‘Es-Es’ formalı Haydar Ergülen
Haydar Ergülen’in ‘ESKİ Şehir Spor’ kitabı Kırmızı Kedi Yayınevi’nden çıktı, kapağındaysa Eskişehirspor formalı bir fotoğrafı var. ‘Es-Es’ çok sağlam bir takımdı, hiç de ‘toprak saha’ takımına benzemez, yumuşacık, sahada kayar gibi tekniği yüksek top oynardı. Kitaptan az çok ‘ESKİ Şehir’i de öğrendim. Haydar şehrini ‘limonata gibi bir şehir’ olarak tanımlıyor, bayıldım. Kalemine sağlık Haydar, yer yer hüzünlendim, yer yer güldüm, en önemlisi de bu kitapla seni daha fazla tanımış oldum.
Bâb-ı Âli’de bizim kuşak çoğunlukla Fenerbahçeliydi. Adnan Özer, Metin Celal, Burak Eldem, İzzet Eti, Merih Akoğul, say say bitmez. Mehmet Müfit ve yanlış anımsamıyorsam bir de Halil Turhanlı Beşiktaşlıydı, Hasan Kaçan ve Ahmet Erhan ise Galatasaraylı. Haydar Ergülen de ‘Üç Çiçek’ yıllarından arkadaşımız, ancak Haydar ile bir gün olsun dahi futbol konuştuğumuzu hiç hatırlamıyorum, onun Eskişehirsporlu olduğunuysa son beş altı yıl içinde öğrendim. Pederi, orta ikiden terk, kaportacı Kel Hasan başta Fenerbahçeliymiş, fakat ‘65’den sonra Müminli, Kamuranlı, Süreyyalı, Fethili ve Enderli ‘Es-Es’ fırtınası esince, Kel Hasan fanatik bir Eskişehirsporlu olup çıkmış, her maç günü arkadaşlarıyla Mavi Köşe’de takılırmış, aslan sütü bahâne sohbet şahane veya sohbet bahâne aslan sütü şahane, artık hangisiyse, Kel Hasan’ın pederiyse, ilginçtir bir İstanbul takımı olan Vefa’yı tutarmış. Bizim Haydar’a gelince, gözlüklü, koca kafalı, kepçe kulaklı bir çocuk, futbolla hiç ilgilenmiyor, aklı fikri kitaplarda ve filmlerdeymiş. Şimdi onun Kırmızı Kedi Yayınevi’nden ‘ESKİ Şehir Spor’ kitabı çıktı, kapağındaysa Haydar’ın Eskişehirspor formalı bir fotoğrafı var, ben çok hoş buldum.
Benim ilk gençliğimde ‘Es-Es’ çok sağlam bir takımdı, amigosu Orhan, teknik direktörü Abdullah Gegiç, siz bir de kadrosuna bakın: Mümin, İsmail, Nihat, Burhan, Vahap, Nehir, Ender, Necdet, Kamuran, Nuri, Fethi. ‘Es-Es’ hiç de ‘toprak saha’ takımına benzemezdi, yumuşacık, sahada kayar gibi tekniği yüksek top oynardı, sanki ülkemize yanlışlıkla düşmüş bir İngiliz takımı gibiydi. O yıllarda benim en korktuğum ama seyrine doyamadığım takım Eskişehirspor’du. Mithatpaşa Stadı’nda bir İstanbul takımıyla maçı olsa mutlaka giderdim. Haydar’ı okurken hep o yıllara döndüm, bir de kitaptan az çok ‘ESKİ Şehir’i öğrendim, o şehri en son gördüğümde ilk mektebin birinci sınıfına başlamış mıydım, emîn değilim. Şimdi, Kurtuluş Mahallesi’ni, Kılıçoğlu, Asri, Atlas, Yurt, Marmara ve Büyük sinemalarını ve de Mavi Köşe’yi artık vaktiyle limonata içen kepçe kulaklı bir çocukluk yaşamış olan Haydar ile konuşabilirim, şehrini de zâten ‘limonata gibi bir şehir’ olarak tanımlıyor, bayıldım. Bir kitabında Üsküdar’da ‘80 öncesinde Ömer Ateş ile ülkücülerin elinden nasıl kaçtıklarını anlatmıştı, leziz üslûbunda biraz ‘Canciğer Kardeşler’ havasını bulduğumdan, pek gülmüştüm. Ama, bu defa, lisenin birinci sınıfındayken, olsa olsa en fazla on dördündedir, on kadar ülkücü ağabeylerin onu Alaaddin Parkı’nda sessiz film oynar gibi dövmelerine içim yandı. Emeğine, kalemine sağlık Haydar, ‘ESKİ Şehir Spor’ harika bir kitap olmuş, yer yer hüzünlendim, yer yer güldüm, ama en önemlisi de bu kitapla seni daha fazla tanımış oldum.
