Zeytinyağının kalbi Ayvalık!

“Anadolu topraklarının kadim dostu zeytin ağaçları…”

Bir yanım Kaz Dağları, diğer yanım Kozak Yaylası… İki yönden de gelen tertemiz havayla ciğerlerim bayram ediyor. Derin derin nefes alıyorum… Sanki şimdiye kadar hiç nefes almamışçasına…

Hani dönemin de en önemli kavramı “nefes almak” ya…

Bir tarafta Amerika’da George Floyd’un “nefes alamıyorum” feryadı, diğer tarafta da koronavirüs sebebiyle nefes almanın ne denli hayati olduğunu anladığımız bugünler…

Çocuklarımıza emanet olan asırlık zeytin ağaçlarının yeşil tonunda derin düşüncelere dalıyorum… İlk aklıma gelen de: “Nefesle geldik, nefesle gideceğiz…” cümlesi oluyor. Aslında yaşamımızın da gerçeği bu değil midir?

Zeytin ağaçları arasında usul usul yürüyorum. Bir yandan da zeytin üreticilerinden zeytinyağının nasıl üretildiğini, aslında zeytinyağının hikâyesini dinliyorum.

Söylenen o ki, yaklaşık olarak 2 milyon zeytin ağacı bulunuyor Ayvalık’ta… Diğer bir ifadeyle Ayvalık derin derin nefes alıyor...

Ve fakat alabildiğine zeytin ağaçları ile dolu bu muhteşem yere gerektiği değeri veriyor muyuz diye düşünmeden edemedim doğrusu…

Öncelikle, zeytin üreticilerinin söylediklerine detaylıca bakacak olur isek;

“Zeytin hasadı Eylül ayından başlayıp Ocak ayına kadar devam ediyor. 1 litre zeytinyağı yaklaşık olarak 5 kilo zeytinden elde ediliyor. Bazen bu rakam daha da düşebiliyor. Ağaçlardan toplanan zeytinler temizlendikten sonra sıkılma işlemi yapılıyor. Bu noktada, zeytinyağı; natürel sızma zeytinyağı, natürel birinci zeytinyağı ve rafine zeytinyağı olarak sınıflandırılıyor. Diğer taraftan, zeytin ağaçlarına ortalama olarak 3 yıl içinde 2 defa gübreleme yapılıyor. Yani, 2 yıl üst üste gübreleme yapılıyor ve bir sonraki yılda bekleniyor. Tabii burada önemli olan, kimyasal gübre değil de hayvan gübresinin kullanılması… Zira kimyasal gübre toprağı zehirliyor. Bu konuda bilinçlendirme çalışmalarının yeterli olmadığı özellikle vurgulanıyor.”

Açıkçası yaşanan bu salgın sürecinde her şeyin doğal olması ne kadar da değerli…

Ayrıca, kendiliğinden yere düşen zeytinlerin yüksek asitli yağları ya rafine ediliyor ya da sabun yapılıyor. Doğal sabunlar… Mis gibi kokuyor. Ki bu salgın sürecinde sabunun ne kadar önemli olduğunu söylememe gerek yok sanırım… Bir de zeytinden reçel yapılıyor ya da isteyen yaprağını kaynatıp çay gibi içebiliyor.

Anlayacağınız zeytin; berekettir, nefes almaktır, bir anlamda yaşamın ta kendisidir…

Öte yandan, Tarımsal Ekonomi ve Politika Geliştirme Enstitüsü’nün Ocak 2020 tarihli raporuna dikkatinizi çekmek isterim: Rapora göre, Türkiye’de zeytinyağı sektöründe özellikle son on yılda olumlu gelişmelerin yaşandığı, fakat bu haliyle bile üretimde öncü İspanya, İtalya gibi ülkelerle aynı düzeye gelinemediği, sonuçta bu durumun da zeytin ve zeytinyağı kalitesini ve ihracatını olumsuz etkilediği özellikle ifade ediliyor. Ayrıca, ürün maliyetleri girdilerin özellikle de mazot fiyatlarındaki yükselme nedeniyle olumsuz etkilendiği ve öncelikle zeytin yetiştiren ve zeytinyağı işleyen işletmelerin yapısal sorunlarının çözülmesinin gerekli olduğu belirtiliyor. En önemlisi de üretimi, kaliteyi ve verimi arttırmaya teşvik edecek yönde teknik uygulama ve teknolojilerin desteklenmesi, üreticilerin dış piyasalarda rekabetini arttıracak şekilde prim desteklerinin verilmesinin önemli olduğu vurgulanıyor. Türkiye’nin zeytinyağı ihracatında ilk dört ülke arasında olmasına rağmen, ihracat değeri öncü ülke olan İspanya’nın yaklaşık beşte biri kadar ihracat gerçekleştirdiği belirtiliyor. Bu bağlamda, zeytinyağı sektörünün üretimden tüketim aşamasına kadar bütün alanlarda uzun vadeli programlar çerçevesinde desteklenmesinin gerekli olduğu ifade ediliyor.

