Beşir Ayvazoğlu; akademiden ileri piyasadan yüksek…
Beşir Ayvazoğlu sadece ‘1924 Bir Fotoğrafın Uzun Hikayesi’ kitabını yazmış olsaydı bile ismini kültür ve edebiyat dünyası içinde ölümsüzleştirirdi. Yetmedi buna hacmiyle bile göz dolduran ‘Peyami’’yi ekleseydi herkesin dönüp bakmak zorunda kalacağı bir kalem olurdu. Fakat yetinmedi Beşir Ayvazoğlu, Ahmet Haşim gibi sarmal olduğu kadar çetinceviz bir şahsiyetin ‘ömrünün ateşlerine’ daldı. Bir kere yola çıkılmıştı ve yol çoktan açılmıştı ya Yahya Kemal gibi bir kültür sütununun biyografik romanını, ansiklopedik sözlüğünü hazırlamaya giriştiğinde kütüphanelerdeki binlerce kitabın yaprakları titredi. Ne oluyordu buyrun size o halde ‘He’nin İki Gözü İki Çeşme - Bir Asaf Halet Çelebi Biyografisi- . Az mı geldi? Evimizin Ressamı Malik Aksel’e ne dersiniz? İlginizi çekmedi mi? Tarık Buğra, Florinalı Nazım, Turgut Cansever kucak açmış bekliyorlar işte. Neleri eksik? Bibliyografyaları mı? Yöntemleri mi? Dipnotları veya dili mi büyüledi sizi? Son yüzyılda bu ülkede başta edebiyat ve şiir olmak üzere olup bitenleri baştan bir kat etmek mi istiyorsunuz? Fikret. Onlarca yıldır yere göğe sığdırılamayan ama hakkında bir türlü tekmil oylumlu bir eser çatılamayan Fikret? İleri geri, bizden sizden, önder bayrak Fikret! Ne yaptı Türkiye’nin kültür sanat entelijansiyası? Akademik camiası? Karstan Çanakkale’ye, Tekirdağ’dan Urfa’ya, Antakya’dan Konya’ya hergün birbirini yiyip duran, o gücün bu pensenin, şu dişin bu kanatın aparatına dönüşmüş, okumasız yazmasız akademya? Ders kitabı mı yaptı Fikret’i? Satır satır okudu mu? Oysa sadece Fikret’i okuyan kişi siyasi tarihten edebiyata, şiirden kültür hayatına, eski İstanbul’dan bugüne pek çok ayrıntıya kavuşmuş olurdu.
Bıkmadı, yorulmadı Beşir Ayvazoğlu, kendisini ilerlettikçe konularını ve yaklaşımlarını da ilerletti. Ataç’ı geçtiğimiz birkaç yıl önce bütün dünyasıyla armağan edince yayın dünyamıza ‘Ataçzadeler’in alnı bile kırışmadı. Bir şey olmuştu çünkü, artık Ayvazoğlu, akademiden ileri piyasadan yüksek bir çizgiye oturmuştu.Bilinir sanılan nice şeyin yanlış, açık sanılan nice konunun örtülü olduğunu göstericermişti bu eserle. Emeği, cehdi, sabrı, feragati ve örneksi mütevazılığıyla Şeyh Galib’in ‘yol açmak’ metaforunu güncellemiş oldu ayrıca. Şeyh Galip demişken, Kuğunun Son Şarkısı’ndan Galip’e çıkan yol yine ona aitti. Yazarlığının başlarında oturtmaya çalıştığı estetik teorisini her seferinde yeniledi, kitap yeni baskılar yaptıkça bağlamını genişletti ve ‘Aşk Estetiği’ni kendi çizgisinin klasiği kıldı. Bir araştırmacı olduğu kadar denemeci, gezgin ve gazeteci olarak ‘Güller Kitabı’, ‘Öteki Canlar’, Kahveniz Nasıl Olsun’ eserleri edebiyat ve kültür hayatımızın yan yollarından, derin ve görkemli ormanlarına yol aldı. Geceleyin İstanbul’un nasıl bir aleme kavuştuğunu dert edindi. Yunus Emre’nin özellikle Cumhuriyet boyunca hangi renkten hangi desene mal edindiğini araştırdı. Çanakkale Savaşları sırasında devlet güdümüyle cepheye götürülen sanatçıların neyi görüp neyi göremediklerini ayrıştırdı. Bakılmadık cepheden baktı bilerek karartılan yüzü aydınlattı.
Her kitap yepyeni bilgiler, ters yüz edilmiş paradigmalar, güncel kaynakçalar fakat asıl önemlisi yazmayı yaşama zevki edinmiş bir şahsiyetin sürprizleriyle gelir. Nitekim Ayvazoğlu, Kemal’i ( Namık Kemal) yazmakla, hacimce az fakat gösterdiği projeksiyonla yepyeni bir iklim yaratmıştı. Bizde değer, değer olarak kabul edilmekten öte, bir kullanma kaynağı diye düşünülmekteydi öteden beri. O sebepten kafalar karışıyor, portreler silikleşip diller dolaşıyordu. Yazara düşen bütün sinir uçlarına dokunmak ve hakikate hizmet etmekti. Bu bağlamda mekanların da hafızası vardı ve biz onlara girdikçe kendi mahremiyetimizin perdelerini de sıyırabilirdik. Bir mekan biyografisi Beyazıt Meydanı, Dersaadetin Kalbi diye işlenmiş, Divanyolu, tarih tak ve tahtının özdeğinden okunmuştu. İstanbul tarihi, Ayvazoğlu’nun nazarıyla katmanlaştı, metin yaşamın cıvıltısıyla donandı.
Beşir Ayvazoğlu’nun okuru olmak, onun çağında yaşamak elbette bir şanstır. Ne var ki Ayvazoğlu’nun dostu, yakını, arkadaşı, yer yer sırdaşı fakat asıl gönül hizalayan içteşi olmak bir övünç olarak kişiye kafidir. Çok yakınında bulunduğunuz pek çok insan sizde zamanla mesafe duygusu yaratır. Beşir Ayvazoğlu engin hoşgörüsü ile bezenmiş zihinsel açıklığı kendi benini kabartmayan özgüveniyle daima yaşama şevki telkin eder. Hasılı o sadece kitaplarıyla değil şahsi varlığıyla da bir insan kaynaktır. Elimde imkan olsaydı Ayvazoğlu’nun ikişer yıllık yazma programlarını öğrenir, elimdeki kaynağı bir ekip kurması ve öyle çalışması kaydıyla kendisine aktarır kendimin de bilinmesini istemezdim. Böyle şahsiyetler can verdikleri her eseri artık cemiyetin direği yaparlar. Gelecek zamanda yazmasını beklediğim Nazım Hikmet kitabı mesela Türkiye’nin alçak basıncına bir nefes olacaktır diye düşünenlerdenim. Kendisine İstanbul Üniversitesi tarafından dün tevdi edilen fahri doktora vesilesiyle üniversitelerin tek başına bir insanın başardığı bunca işi gözönünde tutup yapı ve insan malzemelerini gözden geçirmesine imkan vermesini dilerim.














