Kulak ve kalp

Bir duyu organımız yani kulağımız aracılığıyla gelen dış sesler ve içimizden yükselen kalp atışımızın iç sesi. Kulak elbet bir duyu organı… Peki ya kalp? O ne menem bir şeydir? Duyu organı olmadığı kesin. Ama yine de bir duygulanım organı, çarpıyor, tonlarca kanı yaşamsal organlarımıza pompalıyor. Kalp durunca bütün organlar duruyor. Bir şebeke dağılıyor ve vücut ölüyor. Vücut ölüyor demekle ruhun ölmediğimi mi kast ediyorum? Bilmiyorum o kadarını. O kadarına aklım ermiyor.

Aslında kulak derken sesi, kalp derken ritmi kast ediyorum. Ki bu her ikisi de bütün sanatların kökeninde yer alıyor. Bir zamanlar, özellikle şiirde, ses (yani müzik) çok önemli bir yer tur-tarken şimdi bu önem giderek azalıyor. (Yahyâ Kemal ‘derunî ahenk’ diyordu.. Şiirin derinliklerinde var olan bir uyum, ama en çok da ses uyumu.) Ki ses varlığımıza dışsaldır ve ancak kulak aracılığıyla bize ulaşır. Demek dışarlıklıdır. Oysa kalp atışı nabız ritimdir ve varlığımızın iç sesi ve temposudur. Ses doğrudan varlığımıza ulaşmaz, ancak kulak gibi bir aracı organ sayesinde onu alımlarız. Kalp yani kalbin sesi yani kalbin atışının ritmi bizim kendi varlığımızın iç sesi ve ritmidir. Demek ki içseldir ve varlığımıza içkindir. Ritim hayattır, canlılığımızın işaretidir. Varlığımızın devinimi ve jestidir.

Nasıl kan, yaşamsallığın bir kanıtıysa (ölüden kan akmaz) ritim de benzer bir kanıtıdır. Şiir işte çağımızda giderek kanı çekilen bedenimizin merkezi organı olan kalbe doğrudan nüfuz ederek robotlaştırılmak istenen insanı yeniden hayatın ve yaşamın ve dirimselliğin ritmine döndürme çabası içinde olmalıdır. Ritim eylemdir, şiirin eyleminin merkezinde ise ritim ter alır. Ve ritim nasıl kalp diğer yaşamsal organlarımıza kan pompalayarak dirimselliğin devamını sağlıyor ve bu büyük ve küçük kan dolaşımıyla bir şebeke oluşturup onu çalıştırıyorsa ritim de aslında ve temelde bir yapı olan şiirini içsel dolaşımını ve yaşamsallığını sağlayan merkezi şeydir. Ve üstelik bu bedenimizin, bir organizma olan varlığımızın kendi sesidir, canlılığının kanıtıdır ve canlılık bu ritimle var olur. Ses ise, şiirde çok ön plana çıkarıldığında daha çok estetik bir ahengi, plastik bir sonradan eklenmişliği ortaya koyar. Bu ahenk aslında şiiri ‘aşırı’ estetikleştirerek şiirin içsel sesini yani ritminin yani nabzının duyulmasını engeller. Melodi yapay bir estetizmdir. Önemli olan içsel sesi duymaktır, ki bu da ancak şiirin kulak aracılığıyla bize ulaşması değil, doğrudan kalbe ve nabza seslenmesidir. Direkt varlığımıza nüfuz etmesidir.

screenshot-9.jpg

Agamben ‘İçeriksiz Adam’ adlı kitabının (Çeviren Kemal Atakay, Monokl Yayınları, İstanbul, 2019) 120. sayfasında Hölderlin’in şu sözlerini alıntılıyor: “Her şey ritimdir, insanın bütün yazgısı, bir cennet ritmidir, tıpkı her sanat eserinin benzersiz bir ritmi olduğu ve her şeyin Tanrının şiire dönüştürücü dudaklarından sallandığı gibi…” “Ritim, (…) ousia’dır, sanat eserinin başlangıç alanını açıp koruyan mevcudiyet (bulunuş, varlık) ifadesidir. Nu niteliğiyle ritim ne hesaplanabilirdir ne rasyonel; ama irrasyonel de değildir, en azından bu sözcüğün edindiği salt olumsuz anlamıyla. Aksine, tam da ritim, sanat eserinin olduğu gibi olmasını sağlayan ses olduğu için, aynı zamanda Yunancadaki ‘her şeye varlık (mevcudiyet) içinde kendine özgü konumunu veren şey anlamında: Ölçü ve logostur.” (s. 125) Agamben, birçok düşünürle söyleşi içinde şiirin mevcudiyetini (varlığını) ritimle bulduğunu ileri sürer ki bu karşı konulması çok güç bir düşüncedir. Ben ise ayrıca ritmin onu okuyan varlık (alımlayan) üzerindeki etkisinin doğrudan kalbe yani varlığımızın içsel sesine etkide bulunduğunu ileri sürüyorum. Şiirin gücünü sesinden değil ritmi ve temposundan aldığını söylüyorum. Bu tabii ki aynı zamanda iyi şiirin bedenimizde, kalbimizde ve nabız atışlarımızda değişiklikler yarattığını söylemek anlamına da geliyor. İyi bir şiir çarpıntı yapar, nabzı yükseltir ve nefesi daraltır. (Terlemeye de yol açabilir.) Bu anlamda bedensel etkileri de vardır. Beden dediğimiz de varlığımızın kabıdır. Kulağa ya da zihne seslenen şiir ise analitik bir alımlamaya sebep olur. Şiirle analitik ise birbiriyle asla bağdaşmaz. Zihne ya da aklın süzgecine takılan şiir kendiliğinden bedene ve varlığa seslenmesi, nüfuz etmesi bu süzgeç tarafından önlenen şiirdir. Şiirde yapının içsel şebekesini ören şey olduğunu söylediğimiz ritim yapının kendi içsel ilişki ve bağlantılarını da belirler. Zaten bu şebekenin kendisi ritimdir. Yapıyı kurarken onu ihlal ve imha da edebilir, zira dirimselliğin kanıtı ve vesilesi olan şiir şiirin belki de kapalı olan yapısını infilak ettirerek şiiri yaşama açar. Diğer insanlara açar ve bir iletişim kanalı oluşturur. Gerçek şiir insanın içsel ritmi ile doğanın ve gerçek zamanının ritmini örtüştüren şiirdir. Varlığın iç sesidir. Hakikatin kendisidir.

YORUMLAR (2)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
2 Yorum