Erdoğan, İmamoğlu ve Saraçhane...

Erdoğan ve İmamoğlu ne kadar benzer sorusu uzun zamandır kafalarda ama her geçen gün aradaki paralellik daha da görünür hale geliyor. Birçok ortak noktaları olan iki lideri aynı çizgide okumak sanki daha kolay gibi. Ama Erdoğan ve İmamoğlu’nu hızlıca aynı paranteze koymak birçok farklı dinamiği de kaçırmak demek.

Benzerliklerden başlamak daha kolay. İkisi de Karadenizli. İkisi de uzun yıllardır siyasette. İkisinin de geçmişinde futbol var. Siyasetle ilgileri her iki liderde de gençliklerine dayanıyor. Erdoğan’ın geçmişi daha aktif ama İmamoğlu da sonradan olma siyasetçi değil.

Erdoğan’ın da İmamoğlu’nun da işi ticaret. Yani almayı, satmayı, para kazanmayı, adam çalıştırmayı siyasetten önce de tecrübe etmişler. Her ikisinin meydan performansı da hiç fena değil. Kitlelerle duygudaşlık kurarken zorlanmıyorlar.

Gelelim iki çizginin tam da üst üste oturduğu noktaya. Erdoğan kendisine hiç şans verilmeyen bir seçim sürecinde hâkim medyanın onu dışlaması hatta tahkir etmesine rağmen Türkiye’nin en büyük şehrine belediye başkanı seçildi. Ekrem İmamoğlu da yine iktidarın hâkim medyasının küçümsemesine ve manipülasyonlarına rağmen üstelik Erdoğan’a yapılmayan seçim oyunları arasında yine İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı oldu.

Kader ağlarını örüyor demeyeceksek her iki aktöre de siyasi yasak getirildi. Biri şiir okuduğu için diğeri kime dediği belli olan ve suç unsuru sayılamayacak bir ifadesi nedeniyle. İkisinde de mesele hukuki değil siyasi idi.

Erdoğan’ın hakkındaki karardan sonra başkanlık makamının balkonundan yine Saraçhane’de binlerce kişiye hitap ederken, İmamoğlu‘nun14 Aralık akşamı belediye önünde toplananlara konuşurken kullandıkları ifadeler de siyasi idi.

Ama tüm bu benzerlikler iki hikâyenin tıpatıp aynı olduğu anlamına gelmiyor. Erdoğan’a uygulanan yasak cumhuriyetin başından bu yana süren bir kimlik kavgasının yansıması idi. Erdoğan o kimliğin, muhafazakâr siyasetin yükselen figürü olarak kendisini devlet olarak gören bir vesayet kurumunun hedefinde idi.

Erdoğan yasaklandığında belediye önüne gelenler de o kimlikle kendini özdeşleştirenlerdi. Dolayısıyla alınan karar sadece bir kişinin değil geniş bir toplum kesiminin cezalandırıldığı psikolojisini doğurdu. Nitekim cezaya konu olan satırlarda geçen “minare, ezan, kubbe, cami” kelimeleri de bu algının o kesimlere yayılmasının zemini oldu.

Bugün yaşanan ise başka. Ortada bir kimlik kavgası yok. İmamoğlu da bir kimliğin taşıyıcısı değil. İmamoğlu’na verilen yasak kararı ile ne Atatürkçüler, ne solcular, ne merkezdekiler, ne milliyetçiler kendilerinin düşünceleri nedeniyle hedef alındıkları kanaatinde.

Ortada açık bir iktidar kavgası var. Gücü eline geçiren Erdoğan’ın otoriter iktidarını korumak için kendisine alternatif olabilecek aktörleri tasfiye etmek için hukuku araçsallaştırması sürecinden geçiyoruz. Üstelik siyasi olarak hala bütünlüğünü en iyi koruyan kesim yine Erdoğan’ın arkasındaki milliyetçi-muhafazakârlar.

Dolayısıyla kavga kimlik kavgası olmasa da Erdoğan süreci yine tabanına kimlik kodları ile anlatmayı tercih edecektir. Olayın ardından Bahçeli kendisini ortaya koyup açıklama yaparken Erdoğan’ın konuyla ilgili soru bile almadan ürkek bir çizgi izlemesi liderlerin yoğurt yiyişine dair de fikir veriyor.

Önceki gün Saraçhane’deki kalabalığa gelince. Erdoğan kendisini destekleyen yekpare bir kimlik grubunun hikayesi ile kendi hikayesini örtüştürdüğü için başarılı oldu ve bugüne geldi. Perşembe günü ise meydanda tek adam rejiminin tedirginliğinin bir araya getirdiği çok daha eklektik bir kitle vardı.
Kemal Kılıçdaroğlu karşısındaki kalabalığı kendi adaylığına tehdit olarak okusa da meydanın ana taşıyıcısı CHP idi. İYİ Parti lideri Meral Akşener son 4 aydır süren tutarlı bir politika sonunda Kılıçdaroğlu’na rağmen oyun kurabildiğini gösterdi.

Beş sene önce CHP’nin ev sahibi olduğu bir meydanda konuşması akıldan geçemeyecek Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu siyasi içeriği en güçlü konuşmayı yaptı. Davutoğlu meydandaki enerjiyi anlık bir tepkiden siyasal bir duruşa evriltmeye çalıştı.

DEVA Partisi lideri Babacan ise İmamoğlu’na getirilen yasak ile Demirtaş’ı aynı paranteze koyarak meydanda bulunmayan bir kitlenin de oradaki atmosfer ile özdeşlik kurmasını sağladı.

Bu iki konuşma, kendini masanın hatta neredeyse ülkenin sahibi gören ve daha her üç kişiden birinin bile desteğini alamadan diğerlerini yok saymaya niyetlenenlerin siyasi temelsizliklerini de göstermiş oldu.

Evet Saraçhane’de tek bir kimlik yoktu ama siyaseti donuklaştıran kimlik kalıplarını esneten ortak bir psikoloji vardı. Kılıçdaroğlu’nun, aslında helalleşme ile yapmaya çalıştığı fakat İmamoğlu’nun şahsında oluşan bu ortaklaşmaya kendi adaylığı için mesafe koyması sürecin yönetilmesini ne kadar zorlar göreceğiz. Ama süreçlerin kendi momentumunun, olayın aktörlerinin önceliklerini aşma ihtimali her zaman güçlüdür.

İmamoğlu’nun ve liderlerin kimliklerin ötesinde; demokrasi, tek adam korkusu, adalet ve çoğulculuk ortak paydaları çevresinde oluşma eğilimindeki bu süreci doğru okuması ve gerçekçi bir temelde yönetmesi Saraçhane mitingini gelecek için olumlu bir sıçrama noktasına çevirebilir.

Bunun için de seçmenin önüne sahici bir siyasal vizyon sunmak yerine ‘mağduriyet’ zırhına sarınmak yetmeyebilir.

YORUMLAR (18)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
18 Yorum