Sanata ilham olan Doğu ve Orange Blossom

“Her şeyde bir çatlak var;
Işık böyle sızar içeri.” Leonard Cohen

Doğu’nun müzikal iklimi, çeşitliliği, tonları ve gökten portakal dilimleri gibi yağan güneşi, batının müziğine de her zaman ilham oldu.

Evet doğu gizli bir hazine gibi kaldı oysa Mozart’tan Rossini’ye, Willibald Gluck’an Bizet’e birçok müzisyen konusunu bu uçsuz bucaksız kültürlerin var olduğu topraklardan alan operalar bestelemişti.

Uzaklara gitmeyelim. 60’lı yılların sonuna gelindiğinde popüler müzik artık kendisini Amerika’dan uzaklaştırıyordu zira Britanya’da büyük bir müzikal dönüşüm başlamıştı. Beatles’tan Anathema’ya, Pink Floyd’dan Queen’e dünya üzerinde yeri dolmayacak bu müzik grupları çok sesli ve renkliliğin birer nişanı olarak tek tek ortaya çıkıyordu.

Bunun en büyük nedeni İngiltere’nin o dönemlerde büyük bir göç akınına uğramasıydı. Adaya gelen insanlar zamanla kültürel katmanların oluşmasını sağlamanın yanında müzikal anlamda derin bir belleği de yanlarında taşıyorlardı.

68 senesinde Beatles’ın “Revolution 9” isimli şarkısında Farid Al Atrash’ın Awel Hamsa’sını koyması bunun büyük delillerinden birisiydi. Queen zaten başından beri oryantalist tınıları kullanan bir grup oldu.

Bunda Freddy Mercury’nin İran orijinli genlere sahip olmasının yanında “Mustafa İbrahim” gibi peygamber isimleri içeren şarkılar yapması, “God” yerine “Allah” lafzını kullanması gibi atraksiyonlar vardı. Ve bu yenilikler tüm müzik camiasında oldukça ilgi gördü.

Peşi sıra abilerinden etkilenen Bryn Jones isimli Manchester’lı genç “Muslimgauze” ismiyle Orta Doğu temalı müziklerini elektronik ve ambient müziğin zirvesine taşıyacaktı. Sting’in Desert Rose şarkısı, Natacha Atlas’lar, Feyruz ve Ümmü Gülsüm şarkılarının coverlarının devamlı olarak liste başı olması artık bu kültürün sarsılmaz gücünü dünyaya anlatıyordu.

Tıpkı Romeo ve Juliet’ten seneler önce yazılmış ve hemen hemen aynı temayı işleyen “Varka ve Gülşah” hikayeleri gibi doğu hep kopyalanan, alıntılanan büyük bir belleğin membaı oldu. Fakat pazarlama sorunu, gizli bir hazine olarak kalmasının da başat nedeniydi. Yani dilediğin gibi alıntılanıyorsun, ilham oluyorsun, kullanılıyorsun fakat bundan kimsenin haberi olmuyor.

“Işık Doğudan Yükselir” bu anlamda haleti ruhiyeyi anlatacak en güzel cümle. Hala daha dünya var olduğundan beri akan suyuyla her şeyi yeşerten o topraklar sanat ikliminin ana kaynağı.

Bu renkliliğin en güzel örneklerinden birisi olan müzik grubu Orange Blossom turne kapsamında Ankara’da konser verdi.

Kurucusunun Fransız olduğu grup, büyük ölçüde adı daha önce çok da duyulmamış geleneksel müzisyenlerle çalışarak, Orta Doğu klasiklerinden, Batı Afrika poliritimlerine, elektronikten ve rock’a kadar hemen her çeşit müziği harmanlayarak bambaşka bir müzik türüne öncülük yapıyor.

İlk olarak Led Zepplin’in eski solisti Robert Plant’in dikkatini çeken grup, asıl şöhretini Netflix’te yayınlanan, başrolünde Gerard Depardieu’nun oynadığı Marseille isimli dizide “Ya Sidi” şarkılarının kullanılmasına borçlu.

Türkiye’de de dizinin senaryosuna öykünen “Çukur” isimli dizide yine aynı şarkının çalınması grubun ülkede tanınmasını sağladı.

“Sidi” aslında Arapların şeyhleri için kullandıkları kelime. “Ommaty” şarkılarında yine tarikat zikirlerinde söylenen, Busiri’nin Kaside-i Burde’sinin Salavat-ı Şerif bölümünü okumaları, şarkıların zaten külliyen Arapça olması ve solistleri Hend Al Rawy’nin Mısırlı, Ghalia Al Benali’nin de Tunuslu olması bu çok renkliliği daha iyi nasıl anlatabilir ki.

Koca bir konser salonu olarak “Mevla ya Salli ve sellim daimen, ebeden. Ala Habibike hayril halki kullihimu” söylenmesi benim bunca yıllık müzikal serüvenimde, sayısız konserin dinleyicisi olduğum ömrümde bir ilkti. İnanan inanmayan, Müslüman veya başka bir dinden her insanın ağzında koro halinde söylenen o cümleler…

Grubun Meksika doğumlu kurucu ortağı ve davulcusu Carlos Robles Arenas son albümleri için çıktıkları turnede grubun ritmini bulması için harcanan yılları boyunca gelişim sürecini ve müziğin neden dünyaya ait bir kavram olması gerektiğini Arapça ezgiler eşliğinde kendisinden geçerken en iyi biçimde anlatıyordu.

Düşünün ki bence en iyi albümlerinden birisi olan Under the Shade of Violets, Fransa, Ürdün, Mısır, Küba, Brezilya, Fas ve Venezuela gibi 7 farklı ülkede farklı zamanlarda farklı müzisyenlerle çekilen kayıtlarla oluşuyor ve Mısır’ın İsmailiye kasabasından yerel bir ses olan Hend Al Rawy ile en uzak coğrafyalarda çalıyor ve söyleniyor.

Zaten albüm için şöyle bir tanımlama yapılmıştı bir konser broşüründe “Muhtemelen Pink Floyd, Ummu Gulsum ve Joy Division birleşiminden doğmuş, olağanüstü, etkileyici, büyüleyici bir albüm…’’

İşte tüm bu harikalıklar eşliğinde izlediğimiz konserde bu sefer solist Ghalia Benali’ydi. Kendisini 17.yy. Fransız kraliyet Bestecisi Marin Marais’in Viyolonsel süitine Arapça sözlerle eşlik ettiği “Call To Prayer” albümünden biliyordum ve hem tarzına hem de sesine hayrandım.

Tüm bu güzelliklerin buluştuğu konser ayaklarımızı yerden kesti. Derinimizde sesleri, Allah’ı, ruhu ve manayı hissettiğimiz, tüm duyguların tek bir yerde birleştiği harika bir gece kaldı.

Konserin tüm gelirinin Filistin’e bağışlanması… İşte sanatın yönünü sadece doğruya ve güzele çevirmesinin, hakkı aramasının, aramasa dahi ateşe ufak da olsa bir su dökme çabasının en güzel örneğiydi.

Işık hala ve hep doğudan yükseliyordu…

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.