Kurgusal düşünce: Sanat-hakikat ilişkisi

IV

Şiirin ulaştığı bilgi mi daha hakiki yoksa soğuk bilimin ulaştığı bilgi mi daha hakiki? Tabii, şunu da unutmamak gerek: Bilimsel gerçekler aksi kanıtlanana kadar gerçektir yani kesin gerçek değil yanlışlığı kanıtlanana kadar gerçektir; bu anlamda pek de güvenilmez, değişebilir gerçekliklerdir. David Hume’u asla unutmadan şu söylediğini bugün artık daha fazla göz önünde tutmak gerektiği anlaşılıyor: Bilgi duyusal temasla yani deneyimle başlar; burada bilgi dediğimiz hakikatin bilgisidir. Hume’a göre bilgiye (hakikatin bilgisine) ancak duyusal deneyimle ulaşılabilir. Bunun dışında başka bir gerçeklik yoktur yani görünenin ve temasla deneyimlenenin dışında bir öz, gizli bir hakikat yoktur. Bu çok önemli düşünce aslında deneyimlediğimiz var olanlarla yetinmemiz gerektiğini, her ne yapılacaksa ancak bu duyusal ve görünen dünya içinde çeşitli düzenlemeler yapılabileceğini, böylelikle gerçekliğinde hem algısal hem de reel olarak bu şekilde değiştirilip aşılabileceğini ve yeni bir gerçeklik inşa edilebileceğini ima ediyor. Bir şiirimde şöyle demiştim (biraz da umutsuzlukla): “Derinde bir şey yok/ Ne varsa yayılan genişlikte sarı.” Yani görünenin arkasında gizli bir hakikat olduğu düşüncesine kapılmanın yanıltıcı olduğu ima ediliyor burada. Ama şöyle bir yakınış da var: Keşke olsaydı! Ama belki de olmadığını düşünmek daha özgürleştirici ve eyleme yönelticidir. Var olanları oldukları gibi kabullenip sonra da yeni düzenlemelerle yeni ilişkiler kurarak (yeni bir ağ) gerçekliği dönüştürebiliriz anlamına da gelmiyor mu bu?

V

Şiir (hatta genel anlamıyla sanat) ancak var olduğunda görünür kıldığı boşlukları var olmaklığıyla kapatır. Yani öyle ki şiir yazılmadan önce farkında olunmayan boşluklar (gerçekliğin eksikliği) şiir yazıldığında anda doldurularak (gerçeklik açığa çıkarılarak) o boşlukların fark edilmemiş varlıklarını ortaya çıkarır. Demek ki şiir (ya da sanat) var olmadan önce fark edilmemiş, hatta haberdar bile olunmayan, dolayısıyla yok olan gerçeklikleri görünür kılar. Bir şiir bunu nasıl yapar? Yazıyla ve imgeyle somutlaştırarak. Yazıyla, yapısıyla ona vücut ve varlık ve görünürlük kazandırarak. Her düşünce ve her duygu ve her olası duyu düşünülmeden ve hissedilmeden önce gizlidir, hatta insanlar için yokturlar. Hayatımızda bir karşılıkları yoktur. Ancak açığa çıkarıldıklarında bizdeki karşılıklarını bulurlar.

Heidegger şöyle diyor: “Varlık eserde olagelir; varlığın hakikati eserin kendinde kurulur.”(Heidegger’in Nietzsche’si, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, Temmuz 2019, s. 172) Burada Heidegger şunu söylemek istiyor aslında: Eser oluştuğunda ya da var olduğu anda kendi hakikatini de var eder ki, bu sadece kendi hakikatiyle var olmakla kalmaz dünyanın hakikatine karışarak onu derinleştirip tamamlayan bir hakikattir. Dolayısıyla kurgusal olsun ya da olmasın her sanatsal eser (şiir, roman, öykü, vs ve resim ya da müzik) kendisi henüz var olmadan önce var olmamış olarak kalan bir gerçekliği hakikat mertebesine getirir. Dolayısıyla şu: Kurgusal da olsa her şey gerçektir ve gerçekliğe dahildir. Hiçbir kurgusal gerçek bilimsel olduğu iddia edilen gerçeklerden daha az gerçek değildir. Hatta daha fazla gerçektir. Zira sanat insana dairdir, insanın hissettiklerinin ve deneyimlediklerinin bir kanıtıdır. Kurgusal gerçek ve gerçek ayrımı yoktur. (Dolayısıyla kimi filmlerde uyarı olarak konulan ‘gerçek bir hikâyeden esinlenilmiştir’ ifadesi saçma ve yersizdir.) Zira her kurgu gerçeklikten yola çıkar ve onu olası bin bir düzenlemeden biri olarak var kılıp gerçekliğe katar. Her kurgu gerçektir diyebiliriz o halde.

Buna şöyle birkaç örnek vereceğim. İlki şu: Diyelim renk körü biri var ve kırmızı rengi bilmiyor, görmüyor. İşte onun için kırmızı yoktur. Başkaları kırmızı diye bir renk olduğunu ona söylese bile o, o rengi görmediği için kırmızı onun için yoktur, çünkü onu görüp deneyimleyememektedir. Bir başka örnek: Evrende bizim bilmediğimizi bir sürü gezegen ve galaksi olabilir. Ama biz çoğunu bilmiyoruz. Onlar var olsa bile biz onları bilmediğimiz, deneyimlemediğimiz için onlar yokturlar. Ancak onları deneyimlediğimizde bizim için var olurlar. Yani onlar var olsalar bile yokturlar. Kimin için? Bizim için. Olasılık ancak gerçekleştiğinde var olabilir. Son bir örnek: Tuğrul Tanyol’la bir dergide yayımlanmak üzere uzun bir söyleşi yapmıştık. Ben sanatın icat değil bir keşif olduğunu söylüyordum. Çünkü var olmasalardı onları asla keşfedemez, açığa çıkaramazdık. O ise daha çok müzikten yola çıkarak tam tersini, sanatın ya da şiirin bir icat olduğunu söylüyordu. İcat oktan yaratmaktır. Şiir ya da müzik yoktan yaratılamaz, sadece gizli ve bilinmeyen olarak kalanların açığa çıkarılması, görünür ve var kılınmasıdır. Eğer şiirin ya da sanatın bir icat olduğunu kabul edersem onun gerçekliğinden kuşku duymam, keyfi olduğunu kabullenmem gerekir. Bense bunu kabul edemem. Amerika keşfedilinceye kadar Batılılar için yoktu! (Kızılderililer için de Avrupa yoktu.)

İmgeler ve düşünceler havada ya da bilmediğimiz bir yerde uçuşup duruyorlar. Bir form, bir vücut, dolayısıyla bir buut kazanmadıkları için henüz gerçekleşmiş değiller. Ama buut kazandıkları anda gerçekliğe dahil olacaklar. Bu nedenle Don Kişot, ya da Moby Dick, ya da Huzur, ya da Alemdağ’da Bir Yılan gerçektirler. Eser, formunu kazanarak gerçeklik elde etmiştir, var olmuştur. Ve şunu unutmamak gerekir ki her eser var olduğu anda dünya hiçbir zaman eskisi gibi olamaz, gerçeklik ve hatta her şey değişmiştir artık. Bunu kişisel hayata vurduğumuzda bir kimse bir şey söylediğinde hayatının hiçbir zaman o söylediği söylememiş olduğu zamanki gibi olmayacağını bilir. Söz değiştirir. Ve gerçektir.

YORUMLAR (11)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
11 Yorum