Politikanın sanatı, sanatın politikası

Yazının başlığı ‘Estetik ve politika üzerine’ de olabilirdi. Ya da ‘Estetiğin politikası, politikanın estetiği’. Sanatta ve özel olarak da şiirde modernizmin başlangıcından başlayarak sanatın özerkliği meselesi tartışıladurur ve henüz bir sonuca da varılmış değildir.

Sanat modernizmden önce etik, politika, din, felsefe vs.den ayrı bir alan oluşturmuyordu. Bu özerklik meselesi Kant’ın estetiği ayrı bir alan olarak ele almasıyla başladı. Kant’a göre estetik başlı bazına özerk bir alandır ve ne etiğin ne aklın güdümüne girer. O başlı başına kendi iç kuralları ve dinamikleri olan özerk bir alandır ve işte tam da bu sebeple dünyayı karşısına alarak politikleşir. Ancak özerk olarak dünyaya müdahale edebilir, insanların varoluşuna yönelik sözler söyleyebilir. Bu anlamda estetiğin ve elbette şiirin kendi politikası vardır.

Politika ne demektir? Başlangıçta devletin tebaasını yönetirken kullandığı bütün enstrümanlar dar anlamına gelirken giderek anlamı genişlemiş ve insanlar arasındaki hatta insanlar ile toplum ve dünya arasındaki ilişkileri düzenlemek anlamını kazanmıştır. Bu anlamda politika sadece politik değil, her türlü anlamlandırma ve hatta hayal etme girişimini yönlendirip belirleyen felsefe, sanat, sosyoloji, medya ve hatta insanların düşünme ve eyleme erimini belirleyen enstrümanları kullanan kompoze ve çok yaygın bir ilişkileri belirleme ve yönlendirme yöntemidir. Bu anlamda sanat da politikanın ilgi alanındadır. Hatta günümüzde politikanın, yani egemen sınıfın yönetilenleri zapturapt altında tutmak için kullandığı yollardan birinin sanat olduğu gerçeği inkâr edilemez bir olgudur.

yazaricifotosu.jpg

Modernizmin başlangıcından bu yana sanatın sadece sanat olmadığı ama aynı zamanda insanın başkaldırısında tetikleyici olduğu, dolayısıyla toplumsal hareketlerin ve hatta devrimlerin meydana gelmesinde etkili olduğu/olması gerektiği düşüncesi de ortaya çıkmıştır.

Bu çerçevede sanat bir ‘dava sanatı’dır. İnsan toplumunu daha ileri ve iyi bir yaşama ulaşma çabasında destekleyecek bir olgudur. Bu çerçevede politika ile sanat ilişkisi daima gündemde olmuş ve tartışılagelmiştir. Bugün bu tartışma hâlâ bitmemiştir. Sadece, belki şu, daha açık ve net olarak söylenebilir: Sanat herhangi bir politik görüşe angaje olmadan, sadece kendi iç dinamiklerine ve hatta kendi politikasına bağlı kalarak insan ve toplum üzerindeki devrimci eylemini gerçekleştirebilir. Zira sanat başka hiçbir politikanın ya da politik yaklaşımın var ve görünür kılamayacağı gerçekliklerin göstericisidir. Bir politik mesajın taşıyıcısı değildir.

Hatta hiçbir şekilde herhangi mesajın taşıyıcısı da değildir. O sadece kendisi olarak görünür kıldığı gerçeklerin, yeni ve taze anlamların dışa vurucusudur. Sanat ve şiir bir mesajın aktarıcısı değil, karşılıklı bir iletişimin bir tarafıdır. İnsanların varlığına hitap ederek onları içinde bulundukları dünyanın yalanları, dayatmaları, eksiklikleri ve yetersizlikleri hatta ve hatta haksızlıkları konusunda uyandırır. Bunu da ancak kendisi olarak ve kalarak yapabilir.


Şimdi, araya girerek, şunu sormak yerinde olur: Sanatın politikası ne anlama gelmektedir ki sanatın politikası diyorsunuz? Sanat/şiir, yazının girişinde de belirttiğimiz gibi, politikadan, etikten, akıldan ya da mantıktan bağımsız ayrı özerk bir alandır. Kendisi kalarak insanların kendilerine ‘mutlak gerçek’ ve ‘sonsuz’muş gibi dayatılan kurgusal gerçekliklere karşı uyarır ve içinde bulundukları durumun farkına, belki de onlar da kısa devre yaparak, farkına varmalarını sağlar. Sanat/şiir var olan verili gerçeklik tasarımlarına karşı, bu tasarımları dağıtıp bozan, deforme eden, delen ve genişleten yeni gerçeklik tasarımları ve ilişkiler ağı kurulmasını ve geçerli kılınmasını sağlar. Her şey politiktir. Her şey bir tasarımdır, kurgudur. (Politika da öyledir.) Sanat bu kurguları dağıtıp yeni ve insan varlığına daha uygun kurguların oluşturulmasını sağlar. Sanat insanların ufkudur.

