Şiir-hakikat ilişkisi: İnsan denen varlık

osman-cakmakci.jpg

Hakikat x Gerçeklik

Hakiki x Sahte

Şiir – Hakikat

Şiir- Hakiki Söz

Şu ‘Hakikat-Sonrası’ çağda, adı üzerinde, en büyük sorun Hakikat’in ortadan kaybolup gitmesidir. Tellekt Yayınlarından çıkan Lee McIntyre’ın ‘Hakikat-Sonrası’ adlı kitabını okurken bu meselenin sadece siyaset ve medya alanıyla sınırlı kalarak ele alınması beni yeterli derecede ikna etmedi.

Sorun çağdaş ve önü alınamaz azgın iletişim araçlarıyla yalan ile doğrunun birbirine karışması değil sadece, demek ki doğruluk’un ortadan kaybolmasıdır. Herkes elindeki telefonla sosyal medyada aklına estiği gibi ‘paylaşımlar’ yaparken ne kendi ne de okuyanlar o paylaşımın mantıklı bir doğruluk değeri taşıyıp taşımadığını merak bile etmiyor. Varsa yoksa ilginçlik ve ilginç olma performansı. 15 saniyelik videolar, 140 kelimelik paylaşımlar doğru veya geçerli olmaktan çok ‘eğlendirme’ ve vakit geçirtme aracı haline gelmiş. Özellikle ABD’de Trump döneminde ‘yandaş’ medya doğru yanlış ‘enformasyonlar’ vererek, ehil olmayan ‘yorumcuları’ (!) TV’lere çıkararak bir bilginin doğru olup olmadığına bakmaksızın keyfekeder bir dünya ve algı yarattılar. Burada artık eski deyimiyle ‘at izi it izine’ karışmıştır. Yani verilen enformasyonların doğruluk değeri değil, toplum üzerinde yapacağı etki dikkate alınmıştır. (Halbuki Adorno ne diyor: Yanlış bir hayat doğru yaşanamaz.) Trump döneminin ABD’sindeki durumun şu anda yıllardan beridir ülkemizde de devam ettiğini kim bilmiyor! Bir kimse ne kadar çok ve ısrarla aynı yalanı söylerse o meşruiyet ve doğruluk değeri kazanıyor.

Ben ‘Hakikat-Sonrası’ kavramını düşünürken onu sadece doğruluk-yanlışlık ya da doğru-yalan üzerinden ele almamıştım. Bence en önemli sorun bundan da ötesi, yani ‘hakikat hissi’nin kaybolması meselesidir. Öyle ki insan kendi yarattığı sanal bir dünya olan ‘kültür’ün aşırılaşmasıyla kendi yapımı insan dünyasının içine sıkışmış, oraya hapsolmuştur. Kültür bir anlamda Doğa’nın insanileştirilmesidir, insanın hizmetine koşulmasıdır, bu nedenle de olduğu haliyle Doğa’dan kopulmasını getirmiştir. Doğa ile insan dünyası arasındaki ilişki kopmuş, mesafe dehşet verecek ölçüde artmıştır. Mesele sanırım giderek soyutlaşıp spekülatifleşen dünya algısının yeniden başa döndürülmesi, sadeleştirilmesi ve Doğa’nın gerçekliğine, doğal dünyaya daha da yakınlaştırılması meselesidir. İnsan, kendi yarattığı teknolojinin –ki bu da insan yapımı kültürün bir parçasıdır- edilgin bir kurbanı haline gelmiştir. Şimdi insanın aslı yapması gereken doğal gerçekliğe ve hakikate dönebilmek için aşırılaştırdığı kültürün bağlayıcı ve illüzyonist zincirlerini kırıp atmasıdır.

İnsan ve Dünya giderek ‘hakikiliğini’ ve ‘hakikat hissini’ kaybettiğine göre bu durumda ne yapılabilir. Yapılacak en önemli şey birbirlerinden uzaklaştırılıp atomize hale getirilmiş olan insan teklerinin tekrar birbirine ve Doğa’nın gerçekliğine ve Doğal Zaman’a dönmeleridir. Kim şunu söyleyebilir: Kentteki zaman ve varoluş koşulları ile kırdaki zaman ve Varoluş koşulları aynıdır. Biz kentte, yani medeniyet kelimesinin türediği kentte, hayali bir dünyada ve hayali bir zamanda yaşıyoruz. Öyle ki kentte zaman yok, süreler vardır ve üstelik bu süreler kopuk kopuktur, yekpare değildir. Kentte binaların ardını ve hatta gökdelenlerden gökyüzünü bile göremezsiniz. Kentte uzam, zaman ve perspektif yoktur. Bütün ufkunuz oturduğunuz sokak ya da cadde ile sınırlıdır; sınırı da binalar oluşturur. (Kentte ufuk çizgisini göremezsiniz.) Kentte –son salgının da gösterdiği gibi aslında bütün her yerde- insan varlığının gerçekliği doğrudan hissedebileceği ve temel bilgiye ve deneyime ulaşabileceği temas ortadan kalkmıştır. Halbuki bütün insan dünyası temastan fışkırır. Temas olmayınca ne duygu ne düşünce ne de bilgi oluşabilir. Sistem ve çağ insanları birbirinden uzaklaştırarak önlerinde yeni yaşam imkânlarını açabilecekleri temas etme olanağını insanın elinden almış ya da onu kendine mahkûm etmiştir. Bu da gerçekliğin ve giderek hakikatin yitirilmesi anlamına gelir.