OKUMAYA DEVAM ETTİKLERİM
Şu sıralar elimde iyi kitaplar var: Rukiye Saran Aydın’ın Hece Yayınları’ndan çıkan ‘Beli Bükük ile Mezar Taşı’ isimli kitabındaki hikâyeler çok ustaca. Bu kitaba mutlaka bir başka yazımda daha uzunca değineceğim. Metin Turan’ın Favori Yayınları’ndan çıkan ‘Kaçak Ânın Büyüsü’nü maalesef biraz gecikmeli okumaya başladım, ama iyi gidiyor. Hakan Aytaç’ın Tara Kitap’tan çıkan ‘Balayı’nı yarıladım, merâk ediyorum balayı nereye varacak. Manuel Scorza’nın ‘Dikenli Tel’i Ötüken Neşriyât’ın modern klasikler dizisinden yeniden çıktı, bende e Yayınları baskısı da var. Çok sevdiğim, hatta Marquez’in ‘Yüz Yıllık Yalnızlık’ından çok daha iyi bulduğum bir şaheser. Bana göre edebiyatın en iyilerinden, Scorza’nın büyülü gerçekçiliği dahi emdiği kara mizahına bayılacaksınız. Mustafa Ali Yurdupak’ın ‘Sahte Bayrak Operasyonu’ gerçekten çok esâslı bir casusluk romanı, tam sevdiğim tarzda hurde teferruatlarla örülmüş. Edebiyat simsarlarının bu romanı atlamasına hayli üzüldüm, oysa bir ‘çok satar’ olabilirmiş.
SAHHAFİYE KÖŞESİ
Gelelim bu haftanın sahhafiye köşesine: İlk kitabım Patrick White’ın Sander Yayınları’ndan Belkıs Baykal çevirisiyle ‘73’de çıkan ‘Yaşayanlar ve Ölüler’i, muhteşem bir roman. Bir sahhafta görürseniz, sakın kaçırmayın. İkinci kitabımız, Jim Tompson’un Mükerrem Taşman çevirisiyle ‘74’de Milliyet Yayınları’ndan çıkan ‘Firar’ı, nefes kesici bir tempo, filmini de anımsarsınız. ‘72’de Sam Peckinpah çekmişti ve bizde ‘Sonsuz Kaçış’ ismiyle oynamıştı. Üçüncü kitabımız Ian Fleming’in ‘Uçan Otomobil’i, F. Gülen çevirisiyle ‘72’de Milliyet Yayınları’nın çocuk kitapları dizisinden yayınlanmıştı. Dördüncü kitabımız, Gordon M. Williams’ın Mehmet Harmancı çevirisiyle ‘74’de Uycan Yayınları’ndan çıkan ‘Köpekler’i, son kitabımızsa Paul Gallico’nun Ayşegül Çetin çevirisiyle ‘97’de Telos Yayıncılık’tan çıkan ‘Thomasina’sı. Hepinize keyifli sahhaf dolaşmaları diliyorum...
TATİLE GİDERKEN OKUYACAK ROMAN ARAYANLARA
Anne Michaels benim kuşağımdan, sanırım benden bir yaş küçük, asıl şâir, fakat ‘Bölük Pörçük Yaşamlar’ isimli romanıyla küresel bir şöhrete sâhip oluyor. Ben romanın ‘98’deki Adam Yayınları baskısını görmemiştim ama 2007 yapımı olan ‘Fugitive Pieces’i, sanırım bizde ‘Kaçak Hayatlar’ diye gösterilmişti, iki defa seyretmiştim. Birini sırf Rosamund Pike gibi bir güzele bakmak içindi, diğeriyse Anne Michaels’in dünyasını keşfetmek içindi. Filmi başarılı bulduğumu pek söyleyemem, ancak merâkımdan rahmetli Kemal Atakay’ın çevirisiyle Timaş Yayınları’ndan geçenlerde çıkan ‘Bölük Pörçük Yaşamlar’ı okudum. İyi ki romanı merâk etmişim, elimden bırakamadım, şâirâne bir anlatımla, nefis bir çeviriyle karşılaştım. Tatile giderken roman arayanlara hararetle ‘Bölük Pörçük Yaşamlar’ı tavsiye ederim, çok seveceğinizden ve hikâyesini de asla unutmayacağınızdan emînim.














