Sessiz yığınların beklentisi: “Çözüm odaklı siyaset anlayışı”

Dünya olarak toplu bir travmanın içinde gibiyiz…

Koronavirüs salgınının etkileri kendisini iyiden iyiye gösteriyor maalesef…

Giderek artan vaka sayıları ve sağlık çalışanlarının gittikçe zorlaşan çalışma koşulları… Bu süreçte işlerini kaybeden aileleri de unutmamak gerekiyor. Hâlihazırda eğitimde yaşanan belirsizlikler de ayrıca her ülkede en çok tartışılan konuların başında geliyor. Eğitime yüz yüze mi devam edilmeli ya da online olarak mı devam edilsin… Ve daha birçok mesele…

Söylenen o ki, İkinci Dünya Savaşından bu yana hiçbir olay bu kadar çok insanı aynı anda derinden etkilemedi. Tam da bu noktada, geçen hafta The Economist Dergisi’nde “Covid-19, dünyayı yeni bir toplu travma biçimiyle yüzleşmeye zorluyor” isimli bir makale yayımlandı. Makalede özetle, dünyanın toplu olarak bir travma içinde olabileceği belirtiliyor. Ve sosyolog Kai Erikson’un toplu travma söyleminden yola çıkılarak şu an yaşananlara ışık tutulmaya çalışılıyor.

Bu bağlamda, Erikson, özellikle toplumsal travmaların yarattığı etkilerin kitlelere yönelik olduğunun unutulmaması gerektiğini ifade ediyor ve en önemlisi Erikson, böyle dönemlerde insanların birbirlerine güvenmeyi bırakabileceğini belirtiyor.

Buradan hareketle gelmek istediğim nokta şudur:

Şu an ülkede öyle bir iklim var ki, kutuplaşma kavramının etkileri o kadar şiddetli hissediliyor ki… Herkes birbirine laf yetiştirme derdinde… Kimse birbirini dinlemiyor… Bununla birlikte, gittikçe fakirleşiyoruz. Eve ekmek götürmek gittikçe zorlaşıyor. Ayrıca, salgın hepimizi derinden etkilemeye de devam ediyor. Tam da bu kadar çok sıkıntı var iken birbirimize olan güven duygusunu kaybetmememiz gerekiyor.

Dolayısıyla, böyle dönemlerde özellikle liderlere, siyasetçilere çok büyük görevler düşüyor.

Bizim şu an ihtiyacımız ivedilikle her alanda çözüm odaklı bir siyaset anlayışının tesis edilmesidir. Zira insanlar çözüm bekliyor, sorun dinlemek istemiyor. Zaten hâlihazırda birçok mesele ile uğraşılıyor.

Şöyle ki;

Gençlik Araştırması sonuçlarına göre; Türkiye’deki gençlerin yarısı mutsuz ve yüzde 76’sı yurt dışında yaşamak istiyor. Tabii burada özellikle Z kuşağının fakirleşme kavramı ile tam olarak yeni yeni yüz yüze geldiği gözlemleniyor.

Bu noktada, özellikle iktidarın ve muhalefetin çözüm önerileri nelerdir diye sormak isterim.

Diğer taraftan şu ana kadar çiftçilerimiz ile yaptığım görüşmeler sonrasında en çok talep edilen örneğin “Kırsal Türkiye” isimli bir kampanya ile tarımı teknolojiyle buluşturan dev bir çalışma başlatılsa nasıl olur?”

Bir anlamda artık çözümleri konuşsak nasıl olur? Yorulduk öyleydi, böyleydi söylemlerinden…

Siyasetçilerden çözüm bekliyoruz. Ya birlikte başaracağız ya başaracağız…
Başka çaremiz yok…

SALGIN SÜRECİNDE EN ÇOK YORULAN ECZACILARIMIZ…

Hafta içinde salgından en çok etkilenenler arasında yer alan birkaç eczacımız ile görüştüm. Özellikle genç bir eczacımızın söylediklerini aynen aktarıyorum:

“Öncelikle yaşadığımız bu salgın sürecinde özellikle ön cephede pandemi hastanelerinde çalışan tüm sağlık çalışanları ve biz eczacılar yer aldık. Bunu özellikle belirtmek isterim; evet tüm sağlık çalışanları çok yoruldu, ama biz de çok yorulduk. Hastaneye gidemeyen hastalar bir şekilde sorularını bize yönelttiler. Her konuda kendilerine yardımcı olmaya çalıştık bu süreçte…

Şimdiye gelecek olur isek, sonbahar mevsiminin yavaş yavaş yaklaşmasıyla birlikte grip aşısı soranlar artmaya başladı. Grip aşısının yetmeyeceği endişesi yaşıyoruz. Şimdiden o kadar çok kişi soruyor ki, asıl Ekim ve sonrasını düşünemiyorum. Aşı sayısı çok az olur ise, bu durumda hastalar ile baş başa kalacağız. O yüzden yetkililerden bu konuda destek bekliyoruz.

