Balkonumda bir ıtır...

Onunla ilk kez bir çiçekçide karşılaştık. Onca renk ve yeşillik arasında sanki bir köşeye atılmış basit bir saksıya çöp misali sokuluvermişti. Belki de çiçekçi bile onun farkında değildi. Her biri şunca para eden alımlı, afralı tafralı, türlü türlü isimli çiçeğin arasında onun hükmü ne olurdu? Serçe ayağı büyüklüğünde bir yanı hafiften kurumaya tutmuş çebiç bir daldı. Fakat benim içimdeyse tam çocukluğumdan köklenip gelen bir ıtır duygusu vardı. Komşumuz Dudu halamın Vita tenekelerine dikip gülüşüyle daha bir yetiştirdiği ıtırlar kışın içeriye, pencere önüne alınır oradan kar bakışlı sultanlar çıkarılırdı. Hele elinizi yaprağına sürüp de burnunuza götürdüğünüzde o gizemli koku aklınızı başınızdan alır belli ki ‘ıtriyat’ dedikleri ilme taç olurdu. Gerçi Dudu halam ‘hıdır’ diye telaffuz ederdi onu. Itır, hıdır olmakla başka bir maneviyata mı bürünür bilinmez, çocukken kendimi binlerce ıtır saksısı arasında uyurken hayal ederdim. Kadifemsi yapraklarını cılız kollarıma dokundurur kırağı ipeği gümüşlerine gönül düşürürdüm. İşte bizim çebiçe birden yönelivermem belki de bundandı. İçim ona birden ılıyıp aktı.

‘Ne kadar bu’ diye sordum çiçekçiye. Bu deyişimdeki tereddüt çiçekçinin kaşlarına takıldı çünkü fide desen değil çiçek saysan hiç değildi? Esnafların kurnazca ortaya atıverdikleri ‘ver bir şey, ne verirsen o’ demelerine kanmayın. O kadar da değil dedim içimden, ondaki sonucu hayal ederek makul bir parayı tutuşturuverdim adamın eline. Hepten ezip geçemezdim varlığını ya. Emelim ne yapıp edip Dudu halamın ‘hıdır’larına yetişecek bir görkem yaratmaktı. Biraz araştırma yaptım. Ne tür saksıda nasıl toprakla ve hangi sıklıkla su verilerek yetişir bir ıtır. Önce minik boy bir saksı aldım. Bizim çebiçi özenle toprağa gömüp güneşe koydum. İlk birkaç hafta sessiz kaldı. Bir sabah bizimkinin serçe ayağının atmaca ayağına doğru evrildiğini kurumuş gibi gözüken bir tarafının kabuk değiştirip diri dal yeşili koyuluğu kazandığını görünce keyiflendim. Sevgili çebiç dedim sendeki inat kimde var? Az kayadan kayaya sekip az meşeden karaçama zıplayıp durmazsın! Haydi hak ettin biraz da bitki besini serpeyim de geleceğin yokuşundan kolay çık! Bir olup sevinç çadırı kuracağımız günler yakın olsun.

Onunla buluşmamız geçen yılın Mart veya Nisan ayına dek uzanır. Mayısa geldiğimizde Frig horozu misali bizimki ayağa dikilmiş Haziranın başını bulunca saksımı değiştir ben buraya sığmam demeye başlamıştı. Madem öyle sakince, özene bezene, ah Dudu halam hayatta olsaydı da seni görüp gülseydi diye diye değiştirdim saksıyı. Büyükçe bir saksı seçtim ki ileride yerim dar demesin oyuna çağrıldığında. Üstüne bu kez koyun- keçi gübresi koydum. Onun cevabı ışık mavisi çiçeklerle süslenmek oldu. Temmuz gelince sabah güneşini alıp akşam güneşinden kaçacağı bir yer buldum. Eylül bitip de güz yağmurları başlayınca her seferde yağmurda bıraktım. Yağlımsı yaprakları, pençeli boğumlarıyla bir süre daha kendinde tuttu damlaları. Bir baktım hem boydan hem de daldan yükselip genişlemiş ‘hıdır hazretleri’.

Gün geçer, zaman akar. En az haftada bir suyunu veriyor ön balkonun demirlerine bağladığım ipe dallarını sarıyor yukarı gitmesini arzu ediyordum. O ise inadına aşağı sarkmaya sokaktan gelen geçene saçını yaprağını göstermeye meyilliydi. Artık balkonumda bir ıtır vardı ve ona baktıkta geçmişe dalıp hayal olmuş karlı zamanları hatırlıyordum. Geçen hafta meteoroloji arka arkaya kar geliyor bilgisi verince telaşlandım. Bizim hıdır hazretlerini ne yapmalıydım? Mor yonca, diken gülü gibi içeri mi almalı yoksa kışın çenesinde durup sakal uzatmasını mı beklemeliydim. Sağa sola başvurdum. Itırlar -6 dereceye kadar dayanabilirlermiş soğuğa. İstanbul’da ise o dereceye düşmese bile biraz sert geçecekmiş günler. İçeri alsam onun gururu kırılacak dışarda bıraksam bir çebiçten yeşerttiğim düş kan görüp bozulacak. Arada bıraktım hem kendimi hem onu. Bu günleri atlatırsak daha bir gülecekmiş saydım ikimizin de yüzünü.

Dün sabah güneş çıkmış hava kuru ve soğuk ıtırda zerre küskünlük yok bir urga sopası gibi dikilmiş duruyor. Bu çapkınlığı hoşuma gitti. Camı açtım. Yapraklarına dokundum. ‘Beni içeri alsaydın, kar yağsaydı, geçmiş bir daha geri gelmese bile şimdinin umudu bize yeterdi’ diye fısıldadığını duydum. Zaten ondaki o inat olmasaydı çoktan o çiçekçi sergisinde kuruyup çürürdü. Beni beklemesi de sebepsiz değildi. Değil mi Necatigil usta, belli şiirler belli yaşları beklemez sadece bazı çiçekler de bekler bazı yaşları.

YORUMLAR (8)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
8 Yorum