Aleviler, FETÖ, Tekke ve Zaviyeler Kanunu
Alevi çalıştaylarının başladığı günden beri gerek yazarak ve gerekse Alevi toplumunun kanaat önderleri ile yüz yüze görüşerek ‘Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması Hakkında Kanun’ ile ilgili olarak uyarmış, laikliğin güvencesi olarak görülen bu kanunun fiiliyatta sadece Alevi ve Bektaşileri etkilediğini, pratikte Sünni tarikatların serbest olduğunu, yasağın sözde kaldığından bahisle tarikat ve cemaatlerin yasal zemine çekilmesinin ne denli önemli olduğunu anlatmaya çalışmıştım.
Ancak, Aleviler ve Bektaşilerin çoğunluğu Kemalist reflekslerle tarikatların serbest kalmasının kendileri için tehdit olacağı, Cumhuriyet kazanımlarının geriye gideceği, olmayan laikliğin elden gideceği, etraflarının tarikatçılarca kuşatılacağı, devletin her yolla desteklediği Sünniliği bir de bu yolla destekleyeceği –sanki şu an yap(a)mıyormuş- gibi itirazlarda bulunuyordu.
Bu endişelere karşılık tarikat-cemaatlerin temel hak ve özgürlüklerin genişletildiği ve yasal zeminde kabul gördüğü ve laikliğin gerçek manada din ve vicdan özgürlüğünü koruduğu bir ortamda haklarında duyulan endişelerin büyük oranda boşa çıkacağı ve Alevilerin de daha özgür olacaklarını iddia ettim. Çünkü serbest olmaları halinde tarikat-cemaatlerin mali, idari ve adli açıdan kontrol ve takiplerinin ve de herhangi bir suç işlenmesi halinde de muhatapların belli olması sebebiyle takibatlarının çok daha kolay olacağı; tarikat-cemaatlerin yaygınlıkları, mürit sayıları, ekonomik güçleri, siyaset ve diğer çevrelerle olan ilişki ağları vb. bilgilerin açık olması sebebiyle de yasa dışı işlerin işlenme ihtimalinin daha az olacağını ısrarla belirttim.
***
Yasal zeminin ne denli önemli olduğunu son FETÖ’cü darbe girişimi çok açık ve maalesef ağır bir maliyetle hepimize gösterdi.
“Bir musibet bin nasihatten yeğdir” atasözü uyarınca FETÖ’cülerin darbe girişimi umarım Alevi ve Bektaşi kanaat önderlerinin ve de Kemalist zümrelerin de gözünü açmış ve yakın zamanlarda demokrat görünmek adına yarım ağızla “Tekke ve Zaviyeler Kanunu kaldırılabilir” diyen çevrelerin de sesinin daha gür çıkmasına vesile olur.
Tarikat-cemaatler düne kadar vakıf, dernek vb. adlar altında yarı gizli olarak örgütlendiler. Bu yapılar zaman zaman devlet içindeki müttefikleri tarafından desteklenseler bile yasalar izin vermediği için hep dolambaçlı yollarla örgütlenmiş ve devletimizin zaman zaman hortlayan müdahaleleri bilindiği için de çoğu kez yarı gizli ikili bir yapı arz etmiştir.
FETÖ de pek çok vakıf, dershane, okul, şirket vb. ile görünür olsa da pek çok yönden toplumun büyük bir kesimine gizli kaldı ve gerçek hedefleri konusunda hep bir şüphe uyandırdı.
Türkiye’de kimse kendisini devletin gerçek sahibi olarak görmediği ve ele geçirilmesi gereken bir mevzi olarak gördüğü için de cemaatin sabırla, ilmek ilmek dokuyarak, hemen her kesimle ittifaklara girerek mevzi elde etmeye çalışması aslında çok da şaşırtıcı değil.
Şaşırtıcı olan Türkiye tarihinde ilk kez böylesi bir yapının devletin tüm kurumlarına bu denli köklü bir şekilde sızması ve uyuyan hücreler şeklinde aslen cemaatçi ama görünürde cemaatçi olmayan kadrolar üretebilmesi ve darbe girişiminde bulunabilecek derece de güçlenmesidir.
***
Son günlerde darbeci ve darbe destekçilerine karşı yürütülen operasyonlarda karşılaşılan en büyük güçlük de cemaatin bu ikili yapısından kaynaklanıyor. Bu nedenle pek çok şehirde herkesin bildiği cemaate yakın isimler herhangi bir soruşturmaya tabi tutulmazken görünürde cemaatle ilişkisi olmayan kimselerin soruşturulması hatta tutuklanmalarını anlamak güç oluyor.
Tüm güçlüklere rağmen adalet terazisini doğru tutmak adli makamların görevi olmalı ve soruşturmalarda azami dikkat gösterilmelidir. Hükümetin görevi de önceki operasyonlardan ders çıkararak şahsi çıkar ve kinleri ile hareket edebilecek fırsatçılara izin vermemek olmalıdır.