Acıyı talan etmek...

Ya da acıyı yağmalamak… ya da acıyı taşlamak… ya da acıyı kullanmak... ya da acıyı sömürmek... ya da acıdan nemalanmak... Bırakın azgelişmiş olmayı bizim gibi geri kalmış olan ülkelerin kültürel, toplumsal, ekonomik hatta ahlaki olarak da gelişmemiş olduğu, gelişmemiş bireylerden oluştuğu rahatlıkla söylenebilir… Bu çerçevede yazar ve sanatçılarımızın ve dahi entelektüellerimizin de birey olma bilincinden, kendine, insana, topluma ve hayata eleştirel ve derinlikli bakma yetisinden, çok boyutlu düşünme ve analiz etme becerisinden yoksun olduğu yaşadığımız bu büyük felaketle birlikte bir kez daha görüldü. Bu durum bizim ülkemizde her zaman mevcuttu, ama bu depremle bu gerçeğin yüzümüze vurduğunu, artık üretecek bahanemizin kalmadığını inkâr edemeyecek bir şekilde kabullenmek zorunda kaldık. Şu gerçekle de yüzleştik: Ülkemizde her şeyin kültür, sanat, düşünce ve bilimin ne yazık ki kâr peşinde koşmaktan başka bir şey bilmeyen kapitalizmin ahlakı, hırsı, kültürü ve sanatı ve hatta düşünme, hissetme, hayal etme ve davranma biçimlerini istediği gibi kullanma, yönlendirme ve belirleme manipülatif yeteneğine neredeyse bile isteye boyun eğdiğini, teslim olduğunu da gördük. Sadece ekonomik bakımdan değil, kültür, sanat, düşünme bakımından da gönüllü kölelere dönüştüğümüzü gördük. Kapitalizmin sorgulamadığımız ahlakına sahip olduğumuzu da…

Bütün bunları neye ya da nelere dayanarak mı söylüyorum? Özellikle sanatçılarımızın ve edebiyatçılarımızın orada yaşanan acı ve ıstıraba karşı verdiği kendini bilmez tepkilere dayanarak söylüyorum. Örneğin kapitalizmin hizmetinde olan, ana akım medyanın ve yazarlarının, bu felakette yaşanan acıları sırf kendilerini gösterebilmek, öne çıkarmak, görünür kılmak amacıyla mal bulmuş mağribi gibi davranmış olması, oradaki acıyı ve felaketi ‘sanatlarının’ malzemesi olarak kullanmasından anlıyoruz. Bu tamamıyla iğrenç ve ahlaksızca nemalanma, itibar elde etme (sadece ekonomik çıkar değil aynı zamanda imaj oluşturma çabasıyla lede edilen kültürel kâr da vardır) hırsı yazarlarımızın ve sanatçılarımızın gözünü kör etmiş. Hiçbir etik değeri umursamadan insanlarını acısını hatta ölümlerini bile kendilerine malzeme etmişler. Bunun en iğrenç örneğini her yanından modernlik kisvesine bürünmüş kapitalist kültürün temsilcisi haftalık Oksijen gazetesinde gördük. Yaratıcı olma dolayısıyla kültürel rant elde etme isteği ve hırsının kapitalist ahlakının bir göstergesiydi bu. Hiçbir etik kaygı taşımayan, acıyı malzeme olarak kullanan, ilginç (ve yaratıcı) olma ve dolayısıyla tüketilme arzusuyla yanıp tutuşan bir tavırdır bu ve insana aykırıdır. (Yaratıcı olmakla ilginç olmak arasında olması gerek mesafe günümüzde tamamen kapanmış, sanat ve edebiyat kolayca tüketilme arzusu taşıyan pazarlanan bir etkinliğe dönüşmüştür. Yaratıcılık ilginç olmaya indirgenmiştir. Halbuki ilginçlik sanatın ve edebiyatın en büyük düşmanlarından biridir. Önemli olan sahihlik ve sahiciliktir. Hakikati dile getirmektir. Ki Hakikat günümüzde artık bir kurguya dönüşmüştür. Hakikat kurgulanmaktadır.)

