Batı düşmanlığı geleceğimizi karartıyor…

Türkiye siyaseti konusunda çözümleme yaparken çoğunlukla es geçtiğimiz önemli bir husus var; Türkiye’nin seçmen kitlesinin ezici çoğunluğu muhafazakâr-milliyetçi-tutucu ve Batı karşıtı. Bu kesimi birbirinden ayıran çizgiler çoğu kez bulanık ve şeklen kesişim kümelerini andırıyor. Zaten mevcut oy dağılımı da bunu açıkça gösteriyor. İttifaklar arasında birbirinin benzeri partiler olduğu gibi güya zıt partilerde var.

Her iki ittifakın içinde neredeyse birebir aynı taban üstüne oturmuş MHP ve İYİ Parti’nin olması buna açık bir örnek. Aynı şekilde Ak Parti ile SP, Gelecek Partisi ve DEVA Partisi de büyük ölçüde benzer bir tabana hitap ediyor. CHP’nin oyları yıllardır aşağı yukarı aynı bant üzerine sıkışmış olsa da kesişim alanı çok daha geniş.

CHP hem MHP-İYİ Parti hem de HDP ile açık bir kesişim içinde. Tabi buradaki kesişimlerin tamamen aynı olduğunu kastetmiyorum. CHP milliyetçiliği ile MHP-İYİ Parti milliyetçiliği arasında sanıldığı kadar büyük bir fark yok, aynı şekilde dine bakış açıları da az çok örtüşebiliyor. Sonuçta iki taraf da gensel bakımdan İttihatçı. Geçmişte bunu 28 Şubat sürecinde zaten açıkça gördük. HDP ile CHP arasında ise Kemalist modernleşme anlayışı ve yine dine bakış açısında büyük bir benzerlik var. HDP, pek çok açıdan –modernleştirmeci rol bakımından- Kürtlerin CHP’si konumunda ve HDP ne kadar inkar etse de pek çok temel konuya içine hafif sosyalizm bulaştırılmış bir Kemalist perspektifle bakıyor. Bu nedenle pek çok CHP’li için bir HDP’linin Kürtlük iddiası dışındaki herhangi bir siyasi konuda karşı karşıya gelmesini gerektirecek bir çelişkisi yok denecek kadar az. Aynı durum HDP’nin ideolojik kesimi için de geçerli. İşin ilginç tarafı Kürt olmayan Ak Parti seçmeninin de son dönemdeki Kürtlere bakış açısı bu noktada bir CHP’liden çok da farklı değil.

Ve belki bu tespitim çok iddialı gelecek ama Ak Parti ve CHP elitleri açısından -Kılıçdaroğlu’nun tüm çabasına rağmen- ülkenin nasıl yönetilmesi gerektiği noktasında büyük bir görüş ayrılığı yok. Kavga daha çok kaynağın başında kimin oturacağı yoksa son dönemde gördüğümüz itirazların ana sebebi daha fazla özgürlük ve demokrasi talebi değil.

Tabii bütün bu ortak paydayı asıl besleyen ortak bileşke ise Batı’ya ve Batı değerlerine karşı duyulan düşmanlık. Her ne kadar Temel Karamollaoğlu’nun dediği gibi başımız sıkışınca Batıyı sığınacak liman olarak görsek de maalesef durum bu…

Şahsen Türkiye’nin en önemli probleminin bu olduğunu düşünüyorum. Batı’ya ve ürettiği değerlere duyulan düşmanlık sorunlarımızın çözümü önündeki en büyük engel. Özgün olalım derken aslında kendi despotizmimize saplanıyoruz. Ak Parti AB ve Demokrasi çapası ile iktidara gelip, güçlendiğini unutmuş durumda. Ak Partinin unutmasında bence çok fazla problem yok ama tabanının da bunu unutmuş gözükmesi asıl büyük problem.

İçinden geçtiğimiz ekonomik kriz de toplumun bu konuyu nerede ise hiç konuşmamasına yol açmış durumda. Cüzdanların boş olduğu bir iklimde demokrasi konuşmak ve özgürlük talebinde bulunmak insanlara saçma geliyor. Halbuki ekmek, su gibi şart…

Ve ittifaklar içinde Batı değerlerinin ve demokrasi talebinin yine muhafazakâr kimlikli partilerden gelmesi ise bir başka ilginç nokta. Halbuki bugünkü ekonomik krizin altında geçmişte Ak Partinin ekonomideki yanlış politikaları kadar parlak dönemlerinde yelkenlerini dolduran AB ve ileri demokrasi rüzgarlarına sırtını dönmesi de var.

Ak Partinin ve diğer siyasi çizgilerin hemen hepsinin rotasını 30’lu yılların tek particiliğine doğru dümen kırmış olduğunu görmek gerçekten çok ürkütücü.

Bir belediye başkanının Nazileri akla getirecek uygulamalarının Türkiye’nin ortalama kitlesinde hemen hiçbir infial uyandırmaması aksine büyük destek alması bu nedenle izaha muhtaç bir durum.

Bu nedenle Türkiye siyasetinin mutedil kesimlerinin bir araya gelerek buna Ak Parti’de dahil bu kontrolsüz Türk Tipi Başkanlık sisteminin ıslahı için çalışması gerekiyor.

Demokrasi ve güçler ayrılığı ilkesi ile desteklenmemiş bir başkanlık sisteminin, çalışmıyor dediğimiz parlamenter sisteme bile rahmet okuttuğunu hep birlikte gördük. Şapkayı önümüze koyup çocuklarımız için nasıl müreffeh ve özgür bir ülke bırakırızı düşünmemiz gerekiyor.

Bu açıdan Kılıçdaroğlu’nun helalleşme çağrısını olumlu buluyorum. Helalleşmek zor olsa da geçmişle yüzleşmek ve yarınlarımıza yeni bir yoldan yürümek mümkün ve bunu çocuklarımız için yapmak zorundayız…

YORUMLAR (24)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
24 Yorum