Açıkçası zeytin üreticilerini dinledikten sonra öncelikli olarak gözlemlediğim üreticilerin kendilerini yalnız hissetmeleridir… Şunu demek istiyorum:

Herhangi bir sorun yaşadıklarında ya da herhangi bir konuyu danışmak istediklerinde yetkilileri hemen yanlarında göremiyorlar. Ve bunun da üzüntüsünü yaşıyorlar. Daha verimli üretim yapabilmek için yetkililerin kendilerini bilgilendirmelerini talep ediyorlar. Örneğin zeytin üretiminde son teknolojik gelişmelerden haberdar olmak istiyorlar. Belki de bu konuda Tarım ve Orman Bakanlığı’nda araştırma geliştirme çalışmaları yapılıyor olabilir. Ve fakat benim görüştüğüm zeytin üreticileri bu gelişmelerden habersiz…

Tam da bu noktada, zeytin üreticilerinin söyledikleri; “Biz bu işi atadan dededen yöntemlerle yapıyoruz, zira yenilikleri de öğrenmek, bilmek istiyoruz. Verimliliği artıracak yenilikçi yöntemler var ise, duymak istiyoruz.” Zira zeytin-zeytinyağı konusunda yapılan araştırma çalışmaları varsa bile, sahaya tam olarak yayılmadığını birebir görmüş oldum.

Üreticilerin belirttiği konulardan biri de zeytinyağı ambalajlarında zeytinyağının hangi bölgede üretildiğinin yazılmamasıydı. Örneğin “Ayvalık zeytinyağı mı? Gemlik mi? Antakya mı?”

Anladığım kadarıyla, zeytin üreticileri zeytinyağlarının bir kimliğinin olmasını talep ediyor. Zira güçlü bir marka yaratmanın en önemli kısmı da marka kimliğinin oluşturulmasından geçiyor. Dolayısıyla, zeytin üreticileri çok fazla başarılı marka hikâyelerinin olmadığı bu alanda adımlar atılmasını talep ediyor. Ayrıca, tüketicilerin zeytinyağında kaliteyi daha çok talep etmelerinin önemli olduğunu belirtiyor. Aslında zeytinyağı konusunda tüketiciler nezdinde farkındalığın artırılmasını istiyor.

Gelinen bu noktada, en başta zeytin-zeytinyağı konusunda tüm ilgili bölgelerde üreticilere bilgilendirme, bilinçlendirme çalışmaları yapılabilir. Tüketiciler nezdinde de bilinçlendirme çalışmalarına ihtiyaç var doğrusu… Aslında topyekûn bir bilinçlendirme ekosisteminin oluşturulması çok kıymetlidir.

Tabii tüm bu taleplerin yerine getirilmesi için üniversite, devlet ve özel sektör iş birliğinin önemi de ortaya çıkıyor. Kısacası, koronavirüs süreciyle tarımın çok stratejik hale geldiği bugünlerde, tarım için seferberlik çalışması başlatılabilir. Ne de güzel olur…

Diğer yandan, güzelim asırlık zeytin ağaçları arasında dolaşırken ve konu tam da markaya gelmişken sorulması gereken asıl soru şudur:

İtalya’da ya da İspanya’da olduğu gibi Ayvalık zeytinyağı ya da diğer bölgelerimizde üretilen zeytinyağları ile ilgili başarılı marka hikâyelerinin ortaya çıkmasını engelleyen nedir? Sektördeki tüm paydaşların en başta cevaplaması gereken soru bu olsa gerek…

Zira ülkemizin zeytin üreticileri bu başarı hikâyelerini fazlasıyla hak ediyor doğrusu…

(Resim Başlığı: 200 yıllık zeytin ağacının altında derin derin nefes aldım.)

Uluslararası Göç Filmleri Festivali

21. yüzyılın en yakıcı konularından biri şüphesiz göçtür. Göç, insanların bir yerden başka bir yere yer değiştirme hareketi olarak tanımlanabilir. İlk bakışta romantik hisler uyandıran bir açıklama gibi… Derinlere inildiğinde ne kadar sarsıcı etkilerinin olduğu ortaya çıkıyor. Bizim de ülke olarak, bilhassa son dönemde çok konuştuğumuz bir konu, “göç”... Bu bağlamda, Eylül 2019'da yazdığım “Yüzyılımızın yakıcı sorunu: Göç” konulu yazıyı arzu edenler https://www.karar.com/yzylmzn-yakc-sorunu-g-1333613 adresinden okuyabilirler.

Özellikle son dönemde ülkemiz bu konuda ciddi şekilde etkilenmiştir. Bu noktada, dünyanın en geniş kapsamlı tematik film festivali olan Uluslararası Göç Filmleri Festivali’nin bu yılki jüri başkanlığını Nuri Bilge Ceylan'ın üstlenecek olması sevindirici bir gelişmedir. Bu organizasyonun gerçekleştirilmesine emek veren İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’ne ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya teşekkür ederiz.

Son olarak, filmlerinde insan ruhunun tüm ayrıntılarını beyaz perdeye yansıtan Nuri Bilge Ceylan'a selam olsun!

YORUMLAR (7)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
7 Yorum