‘Dünyalıların Geleceği’, sanatın tepkisi

Etkili Fransız antropolog Marc Auge’nın Türkçede en son Eksik Parça yayınlarından bu yıl çıkan kitabına böyle bir isim koymuş. Mesela şöyle demiyor: İnsanların/İnsanlığın Geleceği. Bu şekilde sanırım dünyamızın uzaydaki gezegenlerden biri olduğuna, artık var oluşun merkezinde bulunmadığımıza ve belki de en önemlisi insanların sonsuzluk duygusunun son bulduğuna, bir son duygusunun yaşandığına vurguda bulunmak istiyor. Doğru ya, tarihte ilk defa insan türü yok olma, ya da çok büyük ve elbette akıl almaz bir dönüşüme uğrama tehdidiyle karşı karşıya. Ayrıca başlık dünyanın öyle ya da böyle bir gezegen olduğunu da anıştırıyor. Kültür ve tarihten arınmış bir madde olarak gezegen. Küre. Bu da ‘küreselleşme’ olgusunu çağırıyor, ki dünya/küre teknolojinin insanın ruhsal gelişiminin çok çok ötesinde ilerlemesiyle, bilişim ve bilgisayar/internetle birlikte giderek küçüldü. Küreselleşme asıl olarak Batı ekonomik modeli ile kültürünün küreselleşmesi demek olduğundan Batı’nın kültürü, ekonomisi ve kanılarıyla bütün dünyayı istila ettiği anlamına da geliyor.

Son zamanlarda dünyanın önde gelen eski yeni düşünürleri içinde bulunduğumuz çağın bambaşka, bundan öncekilere hiç benzemeyen, hatta birçok yönüyle onlardan kopan bir çağ olduğunu söyleyerek bu çağa, belki de onu tanımlama/anlama çabasıyla adlandırmaya çalışıyorlar.

Biliyorsunuz, adlandırmak var etmek ve insanileştirmektir. Kimileri Hakikat-Sonrası (Post-Truth) Çağı derken, çoğunluk İnsan-Sonrası (Post-Human) ya da Transhumanism (İnsan-Ötesi) Çağ isimlerini tercih ediyorlar. Burada özellikle vurgulamak istediğim şey, bu düşünürlere göre, insanın eski merkeziyetini hatta ağırlığını yitirdiğini, insanın bildiğimiz insan olmaktan çıkacağını, belki giderek yarı-makine ve hatta sadece makine haline gelerek büyük bir dönüşüme uğrayacağını, alıştığımız insanın yok olacağını ima ediyor olmaları. Böyle bir durumda, çağımızda yaşanan küresel siyasal ve kültürel belirsizliğin şokunu yaşayan insanın kendi geleceği üzerinde düşünmesi ve bu tehdide karşı kendini koruma kaygısıyla tedbir almaya çalışması anlaşılır bir şey. Böyle bir tehdidi en derinden şairlerin ve sanatçıların hissettiğini söylemeye sanırım gerek yok.

Marc Auge’in kitabı Fransa’da ilk olarak 2017 yılında yayımlanıyor. Yani henüz ortada Kovid salgını yok. Yani insan türünün yok olma tehdidini bu kadar derinden hissettiği zamanlardan önce. Ama tabii ki bu tehdit öyle ya da böyle o dönemlerde de hissediliyor. Elbette yazarların bazı gelişmeleri önceden hissedebileceklerini de göz önünde bulundurmak gerek. Kovid salgınının, Auge’nin kitabında ‘küreselleşmeyle birlikte parçalanmanın da olduğunu’ vurguladığı düşünülürse, insanları birbirinden uzaklaştırıp insanların en önemli ihtiyacı ve yaşam imkânı olan ilişkileri kısıtladığı ve hatta insanları paranoyaklaştırdığı, güvensizleştirip kuşkuya ittiği bir dünya yarattığını söylemeliyiz. Ölüm ve ‘son’ her yerde kol gezdi, egemenleşti. Bu aynı zamanda insanların hayatını dönüştürüp gelecek kaygısını yoğunlaştırırken bu duruma karşı direnme çabalarının ortaya çıkmasını da sağladı. Bu direnişin en çok sanattan geleceğini umuyorum. Zaten sanatçı her türlü esintiyi derinden hisseden başka bir varlık olduğundan sancısı ve onma çabası da daha derin olacaktır.

