Karakter aşınması
Bu son felakete, sadece doğal değil, toplumsal, bireysel ve ahlaki düzlemde yaşanan bu Türkiye’ye özgü felakette, özellikle sonuçlarının vahametine maruz kaldıkça haftalardır aklıma hep şu kavram geliyor, daha doğrusu gelip varlığımı ele geçiriyor: Karakter aşınması. Aslında bu kavram, Richard Sennett’in ülkemizde de yayımlanan ‘Karakter Aşınması’ kitabının ismi. Sennett kitabında kapitalizmin insanı nasıl güvencesiz bir yaşama ittiğini, etik ve temel insani değerleri nasıl aşındırdığını, insanı sadece ekonomik yönden sömürmekle kalmayıp, psikolojik, ahlaki yönlerden de nasıl sömürüp yozlaştırdığını da gösteriyor.
Arka kapak yazısından bir alıntı: Sennett’e göre sermayenin, günümüz ekonomisinin bütün dünyaya yayılmış dalgalı denizlerinde ‘hızlı kâr’ın dışında başka bir amacı yok; şirketlerini piyasadaki anlık değişimlere müdahale edecek biçimde esnekleştirip, yeniden yapılandırıyor. Kişilerden sürekli kendisini yenilemesini, seyyar olmasını, risk almasını, rekabet becerisini geliştirerek yırtıcı bir karakter edinmesini, takım çalışmasında uyumlu olmasını bekliyor. Ancak eski kapitalizmin rutin ve monoton yapısına karşı savunulan bu politikaya yakından bakıldığı zaman, sadece eski iktidar yapılarının rengini değiştirdiği görülüyor. Çalışanlar için esnekliğin anlamı ise yaşam boyu iş güvencesinin yok olması; sürekli iş ve şehir değiştirerek yön duygusunu yitirmek; istikrarlı işlerin yerini geçici projelere bırakması ve bir işten diğerine, dünden yarına sürüklenen yaşam parçacıklarından beslenen, rekabetin körüklediği ‘güvensizlik’ ve ‘kayıtsızlık’ duygusu... Ve bir de karakter aşınması... Oysa insan karakteri, duygusal deneyimlerimizin uzun vadeli olması ve başkalarıyla girdiğimiz ilişkilere yüklediğimiz etik değerler üzerinden gelişir. Karakter, içsel bütünlük, ilişkilerde karşılıklı bağlılık ve uzun vadeli bir hedef için çaba harcamak biçiminde kendini gösterir. Yeni kapitalizm ise güvenmeyi, bağlanmayı ve uzun vadeli planlar yapmayı kârlı bulmaz, reddeder. Sennett, ‘Karakter Aşınması’nda gelişmiş bilgisayarlarla üretilen ekmeğin kalitesinden çok, ekmeği yiyenlerin hayatına bakıyor ve soruyor: “Bu sistem insanın yaşamına değer ve anlam katıyor mu?” Ve ekliyor: “Değişim, kitlesel ayaklanmalarda değil, ihtiyaçlarını birbirleriyle paylaşan insanların arasında, toprakta yeşerir. İnsanları birbirleri için kaygılanmaz hale getiren bir rejimin, meşruiyetini uzun süre koruyamayacağından eminim.”
