Erdoğan'ın Anayasa Mahkemesi ile İttifakı
Yargı uzun süredir iktidarın kontrolü altına girmiş durumda. Birçok siyasi davada bunun onlarca örneğini gördük. Yargıya toplumda duyulan güvenin ciddi erozyon yaşaması da hukuki süreçlerin bir meşruiyet aşınmasına uğradığının en temel göstergelerinden.
Yargıya karşı sert ve buyurgan tavır alan Cumhur İttifakının ortağı MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ise özellikle Anayasa Mahkemesi üzerinden iktidarın yargı üzerindeki etkisini daha da ileri taşımayı amaçlayan bir kampanya yürütüyor.
Halbuki her geçen gün AYM’de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ağırlığı artıyor. En son örnek olarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı İrfan Fidan, Yargıtay’da dostlar alışverişte görsün diye bile görev yapmadan tarihte bir ilk olarak doğrudan AYM üyeliğine atandı.
Fidan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yakın ilk atama da değil. Mahkeme üyelerinin neredeyse hepsi doğrudan ya da dolaylı olarak Erdoğan’ın Başbakanlığı ya da Cumhurbaşkanlığı döneminde atandı. Ancak Fidan gerek atama öncesi kararları gerekse de atanma süreci ile Erdoğan’ın yüksek mahkeme üzerindeki etkisinin en görünür olduğu ve Cumhurbaşkanı ile arasındaki bağın en zor sorgulanacağı isim. Fidan’ın mahkemede kullanacağı her oyu ‘Erdoğan kullanıyor’ diye değerlendirmekte beis yok.
Erdoğan lehine değişen dengeye rağmen Bahçeli sürekli olarak doğrudan AYM’yi hedef alıyor. Öyle ki HDP’nin kapatılması davasında ilk başvurunun reddinin ardından “Anayasa Mahkemesi hukukun üstünlüğünden mi yanadır, yoksa bölücülüğün mü şakşakçısıdır?” diyerek yüksek mahkemenin kapatılmasının vaktinin geldiğini bile savunmuştu.
Bahçeli’nin Anayasa Mahkemesi’ne karşı kullandığı dil uzaktan bakınca anlamsız, gerçekçilikten uzak, hem Türkiye’nin anayasal sistemine hem demokratik değerlere hem de toplumun genel bir ‘kadıya/hakime saygı duyma’, ‘şeriatın kestiği parmak acımaz’ geleneğine aykırı.
Ancak bu, Bahçeli’nin sert söyleminin kendisi açısından amaçsız ve temelsiz olduğu anlamına gelmiyor. Bahçeli, Yüksek Mahkemeyi siyasi bir tartışma atmosferine çekerek normalde tarafsız olarak algılanması gereken bir yargı kurumunu taraf haline getirmeye çalışıyor. HDP denklemi üzerinden AYM’yi işlevsiz kılma, çalışamaz hale getirme çabası var. AYM kapatılsın talebi ile imkân olsa mahkemeden tümüyle kurtulma niyetini de saklamıyor Devlet Bahçeli.
Peki bu çabanın asıl muhatabı kim? AYM’nin hedef alınmasında amaç sadece HDP’yi kapattırmış olmak mı?
Yüksek Mahkeme’nin HDP Milletvekili Gergerlioğlu hakkında 15-0’lık oylama sonucunda verdiği ihlal kararı ve ardından yaşananlar bu tartışmaya başka bir açıdan bakmayı mümkün hale getirdi.
HDP Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun Anayasa Mahkemesi’ne yaptığı hak ihlali başvurusu rekor hızda sonuçlandırıldı ve 1 Temmuz’da mahkeme üyelerinin oy birliği ile hak ihlali kararı verildi. Üstüne de daha önce AYM’nin verdiği kararlara hukuksuz bir şekilde direnen yerel mahkeme gerekçeli kararın kendisine gelmesinin ardından Gergerlioğlu’nu tahliye etti.
Bu kararı Gergerlioğlu’nun, Bahçeli’nin kendisini hedef almasından sonra mahkûm olduğunu, meclisteki eyleminin yine Bahçeli’nin “Yer yatağı derhal kaldırılmalı, milletvekilliği düşürülen kirli şahıs Gazi Meclis’ten behemehâl çıkarılmalıdır.” mesajının ardından sona erdirilerek kendisinin cezaevine gönderildiğini, AYM’nin hak ihlali kararından sonra ise yine Bahçeli’nin “Söz konusu karanlık şahsın hak ihlali olduğuna Anayasa Mahkemesi karar vermiştir. Terör propagandası ne zamandan beri hak ihlali oluyor?“ açıklamasını dikkate alarak değerlendirmek gerek.
Bunun yanına AYM’deki Erdoğan’a yakın üyelerin de tahliye yönünde oy kullanması ve iktidarın AK Parti kanadından Erdoğan dahil kimsenin Bahçeli’nin tepkisini paylaşmamasını ekleyelim.
Bir yanda mahkemenin tümüyle kapatılmasını isteyen ittifakın küçük ortağı MHP, diğer yanda Bahçeli’nin istediğinin tam tersi kararı oybirliği ile alabilen AYM.
Yüksek Mahkeme’nin Erdoğan’ın desteğini alarak Bahçeli’nin baskısına direndiği ortada.
Bu da “Cumhurbaşkanı Erdoğan MHP’yi dengelemek için parlamento içinden bulamadığı desteği meclis dışından hatta sürekli kavgalı olduğu yargı dünyasından bulmuş olabilir mi?” sorusunu akla getiriyor. MHP liderinin, Erdoğan’ın Cumhur İttifakındaki alternatifsiz kalmış olma halini sürekli kılma çabası mı güttüğü düşünülebilir.
Bu bilek güreşinin test edileceği birçok örnek de mahkemenin önünde bekliyor. Bunlardan belki de en kritiklerinden biri CHP’nin başkanlık referandumunu iptal ettirmek için yaptığı başvuru. Başkanlık sisteminin Erdoğan iktidarını sürdürmeye yetmeyeceği ortaya çıktığında bu dava başka bir anlam kazanabilir mi?
AYM tarihinde çok örneği olan siyasal mühendislik süreçlerinin parçası olur mu? Yoksa aslında normal işlevini yerine getirememesinin kendisi bizatihi bir mühendislik ve siyasi baskı sonucu iken mahkeme bu sarmaldan çıkmış mı olur?
Son dönemde değişmekle birlikte, muhalefet partilerinin ülkenin yeni dönemini nasıl şekillendirecekleri hala netleşmemişken bu rolü AYM üstlenir mi?
Ankara’da olunca insanın aklı her formüle çalışmaya başlıyor.