‘Benden senden önce de vardı gün gece’ ya da tersine dünya...*

Devri zamanı fark etmez, şöyle veya böyle eline irili ufaklı bir güç geçiren ilkin etrafına yetmedi dünyaya nizam vermeye çalışır. Dirlik düzen, nizam intizam, uyum denge elbette gereklidir hem şahsi hem de toplumsal yaşam için. Çoğu kere kişi kendi iç dengesi yanında hayat için gerekli uyumu sağlamakta bile zorlanır. Sonunda hemen her şeyin bir uyum kanunu vardır da ona varmak onu bulmak herkesin hüneri sayılmaz. Ne zaman ki gerekli olanın düzeni bozulur, terazi sakatlanır, el hileye, göz oynaklığa, dil, akıl ve mantığın ötesine taşıp mutlak güç ilahiyatına bürünür, dalganın boyu kısalır, horozun sesindeki buğu uçar, insanın iki omzundaki iki niyet meleğinin kalemi şaşar, ekmeğin tuzu kokuverir. Kimileri sen ben davası, kimleri varlık yokluk ilahiyatı, kimileri ölüm kalım meselesi yapar bir vesileyle ele geçirdiği gücü. İnsan unutulur, ölüm yok sayılır, adaletin çiçeği solar. Şairler, en çok onlar görür bu yaprak sararmasını. Bu akıl tutulmasını. İşte o vakit ters ile yüz, aşağı ile yukarı, doğru ile yanlış, haram ile helal, varlık ile yokluk bambaşka bir düzleme çekilir. Bir tür tersinden kurma, hayat verip umut aşılama istencidir başlar.

Ömer Hayyam sadece İslam Uygarlığı’nın değil insanlık aleminin de gıpta ettiği bir ilim adamı ve şairdir. Keskin zekası, uyanık dehası, akletme yöntemindeki mucizevi kıvraklıkla rubai gibi hikmet ile hiçlik, sarhoşluk ile büyük ayıklık, aşk ile düşkünlük arasında gidip gelen, dışarıdan bakıldığında çatlak ve yaralı, derinden bakınca ölümüne sağlam bir şiir türünün adeta kurucusu olur. Hafız nasıl gazel söylemekte uca giderse o da rubaiyi gece ile sabah arasında kalmış gül yaprağı misali terletir. Rubai, düzen fikrine saplanıp da oradan türlü zulümler işleyenlerin karşısına yalınayak çıkma cesaretini gösterir. Sembol ile gerçek arasında ebediyen parlar. Hayyam da ‘Kevserden bahsetmedi’ belki şarabın yıldızına bakarken. Ölümsüzlük iddiası taşıyanlara bir ölüm çiçeğinin dönüşüyle bembeyaz gözüktü.

Her çevirmen zevkine, bilgisine, duyuşuna göre hareket eder. Yahya Kemal, ‘Derdim ki rubaisini nazmetmelisin/ Hayyam onu türkide nasıl söylerse’ mısralarıyla bakışını özetler. Geçtiğimiz yıl Mevlana’nın Mesnevi’sini yüksek enerji yanında çağdaş Türkçe’nin kıvrak ve güncel zevkiyle çeviren Mehmet Çelik, bu yıl Hayyam’ı armağan etti bize. Arapça, Farsça ve Türkçe bilgisini zamanla incelmiş zevkinden süzerek, hemen yanımızda konuşulan bir güzellik olarak sunuverdi. Onu çağdaşımız kıldı. Dünde ve geçmişte var olan insani halleri güncelledi.

Benden senden önce de vardı gün gece

Felek yine dönüyordu kendi gönlünce

Sen pek dikkatlice bas toprağa yine de

Bir güzelin gözbebeğiydi daha önce

Özlü okur, Mehmet Çelik’in toprak ve gözbebeği arasındaki engin duyuruşunu fark eder. Salt ince felsefi düşünüş bakımından değil eşya ile zaman, mekan ile duygu fakat asıl önemlisi fanilik ile süreklilik arasındaki umudu hissedecektir okur. Dileyen bu rubaiyi daha uca götürüp politikanın ipek kılıcıyla sınar. Ruhta bıraktığı nemin huzuruyla mest olur. Bir bilgin olarak Ömer Hayyam, şiirle bilme mümkünlüğünü icat etmiştir, denilebilir.

Hiç kimse yol bulamaz sırlar perdesine

İmkan yok canım bu düzeni bilmesine

Toprağın içine giden bir geçit yok ki

Dinle kısa değil böylesi hiçbir efsane

Öyle ya, güçlünün gösterdiği istikametle şiirin dillendirdiği taraf bir olamaz. Hatta şair bir tarafta da durmaz. Sadece yönlerin sonsuzluğundan söz eder. Dileyen bu rubaideki ‘toprağın içine giden geçitten’ madde olan toprağı değil tam da insanın kendisini anlar. Kısa ile efsane kelimesi arasındaki zıtlığı, hayat ile insan arasına yerleştirir. Bilginin somut soğukluğu değil bilme arzusunun sonsuz hazzından dem vurmuş olur. Yalın çeviri, şiirin üstündeki kültürel yükü hissettirmez. Onun altınını, takısını, zümrütünü, nişanını göstermez.

Aşk, güzellik duygusu, fanilik, felekten şikayet, şarap, her derde şifa bulduklarını iddia eden softalar Ömer Hayyam’ın baş konularıdır. Fakat onun hüneri, zekanın şiirsel bitkisinden ipekliler dokumaktır.

Irmağın kıyısında o yeşermiş olan bitki

Belki melek huylu bir güzelin dudağıdır

Bitkilere bastığın zaman dikkat et ki

Orası belki al yanaklı yarin toprağıdır’

Budha mıdır şimdi bu rubaide yürüyen, seslenen Yunus Emre mi yoksa ‘dün sabah kırlarda dolaştım yoktun’ diyen İlhan Berk mi?

Yazık! Gençlik kitabı okunup gitti

Ömrümüzün taptaze baharı gitti

İsmi gençlik olan o mutluluk kuşu

Ne zaman geldi ne zaman gitti’

Türkiye’nin kendi insanını en çok da gençlerini çiğneyip atma handikapı düşünüldüğünde çok mu zor, bir kez olsun bu tek düze, yüksek naralı, bencil, kötücül akıştan sıyrılıp, şairin seçtiği ters zaviyeden bakmak? Fanilik sadece iyilerin mi kumaşı şu alemde?

*Ömer Hayyam. Rubailer. Çev: Mehmet Çelik. Alfa.

YORUMLAR (1)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
1 Yorum