Depremden sonra hayatta kalan depremzedelere yapılan yardımların bizzat hükümet tarafından kendi propagandasını yapmak amacıyla kullanılması, sekiz televizyonun ortak yayınıyla halka ulaştırılan yardım kampanyasında yaşanan rezaletler (devletin zaten halkın parasını ahlaksızca ve gösterişli bir şekilde halka ‘bağışlayarak’ zaten sersemlemiş durumda olan halkı kandırması ve bir algı operasyonu yapması), halkın bağışlarıyla ayakta duran resmi yardım kuruluşu Kızılay’ın başlıca amacı halka yardım etmek olan STK’lara çadır ve gıda satması, daha depremin üçüncü gününde bölgeye giden devlet başkanının depremzedelerin yakınları daha enkaz altından kurtarılmayı beklerken, depremzedelerin acısını sömürmek hedefiyle sanki ulufe dağıtır gibi halka para verileceğini açıklaması (bu en büyük ahlaksızlıklardan biriydi), acının paraya tahvil edilmesi, halk yekvücut olmuş deprem bölgesine yardıma koşarken devletin yardıma koşanlar arasında ayrım yapması, yardımı ancak ben yaparım diyerek bu afet zamanında bile kendi bir tür reklamını ve PR’ını yapması ülke devlet yönetiminin zıvanadan çıktığının, şirazesinin kaydığının bir göstergesiydi. İşin en önemli yanı ise sadaka verir gibi halka yardım ettiğini iddia eden bu devletin dindarlığı kimseye bırakmamasıdır. Bu hükümet iktidarda olduğu 22 yılda ülkenin fabrika ayarını bozdu, kurumları sarstı, işlevsiz hale getirdi, liyakatin yerine sadakat ve biat etmeyi getirdi, kendi yandaşlarına sürekli rüşvet verdi, yoksullara sosyal yardım adı altında sadaka verdi (sanki kendi ceplerinden veriyorlarmış gibi halkın parasını halka sadaka verdi). Halbuki mesele yardım ile dayanışma arasındaki ilişki ve çelişkiden kaynaklanıyordu. Herkesin gözünün içine sokularak yapılan yardımlar devletle vatandaş arasında dikey ve hiyerarşik bir ilişki yarattı: Efendi-köle diyalektiği. Sanki devlet veren, halk alandı. Depremden sonra da bu ahlaksızca tavır sürdü. Oysa bu dönemde yardım değil yatay bir ilişki tesis eden dayanışmanın öne çıkması gerekirdi. Çıktı da. Ama yine devlet bu dayanışma ruhunu esasından sarsarak zehirledi, baltaladı. Deprem devleti yönetenlerin ve insanlarımızın bir kısmının nasıl ahlaki bir yozlaşma içinde olduğunu görünür kıldı.
Peki sadece devleti yönetenlerde midir sorun? Elbette ki hayır. İnsanların bir kısmı halkın çaresizliğinden faydalanarak haksız kârlar elde etmeye yeltendi. Birçok ilde fahiş kira artışları yaşandı. Temel gıda maddeleri deprem bölgesinde fahiş fiyatlara satıldı. Her şeyini kaybeden bölge halkının çaresizliğinden faydalanarak kâr elde etme peşinde koşanların alçaklığı bir kez daha görüldü. Zaten bu devleti yönetenleri seçen halktı ve halk kendisine benzeyenleri seçmiştir. Bu hükümet ülke halkının içinden çıkmıştır. Devlet, halkına benzer, öyle değil mi? Ve her halk hak ettiği şekilde yönetilir. Bütün bu sorunların temelinde Osmanlı İmparatorluğu’nda kul olan halkın Cumhuriyet’te hala kul olmaya devam etmiş olmasıdır. Demokrasi ve özgürlük verilmez, mücadele edilerek alınır. Halk demokrasi için mücadele etmesi gerektiğini bu son 20 yılda yaşadıklarından sonra öğrenmiştir umarım.
Bizim gibi gelişmemiş ve cahil ülkelerde kapitalizm daha vahşi bir biçimde yaşanıyor ve kapitalizm ahlaki değerleri daha fazla yozlaştırıyor. Ne olursa olsun, ne zaman ve nasıl olursa olsun kâr elde etme hırsı insanların gözünü bürüyor. Gelir dağılımındaki uçurum artıyor. Halk ahlaksızlaşıyor, insani değerlerden uzaklaşıyor. Kısa yoldan kâr etmek ve zengin olmak tek amaç haline geliyor.
‘Karakter aşınması’ yaşanıyor. Bu, son 20 yılda ülkemizde uygulanan din destekli vahşi kapitalizmin bir ulusu karaktersizleştirmesidir! Eğri oturup, doğru konuşalım...
BU ÇAĞ DERGİSİ DİJİTALDE!
Çıkardığım iki aylık Bu Çağ Şiir Kültür Sanat Düşünce Toplum dergisinin ‘bucagdergi.com’ adresinden yayın yapacak olan internet sitesi açıldı. Yayın yönetmenliğini benim yaptığım sitenin yayın danışmanlığını Levent Yılmaz, editörlüklerini Cenk Gündoğdu ile Ozan Çılgın, sosyal medya editörlüğünü ise Üzeyir Batuhan Günay üstleniyor. Her zaman açık, doğru ve dürüst bir yayın yapmayı, dolaylı değil doğrudan konuşmayı hedefleyen Bu Çağ’ın kendini çaresiz ve kimsesiz hissedenler, dünyayı ve ülkemizi anlamaya çalışanlar, yaratıcı genç şair, yazar, sanatçı ve düşünürler için bir platform olmayı amaçlıyor. Karamsar gençlerimiz için bir umut ışığı olmak istiyor. Kapitalizm insanların gelecekten umudunu kesmiş, tekil ve karamsar olmalarını ister; işte böylesi bir durumda yapılacak şey inadına umutlu olmak, inadına mücadele etmek ve konuşmaktır.