osmanicyazisi-t.jpg

Auge’nin kitabının 12. sayfasında yaptığı şu tespiti de belirtmeden duramam: “Günümüzde artık üç farklı sosyal sınıftan oluşan dünyaya doğru gidiyoruz: muktedirler, tüketiciler ve dışlananlar.” Muktedirler kim hepimiz biliyoruz, tüketiciler olan bitenden habersiz yığınlar. Dışlananlar ise sisteme ayak uyduramayanlar, isyancılar ve elbette sanatçılardır. Sisteme tabi olmamış, bağımsızlığını korumaya çalışan, klasik sanatsal değerlere kıyasıya bağlı kalan hakiki sanatçı sadece dışlanmakla kalmıyor, aynı zamanda güvencesiz bir yaşam sürdüğünden prekaryanın en büyük bileşenlerinden birini de oluşturuyor. Doğası gereği muhalif bir başkaldıran olan sanatçı, sistemin en acımasız yönlerini iliğinde kemiğinde acı içinde hissettiğinden sisteme karşı öfkesi de büyüktür. Ve sistemin dilini ve işleyişini kullanmaması, sistemi afallatacak başka bir dil ve ifade yolları bulması gerektiğini çok iyi bilir. Küresel kapitalizm ve kapitalizmin küresel kültür anlayışı dünyayı istila ettiğinden buna karşı belki bireysel ama sonunda işte yan yana gelebilecekleri bir sanat tavrı ve bilinci geliştirmeleri gerektiğini, yoksa dünya yüzünden silineceklerini bilir. Sanat, sanatçının kendini oyalayıp avutacağı bir meşgale değildir. Tam aksine kendini yorup parçalayacağı, hakiki sözü bulmak için duvarlara çarpacağı bir varoluş biçimidir. Sanatçı, sistemin diyetini/kefaretini ödeyen bir varlık olmayı reddedecek, şenlikli bir direnişle umutlu bir geleceği inatla inşa etmeye çalışacaktır.

Malum, daha önce de söylediğimiz gibi, ‘kafasız bilim’ olarak da tabir edilen teknoloji, insanın ruhsal gelişiminden çok daha hızlı bir şekilde gelişmektedir. Neredeyse artık teknoloji insanın tercihine bağlı olmadan kendi kendine hareket etmekte, kendisini var eden insanı teslim almaktadır. Teknoloji var olmayan aklını yitirmiştir. Bu durumda sanat ile teknolojinin ilişkisi ne olacaktır, sanatın önündeki en temel sorunlardan biri de budur.

İnsan-Sonrası gibi bir ölçüde de gerçek olan bir duruma karşı klasik insanın yanında durması gereken sanat (çünkü makine temas edip duyumsayamaz ama insan yaşamı temastan fışkırır) klasik sanatsal değerleri savunacaktır. Bazen koşmak gerekirken bazen de durmak, mevziini gerekir. Devrim her zaman koşarak yapılmaz, bazen de direnerek, savunarak yapılır. Son zamanlarda Batı’da, Çağdaş Sanat ya da Güncel Sanat olarak adlandırılan sanat tavrı teknolojiye boyun eğmiş, onun olanaklarından yararlanmaya çalışıyor, onunla birlikte var olmak istiyor gibi görünüyor.

Teknoloji bir gerçeklik olduğu kadar aynı zamanda bir kavramdır da. Yani eski tabiriyle mevhum. Sanatla birlikte bu aşamada gerçek düşünürler de teknolojinin bu küresel gelişimine karşı direnmeye, onu analiz etmeye çalışıyor. Dünya çok hızlı, zaman baş döndürücü bir hızla dönüyor. Bu durumda yapılması gereken yavaşlığı savunmaktır. Her yenilik iyi olmayabileceğine göre, yeniliklere karşı bazen mevziiyi korumak gerçek direniştir, gerçek duruştur. Sanatın tekrar elişine dönmesi gerekiyor. Teknolojiden uzak durması gerekiyor. Zira malzeme ve mecra da sanatın içeriğini belirler, anlamını belirler. Kimse söylemek istediğinden başka türlü anlaşılabilecek bir şeyi söylememeli, yapmamalıdır.

Sanatçı da.

YORUMLAR (10)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
10 Yorum