Elbette boykot. Şimdi değilse ne zaman?
Filistin zaten senelerdir esaret, açlık ve yoklukla baş başaydı. Bu soykırım temelli son saldırılardan önce de tüm yaşam damarları kesilmiş, sadece nefes almak üzere hayatta kalan, tüm sistemleri paralize edilmiş bir topluluktu. Yiyecek ve içeceğe ulaşımları tüneller vasıtasıyla başka ülkelerin insafına kalmış, sağlık sistemi çökertilmiş ve ölüme ağır ağır terk edilmiş bir ülkeydi.
Eski İngiltere Başbakanı David Cameron’un bir zamanlar Filistin halkı için söylediği sözü hatırlayalım “2.3 Milyon insanın çoğu 1948’deki Nakba’da katliamlara ve planlı etnik temizliğe maruz kalmış topluluklardan geriye kalmış bir gettoda, aynı kaderle yaşıyor.”
Hemen her sene vicdana gelen Birleşmiş Milletler daha birkaç sene öncesinde “Amerika, Avrupa ve Mısır rejimi tarafından desteklenen İsrail’in bitmek bilmeyen ablukası, Gazze’yi sağlık sisteminin çöktüğü, neredeyse hiçbir suyun içmeye elverişli olmadığı, çocukların %60’ının anemi yaşadığı ve çoğu çocuğun yetersiz beslenme sebebiyle büyüme geriliğine sahip olduğu “yaşanılamaz” bir yere çevirdi.” Dememiş miydi?
Okurken tüylerimizin diken diken olduğu ifadeler bunca senenin sonunda neye evrildi; Anemik çocukların kanlarının ölene kadar akmasına, bombalanmasına, sakat bırakılmasına... Çocuk işçiliği konusunda bitmek bilmeyen çalıştaylar yapan Batı, söz konusu Filistin çocuklarının ölmesi olunca kınamadan öteye gidemedi. Kına kına kına bitmedi. Tamamen din temelli bir soykırıma dünyaca seyir terasından bakıyoruz. İbretlik.
Bir tek vatandaşını korumak için dahi diplomatik kriz yaratmaktan çekinmeyen ülkeler 5000’e yakın çocuk ölürken İsrail aklama telaşında. Biz de o ülkelerin timsallerini konvoylarla karşılama hazırlığında. Böyle duygusal konuşmalar yaptığını varsayarak “o işler öyle olmuyor” efendime söyleyeyim “dış ilişkilerde kavramlar başka türlü ilerler”, “ne kadar büyük devletiz, bakın kimler kimler ayağımıza geldi” gibi dinlediğinde “büyük hikmetler serisine nail olduk. Çok şükür” dedirtecek, geri planda da sıfır çektirtecek hamleler. Gerçekten bu acziyet insanı bıktırıyor.
Boykot… Bize boykottan başka çare kaldı mı?
Uzaklara gitmeye gerek yok. Nelson Mandela dünyanın en ünlü siyasi mahkumuyken Güney Afrika’nın ilk Siyahi başkanı oldu. Ulusal Parti’nin uyguladığı Apartheid rejime karşı başkaldırısı onu senelerce hapiste yatacak siyasi bir mahkûm yaparken dışarıda da büyük bir mücadele başlamıştı. Bu mücadelenin tek bir gücü vardı o da boykottu. Çaresizliğin çare ürettiği, boykotun o kadar da hafife alınmaması gerektiğini, ısrarla ve dirayetle küresel bir başarıya nasıl dönüşebileceğini anlatması açısından ibretlik olaylar Britanya’dan dünyaya yayılıyordu.
“Tam 35 sene”
Apartheid Karşıtı Hareket (Anti-Apartheid Movement) Güney Afrika’daki beyaz olmayan halkı destekleyen bir hareket olarak, alışveriş yapanları apartheid ürünlerini boykot etmeye ikna etmek için 1959 senesinde kurulan bir “Boykot Hareketi” olarak başladı. 35 sene boyunca tüketici boykotu apartheid karşıtı kampanyaların merkezinde yer aldı.
“Boşlukta salınmak değil. Büyük bir sivil direniş”
Hiçbir toplantıya gösteriye, yürüyüşe katılmayan, pankart kaldırmayan, polisle çatışmayan yüz binlerce kişi, Güney Afrika’dan mal almayı reddederek ırkçılığa ve sömürüye karşı olduklarını gösterdi. Güney Afrika meyvelerini, diğer ürünlerini, bu rejimi destekleyen her türlü girişimi boykot etti.
Bu tutkuyla ve inatla sürdürülen direniş işleri başka bir noktaya taşıdı. Basit bir tüketici boykotundan Güney Afrika’ya karşı tam kapsamlı ekonomik yaptırımlar ve tam izolasyon uygulanması için kampanyalar başlatıldı. Öğrencilerden ünlülere, sendikalardan dini ve kanaat önderlerine, İşçi partisinden Komünist partisine kadar geniş bir destek kazanan hareket ve boykot, Güney Afrika’nın geri dönülemez biçimde demokratik seçim yoluna girmesine;1993 senesine kadar sürdü. Nelson Mandela’ya ve Afrika’ya özgürlük bu yolla açıldı. Boykotla.
Margaret Thatcher siyasi kariyerindeki tüm riskleri göze aldı, her şeye rağmen apartheid’in sona ermesine sonuna kadar destek oldu. Boykotun gücünün farkında olan bir demir leydiydi.
Boykot edilgenlik hali değildir.
Bugün dünyanın en büyük ticari güçlerinin desteğiyle, yardımıyla, devasa lobiler aracılığıyla bu zorbalığı yapan bir ülkeden bahsediyoruz. 16 yıldır milyonlarca insanı ablukada tedrici olarak öldüren, başaramadıklarını da hastane, mülteci kampı, ambulans konvoyu demeden dur duraksız bombalayan bu zorbalığa karşı boykottan başka takınabilecek bir tavrımız yoktur.
Araf Suresi’nde geçen bir ayet var. “İçlerinden bir topluluk, “Allah’ın helâk edeceği yahut şiddetli bir azapla cezalandıracağı kimselere ne diye öğüt veriyorsunuz sanki” deyince onlar, “Rabbiniz katında bir mazeretimiz olsun diye; bir de sakınıp çekinirler ümidiyle” şeklinde cevap verdiler.”
Bizim bu hayasızca akına, bu ahlaksız şartlara karşı elimizden gelen en azından bir mazeret sunabilecek olmamızdır. O da ancak boykotla mümkün. 1 aydır bu çocukların ölmesini durduramayan hiçbir güç güç değildir, birbirimizi kandırmayalım. Kendimizi hiç kandırmayalım.
Karınca da olsak ateşe su taşıyacağız. O Ateş başka türlü soğuk ve selametli olamaz…
Sonuna kadar boykottayız.