindar gören bir kişinin dinî konularda farklı düşünen ve farklı görüşleri benimseyen müslümanlar hakkında gıybet, yalan, iftira gibi her türlü rezileti mubah görmesi ahlaksızlığın yanında tekfirci zihniyete de işaret ediyor. Herkes müminlerin birbirleriyle kardeş olduğunu vurgulayan ayeti de bu minvaldeki onlarca hadisi de gayet iyi bildiği halde bütün bu reziletler sergilenebiliyor. Demek ki bazı çevreler ya müminlerin ahlakıyla ilgili ayetler ve hadisleri sosyal medya mecralarında “günün sözü” kabilinden paylaşmaya yarayan bir şey olarak biliyor ya da haklarında yalan, iftira, gıybet ve nemîmeyi mubah saydığı kimselere müslüman nazarıyla bakmıyor. İşte bu durum hem dinin öfke ideolojisine dönüştüğü tespitini, hem de “ahlaksız dindarlık” tespitini doğruluyor. Ancak kendini dindar gören herkesin yalan, iftira, dedikodu gibi reziletlerin kayıtsız şartsız ahlaksızlık olduğunu, başka bir ifadeyle, ahlakın da ahlaksızlığın da küresel, evrensel ve tarih-üstü olduğunu bilmesi gerekiyor.
Din ve dindarlıkta ahlâkî içeriğin buharlaşması ya da ahlakın yalnızlaşması ve yok olmaya yüz tutması bir yönüyle bütün dünya ve ülke sathında öfke/nefret trendinin giderek yükselmesiyle ilgili bir olgudur. FETÖ, DAEŞ, en-Nusra, Haşdi Şa’bî gibi sözde İslam referanslı terör örgütlerince üretilen şiddet sarmalı da öfke/nefret trendinin tuzu biberi konumundadır. Ahlakın yalnızlaşması diğer bir yönüyle de İslam geleneğinde fıkhın şekilci-kuralcı ilmihal dindarlığına indirgenmesi ve dindarlıkta fetva-takva, kaza-diyanet (kazâî-diyânî) gibi kategorik ayrımlara gidilmesi ile ilgili görünüyor. Bu tür kategorik ayrımlar dinî alanda çift meşruiyet (takva ve fetva meşruiyeti) denebilecek garip bir duruma yol açıyor. Takva meşruiyeti ciddi emek gerektirdiğinden, insanlar çoğunlukla fetva meşruiyetini tercih ediyor. Ancak bu tercih hiyel (kitabına uydurmalar), ıskat, devir gibi örneklerde görüleceği gibi kimi zaman fıkıh adına olmadık kurnazlıklara mahal verebiliyor. Böyle bir fıkıh anlayışından da abdestli namazlı ricalimizin kendi kız çocuklarını ve/veya kız kardeşlerini mirastan men ettikleri halde kendilerini pek dindar ve takvalı görebilmesi gibi sonuçlar çıkabiliyor.
Ne var ki fıkıh denilen şey derin düşünce ve kavrayışı ifade ediyor. Derin kavrayış ise her şeyden önce ahlâkî kaygıyı imliyor. Hâl böyleyken günümüzde fıkıh ve fıkıhçılık şer’î hüküm teknisyenliği zannediliyor. Teknisyenin ürettiği fıkıh ise ancak “Bu caiz mi değil mi?” eksenine sıkıştırılmış bir ilmihal dindarlığını mümkün kılabiliyor. Bu da sonuçta poz ve resim müslümanlığını tevlit ediyor, dolayısıyla İslâm’ın yüksek ahlâkî idealleri maalesef teferruat gibi algılanabiliyor. Bu yüzden, başta kendi şahsım olmak üzere her bir müslümanın dindarlığı ahlakla yoğurması, ahlaklılığın her zaman ve herkese karşı daimî bir sorumluluk olduğunu anlaması ve bu anlayışı acilen hayata taşıması gerekiyor. Aksi halde ideolojik jargonla salt dinden ve sahih itikattan dem vurmanın giderek daha fazla ahlaksız dindarlar ve dindarlıklar üretmesi kaçınılmaz görünüyor.