İki duygu çağı yazısı...

BİR İMKÂNLAR İMKÂNI OLARAK YAŞAM: Her karşılaşmanın (hem tesadüfi hem de yazgısaldır karşılaşmalar) yeni bir temas ve dolayısıyla yeni bir ilişkinin imkânı olduğunu söylememiz gerek. Yaşam, ancak bu karşılaşmaları, demek temasları çoğaltarak genişler ve sınırına kadar yaşanabilir. Her yeni karşılaşma, yeni bir ilişki, ilişki de yeni bir yaşam alanı imkânıdır. Şiir, edebiyat ve felsefe ve elbette sanat bize bu yeni karşılaşmalara kendimizi açmamız gerektiğini ima ederler. Şiirle (sanatla) bu karşılaşmaları tanır ve onların yeni imkânları önümüzde açan olaylar olduklarını biliriz. Sanat insanı eğitir ve insanı kendisini yoğurarak yeni biçimlere girmeye, yeni özlere kavuşmaya, en başında da yeni imkânlara açmaya teşvik eder, cesaretlendirir. Sanat der ki, her şey mümkündür. Düşündüğünüz her şey, onları düşünebildiğinize göre, imkânlıdır. Eğer imkânlı olmasalardı düşünülemezlerdi de. Düşünmek keşfetmektir, yani üstü örtülü olanın örtüsünün çekip alınması ve böylelikle yeni bir gerçekliğin açığa çıkarılarak var olan gerçekliğe katılması ve böylece de gerçekliğin genişletilmesidir. Şiir gerçekliğin genişletilmesi ve insanların önüne yeni yaşam imkânlarının açılmasıdır.

Karşılaşma dünyası körlemesine yaşadığımız bir dünyadır. Yani dünya yüzünde körlemesine, önyargısız ve ön tedbirsiz dolaşmayan hiç kimse önceden belirlenemeyen karşılaşmalara maruz kalmaz. Eğer kendimizi önceden sınırlar ve kendimize çok katı, keskin yaşam yolları belirler ve o yalnızca o yollardan yürümeye karar verirsek, karşılaşmalarımızı da sınırlarız. Karşılaşmaların sınırsız ve her daim mümkün olması ancak kendimizi oluşa sonsuza dek açmamızla vuku bulabilir. ‘Duygu Çağı’, böyle bir şeydir işte. Karşılaşmalara bütün varlığımızı açmak. Her şeyin bütün boyutlarıyla bize nüfuz etmesine izin vermek. Böylece şeyler ve hakikat kendisini bizde gerçekleştirecektir. Bizde gerçekleşen yaşamın kendisi olacaktır ve böylece biz de yaşamı gerçekleştirmiş olacağız.

Bütün sanat, en başından, ezelden beri bir konuşma ve ilişki talebidir. Yazan herkes diğerleriyle konuşma, demek ilişki kurma talebinde bulunur. Çünkü yaşam ancak ilişkide gerçekleşir. Özgürlük ilişkide gerçekleşir. Sevgi ve nefret ilişkide gerçekleşir. İlişkinin olmadığı yerde yaşam da yoktur. Yalnızca ‘hiçlik’ vardır. Yaşam durağanlığa, muhafaza etmeye eğilimlidir. Ama hâlbuki yaşam aktif olmakla, eylemde bulunmakla var olur. Eğer eylemde bulunmasaydık yaşam hep aynı kalırdı. Bu da sıkıcı olurdu. Ama rahatımız da yerinde olurdu. Eylemek, çaba göstermek yorucudur, ama işte yaşam ancak eylemekle, demek var etmekle, inşa etmekle gerçekleşir. Yapmak, her zaman için yapmamaktan üstündür. Eylem, her zaman için durağanlıktan iyidir. Çiçekler bile çaba göstererek açarlar. Bütün canlılar didinerek var olurlar. İnsanlar dâhil.

Yaşam spekülatiftir, felsefe de öyle. Sanat ise, özellikle de şiir, gerçekçidir. Ne ise onu söyler. Bizi yeni yaşamlara cesaretlendirir. Ancak sanatla yoğrulmuş olanlar yaşamı tanıyacaktır.

BİZE ANLATILAN HİKÂYEYİ DEĞİŞTİRİP BAŞKA BİR HİKÂYE ANLATACAĞIZ: Şöyle etraflıca derinden düşündünüz mü, dünyayı hiçbir zaman olduğu haliyle, salt o olarak ve çıplak gözle göremediğinizi, ama bize anlatılan hikâyeler dolayımında onu algıladığınızı fark ediyorsunuz. Salt gerçeklikle bizim idrakimiz arasında anlatılan hikâyeler var; yorumlar var, imgeler var, teoriler var. Biz dünyayı kendi yolumuz yordamımızca tanıdığımızı sanırken, aslında bu hikâyelerin bize anlattığı biçimde tanıyoruz. Dünya bize salt gerçeklik ve çıplak olarak görünmüyor. Zaten böyle bir şey de imkânsız. (Tarihin başlangıcından beri imkânsızdı.)