Maalesef Gerçeklik ile Hakikat birbirine karıştırılıyor; bu çok riskli. Gerçeklik dünya üzerinde bütün var olanlar demektir. Var olanları doğru ya da yanlış olarak niteleyemeyiz. Onlar vardırlar. Dolayısıyla gerçeklik mutlak değildir, var olanlar değiştikçe gerçeklik de değişir. Algılar değiştikçe gerçeklik de değişir. Gerçeklik mutlak değil, hatta güvenilir de değildir. Hakikat ise öz ile biçimin hiçbir boşluk bırakmadan, tam olarak örtüşmesi demektir. Örneğin ‘içi dışı bir’ ya da ‘özü sözü bir’ dediğimizde bunların ‘hakiki’ ve sahih olduklarını söylemek istiyoruzdur. Hakikat halisliktir. Örneğin saf altın hakikidir de altın görünümü verilmiş bir şey sahte altındır. Hakikatin karşıtı yalan ya da gerçek dışılık değildir; hakikatin karşıtı sahteliktir. Bu bağlamda şunu da demek istiyoruz: Herkes için değişmez, geçerli olan tek bir Mutlak Hakikat yoktur. Dünyada var olan her insan kadar Hakikat vardır. Postmodernizm insanın bir kurgu olduğunu iddia ederek özcü düşüncelerden uzaklaşıp özgürleştirici olduğunu iddia ediyordu. Halbuki insan diyelim bir kurgu olsa da o kurgu olmaklığıyla bir hakikattir. Örneğin acı çekiyor ya da kuşkuya düşüyorum. İşte bu benim Hakikat’imdir. Herkes kendi hakikatine sahip çıksa parçalanmış özne olduklarına dair safsatalara karşı durabilir. Evet, İnsan diğer varlıklarla eşdeğere sahiptir, ama bu onlardan aşağı olduğu anlamına da gelmez. İnsanı silmek bir ara devrimci bir eylemdi ve maalesef düşünce dünyasında bir modaydı. Ben Mutlak Hakikat’i bulmak peşinde değilim; zaten bu faşizme gider; ben kendi Hakikatimi bulmak, ondan emin olmak –bu da şart değildir- ve onu haykırmak istiyorum. Bakın işte ben buradayım ve ister bir kurgu olayım ister olmayayım ben Var’ım, Burada’yım. İnsan düşmanlığı diye bir şey çıktı, ya da İnsan karşıtlığı. Halbuki şu unutulmamalıdır ki İnsan olmasaydı hiçbir şey var olmazdı. Zira Varlığı var kılan, insanın üstüne kapanan bilincidir, düşünme ve hissetme ve dolayısıyla yaratma yetisidir. İnsan olmadığı sürece Gerçeklik de yoktur.

Hakikat-Sonrası, İnsan-Sonrası, Transhümanizm gibi kavramlar insan varlığının bir tür olarak tarihte ilk kez ciddi bir yok oluş riskiyle karşı karşıya olduğunu gösteriyor. Öyle ki İnsan’ın naturası değiştirilmeye çalışılıyor. İnsan naturası değiştiğinde bu artık bildiğimiz insan türü olmayacaktır. Gidiş öyle bir yere ki insan giderek yarı insan-yarı makine olmaya doğru evriliyor. İnorganik bir organizma. Bu ilk bakışta belki çok korkunç gelmeyebilir. Ama bir de şöyle düşünün: ‘Klasik’ (!) insan değiştiğinde insana özgü hisler, düşünceler, algılar, yaşam tarzı ve gerçeklik algısı da değişecek. Dünya çok daha kuru, inceliklerden yoksun bir hale gelecek. Bu demektir ki insan gerçekliği değişecek. Bildiğimiz anlamda Hakikat kaybolacak. Kayboldu da. Hakikat hissi çoktan kayboldu. Hiçbir şeyin hakikiliğinden emin değiliz artık.

(Kitap veya dergilerinin değerlendirmesini isteyenler çalışmalarını şu adresime gönderebilir: Rasimpaşa Mahallesi, Halitağa Caddesi, Gençlik Sokak No: 3/A Ödemiş Menemencisi Kadıköy /İstanbul.)

YORUMLAR (2)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
2 Yorum