Çağdaş Fransız felsefesinin önde gelen isimlerinden Jacques Ranciere ‘Dissensus: Politika ve Estetik Üzerine’ adlı Ayrıntı Yayınları’ndan çıkan muhteşem kitabında işte bu çok çok önemli mesele üzerinde duruyor ve çok ufuk açıcı tespitlerde bulunuyor. Yukarıda söylediğimiz gerçekliğin bir kurgu ve önkabul olduğu görüşünü o şu sözlerle dile getiriyor: “ ‘Gerçek dünya’ yoktur. Bunun yerine, bizim gerçeğimiz olarak, algılarımızın nesnesi ve müdahalelerimizin alanı olarak verili olanın belirli yapılanmaları vardır. Gerçek her zaman bir inşa meselesidir, bir ‘kurmaca’ meselesidir.

Polis düzeninin ana akım kurmacasının kendine özgü niteliği onun kendine gerçek süsü vermesidir.” (Ranciere, age, s. 148) Demek ki sanat da var olan gerçeklik kurmacasının karşısına her zaman yeni bir gerçeklik kurmacası çıkarabilir, çıkarır da. Burada algılarımın nesnesini ve müdahalelerimizi sanatın yaptığı kısa devreler, yarattığı kıvılcımlar belirler. Devamında ‘konsensus’ kavramını yazıyor ki bilindiği gibi uzlaşma demektir, gerçeklik de uzlaşmadan oluşur: “Konsensus tam anlamıyla duyuyla algılanabilirin tek anlamlı olarak verili olması demektir. Politik ve sanatsal kurmacalar bu ‘gerçek’i oyarak ve onu ihtilaflı bir yolda çoklulaştırarak dissensuslar sunarlar.” (Ranciere, age, s. 148) Devam edelim: “Sanat yapmak sanatın sınırlarını yerinden etmek demektir, tıpkı politika yapmanın ‘politik’ olarak görülenin sınırlarını yerinden etme anlamına gelmesi gibi.” (Ranciere, age, s. 149) Ve son olarak da şu: “Sanatçılar öyle kimselerdir ki stratejileri, bizim görülebiliri algılamamızı sağlayan ve onu özgül görülemez bir öğeyle, ayrıca özgül bir anlamla terkibe sokmamızı sağlayan çerçeveleri, hız ve ölçekleri değiştirmeyi hedefler. Böylesi stratejilerin niyeti görülemezi görülebilir kılmak veya görülebilirin kendinden açıklığını sorgulamaktır, şeylerle anlamlar arasındaki verili ilişkileri kırmak ve tersine, şeylerle anlamlar arasında önceden ilintisiz olan yeni bağlantılar icat etmektir.” (Ranciere, age, s. 139)

Yukarıda son alıntıda da ima edildiği gibi sanat bu yönüyle, her ne olursa olsun, ister politik ister değil, devrimcidir, toplumcudur ve insana ve hayata hizmet eder. Ama bunu yapmadığı sürece, yani ‘yeni anlamlar yaratmadığı sürece’ içeriği ne kadar politik ya da devrimci olursa olsun sanat/şiir tutucu ve statükocu kalacaktır.

Peki sanat/şiir bu yeni anlamları nasıl icat eder: Yeni formlarla, önceden hiç fark edilmemiş yeni formların vücuda getirdiği yeni imgeler, dolayısıyla yeni bağlantılarla. Bir form eğer tutucuysa, yeterince rahatsız edici ve devrimci değilse, içeriği ne kadar yenilikçi olursa olsun o sanat/şiir statükodan kurtulamaz, evcillikten kurtulamaz. Zararsızdır. Bu anlamda işte sanatın stratejisi aslında verili olarak kabul görmüş politik olanın anlamının ve işlevinin de değiştirilmesi anlamına gelen yeni bir politikadır. Bu sanatın politikasıdır. Var olanın yeniden düzenlenmesidir.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.