‘Batsın Bu Dünya’dan ‘biz ne krizler gördük’e!...

Kamuyouna yapılan paylaşımlardan anladığımız kadarı ile hükümet içinden geçtiğimiz krizden çıkış için yeni bir politika deniyor ancak yine açıklamalardan gördüğümüz, krizin halk nezdindeki derinliğinin çok da anlaşılmadığı. Yaşanan devalüasyona rağmen Türkiye henüz hükümetin beklediği gibi yabancı yatırımcı için bir cazibe merkezi haline gelmedi ve şimdilik Arap sermayesi dışında da pek olacağa benzemiyor.

Arap sermayesinin ise artı değer üretecek yatırımlar silsilesini başlatmaktan çok yine inşaat sektörünü canlandıracağı ve dişimizle, tırnağımızla kurduğumuz yerli sanayi ve yatırımları -sermayenin milleti olmaz- çok ucuza kapatacağı bir gerçek. Yıllardır tekrarlaya tekrarlaya gördük ki inşaat sektörü ile yaşanan büyüme geçici bir çözüm olmaktan öteye gidemiyor. Dönüp dolaşıp yine orta gelir tuzağında boğuluyoruz.

Bir zamanlar dış mihrakların -yabancı sermayenin- yükselttiği ekonomimiz iktidara göre yine dış mihraklarca çökertilmeye çalışılıyor ve bu savunmanın öyle görülüyor ki pek çok alıcısı var. Krizin derinliğine rağmen toplum genel olarak tepkisiz. Konuşanların eskiden de konuştuğu çok açık ama asıl konuşması gerekenler ise ya suskun ya da başka telden çalıyor.

Türkiye’nin geçmişte çok büyük krizler geçirdiği doğru ama doğru olmayan bir şey var, o da Türkiye’deki yoksulluk şartlarının geçmişe göre çok değiştiği. Dünün temel ihtiyaçları ile bugünün temel ihtiyaçları aynı değil ve bugün temel ihtiyaç olarak kabul edilen kalemlerin ulaşılabilirliği son krizle birlikte çok daha zor bir hale geldi.

Konuyu çok basit bir şekilde açıklayabiliriz. 80’li ve 90’lı yılların hiperenflasyonlu yıllarında belki dolar istikrarlı bir şekilde sürekli yükseliyor ve TL büyük değer kaybı yaşasa da ücretler de göreceli olarak enflasyona göre yükseliyordu.

80’li yıllarda, Ankara’nın gecekondu mahallelerinin birinde büyüdüm ve çevremdeki insanların çoğunluğu inşaat sektöründe çalışıyordu. O yıllarda İnşaat sektörü mevsimlik bir işti ve yılın 7-8 ayında aktifken, çalışanlar kapalı dönemde 4-5 ay işsiz kalırdı. Bu şartlar altında sezonda 5-6 ay çalışabilen bir işçi işsiz geçecek kış sezonunu zor şartlar altında da olsa atlatabilecek kadar kenara bir miktar para koyabiliyor 4-5 kişilik bir ailenin temel ihtiyaçlarını karşılayabiliyordu.

O dönemlerde insanların kapısında araba ya da cep telefonu yoktu ve temel bir ihtiyaç haline gelmemişti. İnsanlar kışa girerken unu, şekeri, patatesi, soğanı torba torba, yağı teneke teneke alır, ev hanımlar da kışlık erzaklar hazırlardı.

İşte krizin bugünkü açmazı ve de büyüklüğü maalesef bu noktada yatıyor. Bugün milyonlarca insan (ve çoğu eve bir iki maaş girmesine rağmen) bir ayda kazandığı para ile ayın sonunu güçlükle getirebilirken, son zamlarla birlikte ise bütçeleri sürekli açık vermekte ve varsa birikimlerini harcamakta. Krizin derinliğini şuradan anlayabiliriz ki orta sınıflar bile büyük bir gelecek kaygısı yaşıyor.

Dünyayı takip edenler bilir ki bizdekine benzer krizler çıktığında pek çok ülkede kargaşa baş gösterir. Marketlerin yağmalanması, bankalara saldırılması oralarda vaka-ı adiyedendir. Bizde ise -giderek zayıflasa da- hala güçlü aile bağları bu tür sosyal patlamaları engellemekte. Ancak bu son kriz sonrası çevremde bildiğim, tanıdığım pek çok insan şartlar gereği çevrelerine yardım edemez duruma gelmiş durumda. İşte krizin en büyük tahribatı da burada…

Orta sınıf hızla yok olma noktasına gelmiş durumda. Son asgari ücret tartışmaları da gösteriyor ki orta sınıf çalışanlar ile asgari ücretli çalışan kesim neredeyse ekonomik olarak eşitlenmek üzere. Telaffuz edilen rakamlar verildiğinde -yeterliliği ayrı bir tartışma konusu- pek çok eğitimli insanın aldığı ücrete eşitleneceği ise acı bir gerçek olarak ortada duruyor.

Herhalde hükümet bu noktada zam oranlarını revize edecektir. Bu durumda kaçınılmaz olarak piyasadaki para arzının arttırılmasını gerektirecek ve belki de Dolar anlamındaki fakirleşmemiz artarak devam edecek.

Daha geçen yıl Cumhurbaşkanımız Türkiye’deki işçi maliyetlerinin pahalılığı nedeniyle yabancı yatırımcının gelmediğini belirtmişti. Şu an gelinen noktada işçi maliyetleri inanılmaz derece düşmüş durumda ama ne beklenen sermaye gelmekte ne de Çin’in yerine alacağımıza dair bir emare var. Öyleyse beklenen yatırımların neden gelmediğinin üzerinde daha ciddi düşünülmesi gerekmiyor mu?

Bu arada arabeskin babalarından Orhan Gencebay’ın kriz değerlendirmesi de oldukça manidar. Bir zamanlar hitap ettiği sosyo-ekonomik tabandan ne kadar uzaklaştığı ve yabancılaştığını görmek ise bir o kadar üzücü.

YORUMLAR (2)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
2 Yorum