Aslına bakarsanız, gerçeklik diye bir şey yok, o da aslında bir hikâyeden ibaret. Tarih de öyle: Tamamıyle bir hikâye. Bize öyle bir şekilde anlatıyorlar ki biz tarihi o şekilde biliyor ve kabul ediyoruz. Ama bir gün biri çıkar, hikâyeyi değiştirir, farklı bir hikâye anlatır o zaman tarih de gerçeklik de değişir. Dünya artık başka bir şey olur. Bambaşka yepyeni bir dünya olur. Daha önce hiç görmediğimiz, bilmediğimiz bir dünya olur ve bu dünyanın kendine ait koşulları, hakikatleri, imkânları ve sorunları olur.

Örneğin romancılar, örneğin Dostoyevski, bize hep hikâyeler anlatır. Bu hikâyeler aslında gerçekliğin belirli bir yönden görülmesidir. Sonra bu anlatılanlar yorumlar ve gerçeklikler halini alır ve gerçeklikle ilişkimizi bu hikâyeler aracılığıyla kurarız. Ne kadar hikâye varsa o kadar da gerçeklik vardır. Tolstoy, Aristoteles, Heidegger, Platon, Nietzsche bunların anlattıkları aslında hikâyelerdir. Gerçekliği dönüştürürler; aslına bakarsanız ortada dönüştürülecek bir gerçeklik de yoktur; yaptıkları aslında gerçekliği yaratmaktır. Her düşünür her romancı her şair bir gerçeklik yaratır. Biz de o gerçekliğe ya inanır ya da onu reddederiz.

Ama bazıları gerçekliği reddetmek ya da onaylamakla yetinmezler. Kendi hikâyelerini anlatmak isterler. Kendi hikâyelerini anlatarak, var olan hikâyeyi (demek gerçekliği) ilga etmek isterler. (Din de her şey gibi bir hikâyedir.) Her şey hikâyedir. Yeni bir hikâye anlatan kendi anlattığının da yeni de olsa bir hikâye olduğunun bilincindedir. Ama öyle değil mi zaten, gerçeklik yoktur, ama sadece hikâyeler vardır. Gerçeklik bu hikâyeler aracılığıyla var olur. Değişen her hikâyeyle birlikte gerçeklik ve dolayısıyla insan da dönüşür.

Şimdi biz, ‘Duygu Çağı’nda yaşayanlar, bize anlatılan hikâyeyi reddetmek ya da ona boyun eğmekle yetinmiyoruz. Kendi hikâyemizi anlatarak onu dönüştürmek istiyoruz. Değiştirmeye çalıştığımız hikâye bize daha çok Batı tarafından ve kazananların tarafından anlatılan hikâyedir. Biz kaybetmişlerin hikâyesini anlatmak, ona yeniden hayat vermek istiyoruz. Kaybedenlerin de bir hikâyesi vardı ve eğer o hikâye anlatılsaydı kim bilir dünya nasıl farklı bir yer olurdu. Akıl, rasyonalizm, pragmatizm, kapitalizm, para vs. işte şimdi egemen olan bunların topu bir hikâyedir; kendi gerçekliklerini yaratmışlardır. Biz kapitalizmin bir mukadderat olmadığını, aksine kazanmış olanların anlattığı bir hikâye olduğunu biliyoruz. Ve biz bize anlatılan bu hikâyeye göre hayata bakmayı, hayatı öyle yaşamayı istemiyoruz. Duyguyu, ham duyumu savunuyoruz. İlk teması yüceltiyor ve hikâyemizi onun açtığı yollarda kurmayı hedefliyoruz. Bu çabamızda biraz mistisizm de var, içe bakış da var, kabuller de var, ama aynı zamanda ten de var, sonluluk duygusu da var, biyoloji de var. Ve elbette ki insanoğlunun yegâne ışıkları olan edebiyat ve felsefe de var.

Dünya bize anlatıldığı kadar karmaşık ve dolambaçlı değil: Kazananlar ve kaybedenler var. Bir de ne kazanmak ne de kaybetmek, ama doğayla uyum içinde, insanın zaaflarını kabul edip birlikte yaşamak isteyenler var. Biz işte bu çağa ‘Duygu Çağı’ diyoruz.

YORUMLAR (6)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
6 Yorum