Ayrıca, maske ve sosyal mesafe kuralına özellikle uyulmasını rica ediyoruz. Zira hala eczaneye maskesiz girmeye çalışan ya da sosyal mesafe kuralına uymayanlar var maalesef… Elbette her seferinde uyarmaya devam ediyoruz.”

SALGIN SÜRECİNDE EN ÇOK YORULAN MARKET ÇALIŞANLARIMIZ…

Özellikle hafta sonu salgından en çok etkilenenler arasında yer alan market çalışanlarımızla da görüşme fırsatı buldum. Bu noktada 8 adet farklı markete uğrayarak çalışanların salgında yaşadıklarıyla ilgili yorumlarını dinledim. Ve hemen hemen aynı konular üzerinde duruldu.

Bu bağlamda, özellikle orta yaşlı bir market çalışanımızın söylediklerini aynen aktarıyorum:

“Öncelikle çok sıra dışı bir 4-5 ay geçirdik. Özellikle salgın ile ilgili yasakların da gelmesiyle birlikte, müşteriler tamamen panik ve korkuyla hiç almayacağı kadar alışveriş yaptı. Ve bu satın almalar artarak devam etti. Örneğin bir bayan vardı. Kendisi hep gelir ve yarım kilo et ister benden. Yasaklar ile birlikte 4 kilo et istedi birden… Şaşırdım tabii… Ve bu talebi yasaklar bitene kadar aynı şekilde devam etti. Diğer alışveriş yapanlar da aynı şekildeydi. Bu dönemde o kadar çok yorulduk ki… Çoğu zaman taleplere yetişemedik. Benim telefonumu alanlar, özel sipariş verenler, neler neler…

Anlayacağınız bu panik havası yasaklar bitene kadar devam etti. Tabii burada market sahiplerinin cirosu da katlandı. Bu iyi bir şey ama biz çalışanlar çok yorulduk. Ayrıca, şunu söylemeden edemeyeceğim:

Bu süreçte statümüzün yükseldiğini hissettik. Önceden ismimi bilmeyen müşteriler ismimi öğrendi. Bizlere daha nazik davranmaya başladılar. Kendimizi bir doktor, bir sağlık çalışanı gibi önemli hissettik. Biz de insanların hayatta kalması için emek verdik. Anlayacağınız bu dönemde bizler de zincirin bir halkası olduğumuzu gerçekten hissettik. Çok yorulduk ama bir taraftan da mutlu olduk. En önemlisi kendimi ilk defa bu kadar önemli hissettim.

Zor zamanlardı ama böyle geçirdik diyelim. Şimdi de vaka sayıları artıyor maalesef… Biz çalışmaya yine hazırız ama lütfen bizim sağlıklı olmamız için de gerekenler yapılsın. Kurallara uyulsun lütfen… Ve bu kadar çalışmaya göre maaşlarımızın daha da iyileştirilmesini talep ediyoruz.”

Buradan da anlaşılacağı üzere, insanlar her konuda çözüm bekliyor. Kendilerine değer verilmesini bekliyor. Salgınla birlikte aslında davranış kalıpları da değişiyor denilebilir. Tabi bunun için daha detaylı araştırmalara ihtiyaç var doğrusu…

Son olarak, bu hafta içerinde kedimiz rahatsızlandığı için birkaç defa veterinere gittim. Şu an kedimizin sağlığı iyi şükür… Bu noktada asıl belirtmek istediğim, bu salgın sürecinde koronavirüsün hayvandan geçebileceği korkusuyla, hayvanlarını veterinerlere ya da barınaklara bırakmak isteyen kişi sayısında artışın olduğu ve İstanbul’un bazı ilçelerindeki barınaklarda koşulların pekiyi olmadığı ifade edildi. İnşallah öyle değildir…

YORUMLAR (3)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.