Neyi yanlış yapıyoruz?

Türkiye çok uzun zamandır Batı ile Doğu arasında bir köprü. Müsebbipleri kim olursa olsun Müslümanların yaşadığı coğrafyaların genelinde çatışma eksik değil ve maalesef Müslümanlar da birbirlerine dünyayı dar etme konusunda kimseyi geride bırakmıyor. Göreceli olarak huzur içinde olduğunu iddia edebileceğimiz Müslüman kimliği ile öne çıkan iki bilemediniz üç devlet sayabiliyorsunuz (Türkiye, İran ve Endonozya). Endonazya’yı çok iyi bilmiyorum ama gerek Türkiye ve gerekse İran’da çok ciddi problemler var. Kendimizi İran’dan daha iyi olduğunu sanmamız bizdeki modernleşme sürecinin daha köklü olmasından.

Türkiye gibi İran da bir geçiş noktası ama bu iki ülkede de yetişmiş beyinlerin istihdamı çok güç. Türkiye’ye sadece Suriye’den değil neredeyse geniş anlamı ile Orta Doğu’nun tamamından mülteci akını var. Türkiye AB sınırlarındaki bir set konumunda. Batı’ya doğru akan seli durdurmaya yarayan bir set.

Ancak bu setin büyük bir kusuru var. Bu set akını durduruyor durmasına ama ciddi bir şekilde de geçirgen.

Nasıl mı? Bu büyük akının içindeki iyi yetişmiş ve sermaye gücü olan mülteciler bir şekilde bu seti aşarak Batıya geçebilmekte.

Biz işin daha çok insani yönündeyiz ve bence de olması gereken en önemli detay burası ama işin başka yönleri de en az bunlar kadar önemli. Ancak Türkiye çok uzun zamandan beri maalesef büyük devlet refleksi veremiyor. Bunu AKP dönemi ile bağdaştırmaya gerek yok, 1950’den beri bu tür reflekslerimiz çok zayıflamış durumda.

Zamanında Polonyalı mülteciler ülkemize sığındığında “burada ne yapabiliriz ki?” diye yakınan zata “Orada ne yapıyorsanız burada da onu yaparsınız” diyen bir irade maalesef bugün yok gibi, varsa da kurumsallaşmamış. Bunda en büyük sebep kendimizi bu akan kitleler için bir durak olarak görmekten vazgeçemememiz.

Herkes Suriyeli mülteciler konusunda olumlu-olumsuz anlamda duygulara sahip ama mesela ülkemizde çok ciddi sayıda Afgan kökenli mülteci var. Anadolu köylerini gezdiğinizde pek çok yerde bu insanların çobanlık yaptığını görebilirsiniz ama bunların adı bile yok.

***

Büyük devlet refleksini açacak olursak; mesela bu ülkede “balık tutacağımıza denizi kurutalım” denilerek binlerce köy boşaltılırken, buradan şehirlere indirilen insanların ne yapacaklarına dair devletin hemen hiçbir tedbiri olmamıştı. Sonuç, korkunç bir sefalet şehirlerimizin çeperlerine yığılmış ve buradan mafyayla içli dışlı birçok yasa dışı yapılanma kendisine kaynak bulmuştu.

Saddam Hüseyin’in korkunç katliamlarından kaçan Peşmergeler Türkiye’ye sığındığında da benzer şeyler olmuştu. Binlerce insan kontrolsüz bir şekilde ülkemizin içine dağılmıştı bugün olduğu gibi.

İnşaat köşelerinde karın tokluğuna çalışan bu insanlar kendi insanımızın da hayatını olumsuz etkilemiş, inşaat sektöründe işçi fiyatları inanılmaz derecede düşmüş ve insanlar evlerine ekmek götüremez olmuştu. Bu insanlar gayr-i insani şartlar altında yaşarken beraberinde ülke insanının da yaşam seviyesini düşürmüştü. Halbuki bu göçleri kontrollü bir şekilde yapabilsek sosyo-kültürel ve ekonomik tedbirler alabilse idik, ne bu tür sefaletlerle karşılaşırdık ne de yasadışı yapılanmaların ekmeğine yağ sürmüş olurduk.

Burada hemen bir parantez açıp bir diğer noktaya da değinmek gerekiyor, gelen bu insanların tamamı vasıfsız insanlardan oluşmuyor. İçlerinde çok iyi eğitim almış ve ülkemize ekonomik anlamda katkı sunacak insanlar da vardı. Ama devlet ya da özel sektör fark etmeksizin hemen hiçbir kurumumuzun bunları değerlendirmek yönünde bir projeksiyonu yok ve olmadı da.

Bir zamanlar ülkenizin en ciddi sorunu sağlık alanında yeterli iş gücünün olmaması idi ama farklı dönemlerde ülkemize gelen bu alanda yetişmiş pek çok insan ülkemizin saçma algıları -kazanç kaybı korkusu vb.- yüzünden yasal olarak çalışma imkanı bulamadı ve bizler bu insanların birikimlerinden faydalanamadık.

Daha önce de yazdığım bir örneği hatırlatmakta fayda var. Peşmergeler Türkiye’ye sığındığında içlerinde çok önemli bir nükleer fizik hocası vardır ama bu isim maalesef “amele kılıklı” denilerek önemsenmez. Bu isim daha sonra akla geldiğinde iş işten çoktan geçmiş, ABD’de bir üniversite tarafından havada kapılmıştı.

Büyük devlet olmak biraz da bu tür fırsatları kullanabilmekten geçiyor. Polonyalı bir subaya “üzülmeyin burada da subaylık yapabilirsiniz” diyebilecek bir zihin açıklığına sahip olmanız gerekir ki o subayın torunu da Türk edebiyatının en önemli simalarından birisi olabilsin. Ayda üs kurmayı düşünüyorsak işin biraz da bu yönüne bakmamız lazım.

Türkiye bir durak değil bir cazibe merkezi olmalı ama biz bırakın cazibe merkezi olmayı kendi çocuklarımız için bile güzel bir gelecek kurma hayalinde güçlük çekiyoruz. En üzücü nokta da burası.

YORUMLAR (12)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
12 Yorum