Seçmen yine mecbur...

Seçimlerde olması gereken, birbiri ile rekabet eden farklı alternatifler arasında vatandaşın daha iyisini tercih etmesi. Bunun için de partilerin, siyasi ittifakların, adayların birbirleri ile mukayese edilebilecek, benzerlikleri ve farklılıkları karşılaştırılabilecek programlara siyasi duruşlara sahip olması gerek.

Hatta çok fazla parti olması seçmene çok sayıda alternatif sunacağı için seçmenin tercihte daha da fazla zorlanmasını getirebilir. Allah’tan (!) Türkiye’de seçmen parti sayısı artsa da bu sıkıntıyı yaşamıyor.

Kimlikler ve aidiyetler, seçmenin çok büyük bölümünü aileden aileye tevarüs edilen siyasi tercihlere mecbur bırakıyor. Mecbur bırakıyor derken, kimse zorla bir yönde oy kullanmıyor ama geleneksel çizginin dışına çıkılması pek de mümkün olmadı şimdiye kadar.

Nesiller arasında bundan önceki seçimlere göre nispi bir farklılaşma yaşansa da 14-28 Mayıs’taki seçim sonuçları kimliklerin ve geleneksel oy kümelerinin ufak kaymalar dışında kaya gibi yerinde durduğunu bize gösterdi.

Yerinden kıpırdamayacağı belli olan, ne olursa olsun aynı adrese yöneleceği bilinen seçmenin dışında kalan yüzde 10’luk bir kesimin kararı ise sandığa yaklaşırken belli oldu.

O nedenle de 2023 seçimlerini sandık başı seçimi olarak tanımlamak yanlış değil. Bu illa o gün o saat karar verildi anlamına gelmiyor. Ama seçimlere yaklaşırken güvenilir kamuoyu araştırmalarındaki değişiklikler ve kararsız seçmenin son dakikaya bıraktığı tercihi bu tespiti doğruluyor.

İlk turda Erdoğan’ın yüzde 50’nin altında kalması ve partisinin yüzde 35’e gerilemesi cumhurbaşkanının eskisi kadar büyük bir heyecanla desteklenmediğini gösterdi. Cumhur İttifakı’nın dışındaki tüm partilerin örtülü açık desteği ile aday olan Kılıçdaroğlu’nun ise kendisine ve muhalif kamuoyuna verilen ‘bu iş bitti’ havasına rağmen Erdoğan’ın 4 puan geride kalması o kampta da motivasyonun sınırlarını gösterdi.

İşin özü, bilhassa ortada kalan seçmenler heyecanları, umutları, beklentileri ve en iyi alternatifi seçmek üzerinden değil korkuları, endişeleri ve “diğeri olacağına” ya da “bu diğerinden daha az kötü” diyerek bir adayı tercih etti. Seçimin sonucunu da bu mecburiyet belirledi.

İktidar kampı “Kılıçdaroğlu’na oy verecek halleri yok” üzerinden seçmenin Erdoğan’a mecbur olduğunu düşündü. Muhalefet kampı ise “Erdoğan’dan kötüsü olmaz, başka alternatifleri yok.” üzerinden Kılıçdaroğlu’nun kazanacağını varsaydı.

Aralarında seçmene yaklaşım ve vaatler konusunda nüanslar olsa da her iki kesim de seçmenin mecburiyetine, diğerinden duyduğu korkuya güvendi.

Aradan dört ay geçti. PANORAMATR araştırmalarında hem iktidar hem muhalefet seçmeninin AK Parti’ye de CHP’ye de aynı oranda tepkili olduğunu görüyoruz.

Ekonomik krizin derinleşmesi iktidar seçmenini, seçim sonuçları ile yüzleşememek ve iç kavgalar muhalefet seçmenini hayal kırıklığına uğrattı.

Böylesi süreçte yerel seçime giderken her iki taraf da hala yine seçmenin mecburiyetine inanıyor. İktidar daha rasyonel adımlara rağmen derinleşen ekonomik kriz, dar gelirlinin enflasyon altında ezilmesi, demokrasi ve hukuk alanlarında Soylu’nun ayrılmasının dışında değişmeyen eksikliklere rağmen muhalefetteki yönsüzlüğe güveniyor.

AK Parti’nin 2019’da kaybettiği büyükşehirleri geri alabilmek için en büyük güvencesi beş yıl önce seçmenin verdiği mesajı almış olması, ona göre politikalarını revize etmesi değil muhalefetin kazanmaya uzak bulunması.

Muhalefet ise son beş yılda mahalli idaredeki başarı ya da başarısızlığını anlatacak ortak bir dil kurabilmekten uzak. Orada da ana güvence ekonomik kriz, vatandaşın en azından yerel seçimlerde iktidara mesaj verebilme ihtimali. Bir de İYİ Parti için CHP’ye duyulan tepkinin İYİ Partiyi güçlendirmesi olasılığı. CHP ise İYİ Parti’nin kendisinin, değilse de seçmeninin CHP’ye mecbur olduğundan hareket ediyor.

Ortada yine iki tarafta da şehirleri daha iyi yönetme, depreme karşı daha iyi hazırlık yapma iddiası yok. Olan iddia da siyasi kavga arasında duyulabilecek durumda değil.

Sonuçta Türkiye’yi daha ileri götürme iddiasındaki siyasiler kendi vizyonlarına ve vaatlerine değil seçmenin mecburiyetine işi bırakmış durumda.

İşin kötüsü birinci tur akşamı ağzını bıçak açmayan muhalif seçmenin ikinci turda aynı hevesle sandığa gitmesi gibi, bu mecburiyet büyük ihtimal uzun zaman aynı yapıları ayakta tutmaya devam edecek.

Bitirirken, yüzde 10’u bulan HDP’li Kürt seçmenin açmazına da ayrıca değinmek gerek. Ama sanki geçenlerde gördüğüm Vanlı bir komedyenin skeci durumu daha iyi anlatıyor.

Konya’da dolaşırken seçmenlerin belediye başkanlarını beş yıllığına seçtiği görünce şaşırdığını anlatan komedyen “Halbuki biz belediye başkanlarını üç aylığına seçeriz. Üç ay başkan olmak için altı ay miting yapar adaylar. Seçimden biraz süre geçince de ‘demokrasi/seçim, hadi bakalım güldük eğlendik herkes işine’ der kayyım ve başkanı gönderir.” derken izahı olmayanın mizahını yapıyordu. Orada da hem değişim öneremeyen HDP siyasetine hem de devletin otoriterliğine aynı anda mecbur olan başka bir seçmen profili duruyor.

Velhasıl, görünen o ki yine umutlar ve daha iyinin değil korkuların ve ‘diğeri gelmesin’ motivasyonunun yarışacağı bir yerel seçim bizi bekliyor.

YORUMLAR (15)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
15 Yorum