16kr02-osman.jpg

Boyalı Oksijen gazetesinin deprem bölgesinden çekilen fotoğraflar için günümüzün kendinden menkul ve pazarlanmış yazarlarına; Şebnem İşigüzel, Tuna Kiremitçi, Ayfer Tunç, Seray Şahiner, Aslı Perker, İsmail Güzelsoy, Buket Uzuner vs’ye yazdırdığı kısa ‘ağlak’ ve ‘dramatik’ olmaya çalışan kısa yazılar bu yazar olduğu iddiası dayatılan bu isimlerin kapitalizmin pazar koşullarına boyun eğmiş, popüler olma ateşiyle yanıp tutuşan, yazarlık ve şairlik ahlakı ve duruşundan yoksun olduklarını gösterdi. Zaten öyleydiler, ama kendi kazdıkları kuyuya düştüler (bu elbette bir gün olacaktı), maskeleri düştü. Oksijen gazetesi kapitalist kültürün ve duyarlığının ve ahlakının temsilcisidir, bunu reddedeceklerini ya da bundan utanç duyacaklarını sanmıyorum. Ne de olsa sermayedardır. Belirli bir imaj yaratma peşinde koşmaktadır. Ama yazar oldukları iddia edilen bu isimlerin kendinden menkul sanatlarına en acımasız ve duygudan yoksun bir tutumla depremi malzeme etmeleri nasıl açıklanabilir? Belki de acıyı ve duyguları sömürmekle açıklanabilir.. Ne diyeyim, bilmiyorum. Yalnız benim kendi adıma bu durumdan büyük bir utanç duyduğumu, olur ama bu kadarı da olmaz ki dediğimi söylemeliyim. Bu arsızlık karşısından çok öfkelendiğimi de ve büyük bir isyan duygusuna kapıldığımı da.. Zira acı kendi adına konuşabilir… O sanata tercüme edilemez… Acı sanatın malzemesi edilemez... Belki sadece görünebilir kılınır... Sanatsal birkaç cümleyle görünür kılınamaz... Bununla ancak sanatçı kendini kapitalist markette öne çıkarmaya çalışır... Ahlaksızca... Ancak şu olabilir: Sanat acının kendisi olabilir… Acı sanatta kendi diliyle konuşmaz... Sanat acının dilini kendi diline tercüme edemez... Ayrıca sanat acıdan nemalanmaz... Bazen sanatın susması gerekir... Olan biteni sindirmesi gerekir.. (Bu arada Fransız yazar ve düşünür Roland Barthes bazı fotoğrafları ve olayları göstergebilimsel bir yöntemle okuyan yazılar yazmıştı. Ama o bu yazılarda üstü kapatılan ya da görünmez kılınan ve alttan alta kapitalizme hizmet eden gizli mesajları açığa çıkarmaya çalışıyordu. Bu kısa yazılar (hatta notlar) eleştirel bakıştan uzak, sadece fotoğraflarda zaten görülenleri yazıya geçirmekten ibarettir. Herhangi bir eleştirellikten uzak sanatçı kaprisleridirler.)

Bu arada TYS ya da Pen Yazarlar Derneği’nin depremzedeler için bir çalışması var mı bilmiyorum. Ama olması gerekir.

Yaşanan bu olaylar ülkemiz yazar ve sanatçılarının bir türlü kendi merkezlerinin dışına çıkamadığını, dünyaya doğru gözlerle bakamadığını ve pazar koşullarının dışına çıkamadığını, bu son derece insani yaklaşılması gereken felaketi bile kendi PR’larını yapmak için kullandıklarını gösterdiği için sanatımız ve edebiyatımız adına bir kara lekedir. Utanç duyuyorum.

YORUMLAR (18)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
18 Yorum