Düzen korumacılığın çok uzun mantığı...

Baharın düzeni yine baharla bozulur. Düzmek de bozmak kadar haktır ona. Yazın bereketli saltanatı ise sonbaharı içine çeke çeke son bulur. Sarı bir kirazı hazla dudaklarıyla çeker âdeta yaz sonbahara göz kırparken. Kış ise efendisidir bütün günlerin, içinde saklı renkleri taşıyan ışık gibi beyazıyla örtüp saklamakta üstüne yoktur. Baharın coşkusuna, yazın verimine, güzün hüznüne sürekliliği öğretir kış. Sertliği otoritesinden değil, sakinliğindendir. Çıplak sinesinde sadeliğin sabrı vardır. Coşkulu da olsa, köke, meyveye, başağa da dursa, rüzgarın hışmına uğrayıp yaprak bile dökse, olana yenilmeyip süreklilikteki yeniliği telkin eder anlayana. Dün ile gelecek arasında bir şimdi doğurganlığı yaratır kış. Şimdi tanımsızdır. Tanımsız olan keşfe açık kalır daima.

Tabiatı gözleyip de ona kulak veren kişi hiçbir şeyin görünen şekliyle sonsuz ve tek katmanlı olmadığına iman eder. Bütün mevsimleri atmosfer gibi saran zamanın bilgece çiçeklenişidir şahit olunan. Zaman, dünü hafızaya atarken geleceği gerilimli bir müphemiyete sürükler. Müphemiyet oluşun çekirdeği, şiiridir. Zamanı köhne bir tahta parçası olmaktan çıkarıp her toprakta yeşermeye muktedir kök yapan, her an yenilik ve değişime teşne olmasıdır. Geçmiş zaman değildir. Gelecek hiç değildir. Zaman henüz olmayanın yaratıcı serazatlığıdır.

Ruhumuzu coşturan, bizi aşktan yaşama şevkine, düş yuvarlağından engin denizin maviliğine atan hayat da böyledir. Onun yüz çizgilerini net yakaladığımızda şevki de söner. Tekrar çizmeye çalıştığımızda ilk gördüğümüze bir türlü benzemez. Tam muradına erecekken bitiveren rüyalar gibi yaşamın bilgisi damağımızda kalır. Bir şey somutlanıp avucumuza sığdığında ruhumuz daralır. İnsan olmanın vasfı âdeta sonsuzluk iştiyakındadır. En köpüklü okyanus dalgasına bile ayak bastığımızda önümüzde açılan sonsuzluktan büyük olduğumuzu düşünürüz. Aksi halde okyanus, sesiyle bizi korkutup esir alır. İmgenin somut olandan uçlanıp ömürlü olmasını yoksa nasıl açıklardık?

Zaman durmaz. Oluş kısalmaz. Hayatı düşe kalka yaşayanlar, diş sızısı kadar yarılan şeftaliden yükselen buğulu kokuyu içine çekip de varlıkla yokluğun bir su misali kayıtsızca yanlarından aktığını görenler, dünyada yetişecek bir yer olmadığını da bilirler. Bir süre sonra yokuş çıkmakla inmek birdir onlara. ‘Ne varlığa övünmek ne yokluğa yerinmek’ arasında salınmanın tazeliğini yaşarlar. Ne var ki insanın istikameti yaratıcı olanın döngüsel düzeninden, müphemiyetin salkımlı yıldız kümesinden çıkıp elde ettiğini korumanın telaşına da düşer. Elbette insanın doğasında bir korunma duygusu, hayatın doğal bir koruyucu zarı hep vardır fakat yine hiçbir şey sonsuz güven içinde değildir. Güvenlik endişesi ölüm duygusundan gelir. Güvenliğin sınır aşımı kendisini ruhen ve maddeten korumaktan sıyrılıp ötekini yok etmeye yönelince kötülük çanları çalmaya yüz tutar.

İnsan dışındaki canlılarda içgüdüsel olan bu korku insan aklı ve tecrübesi sayesinde akıl almaz kalelere, sınır tanımaz silahlara dönüşür. Elinde olmayanı hep elinde tutmak isteğinden olacak insan sonunda bir düzen koruyucusu olup çıkar. Canlılar içinde düzen korumayı bir yaratma ve yaşatma disiplini olarak mükemmel şekilde yerine getiren arılar ve karıncalardır. İnsanı hayrete düşüren düzen duyguları her seferinde tekrar görüntüsü taşısa bile işin aslı o değildir. Düzen korumanın esas mantığı rüzgarın görünmeden esmesine benzer. İleri toplumlar ve bilge kişiler düzenlerini göze sokmadan hayat kılarlar. Dem çekince nara atmazlar. Benliklerinin içi sahte havayla şişirilince tanrıcılık oyununa kapılmazlar. Her köşeye bayrak çekmezler.

Korumaya alınan her düzen bir tamamlanmışlık, olgunlaşıp son sınırına ermişlik mantığı taşır. Hayatın ve insanın selameti için artık herkesin elbirliğiyle hareket etmesi, falanca liderin veya falanca kurtarıcının temsil değeri yüksek falanca kurumun sahiplenicisi olması istenir. Hatta bu uğurda can verip emek harcayanlar ödüllendirilir. Kanunlar çıkarılıp kutlamalar yapılır. Bir ağacın yıl yıl gövdesini kalınlaştıra kalınlaştırma yarattığı geleneğin güzelliğinden habersiz bu katlama, bel bağlama ameliyesi kaçınılmaz olarak zihinsel yağlanmayla sonuçlanır. Atalet, kutsama, şişme, genişleyip sabitleşme gün alır. Mit üstüne mit, efsane üstüne efsane üretilir.

Güç toplama demektir aslında, düzen korumanın bir başka adı. İrade kitlesel olduğu kadar olgusal forma kavuşturulur. Kişi kendisini önemsedikçe önemser, sağdan soldan yok etme sinyallerinin gönderildiğini düşünür. Devletler ise dış düşman formülüne yatırım yaparlar. İç dinamiklerini güncel gerçeklerle gözden geçirip insan kaynağı vasıtasıyla desteklemek dururken, sosyolojik katmanlar, çıkar grupları, yoksullar, seçkinler yaratılır. Düzen korumacılığı bir hastalık teşhisi olmaktan çıkarılıp sağlıklı olmanın olmazsa olmaz şartına böylece dönüştürülür. Çenesi açık, her yeme teşne, ali kıran baş kesen korumalar hızla yetiştirilir, bir tehdit algıladıklarında derhal devreye girerek yerine başka bir şey konulamayacağını söylerler. Onlara göre mevcut hem olabileceğin en ileri halidir hem de yetkin ve fedakar kişiler tarafından temsil edilmektedir. Mevcudun hilafına hareket edip de söz alanlar işten anlamamaktan tutun da işbirlikçi, hain olmaya değin farklı sıfatlarla tarif edilirler. Düzen korumanın etkin mantığına göre karşıtını tanımlayarak etkisizleştirmek de düzen korumaya dahildir. İşin trajik tarafı hiçbir düzen koruma mantıkçısı sonsuza kadar hayatta kalamamıştır. Dahası her düzen koruma mantıkçısı devraldığı düzeni değiştirmek, ilerletmek vaadiyle gelerek yapmıştır bunu. Oysa ne baharın huyu değişmiştir ne kışın yakınlığı. Tabiat devletlik taslamadığı gibi zamanın da yaşı yoktur hiç. Değişerek güzel ve daim kalır her şey.

YORUMLAR (2)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
2 Yorum