Goebbels’in idealindeki ‘Yeni Alman’ Türkçede
Nazi Almanyası’nın Propaganda Bakanı Joseph Goebbels’in ‘Michael, Bir Alman Yazgısı’ isimli romanı Fihrist’ten çıktı. Romanın kahramanı Nazi oluşun bir sembolüdür, büyük savaşta yenilmiş ve aşağılanmış bir milletin yeniden doğuşa ihtiyacı vardır, bunun da erkeklikten geçtiğine inanılmaktadır. Ben ‘Michael’i roman olarak okumaya başladım, ancak parti propagandası veya tarihsel belge olarak bitirdim. Kitabın belki edebî değeri ve edebî lezzeti yok, ama tarihsel derinliğinin bulunduğu muhakkak.

Fihrist Kitap’ı kaç kişi takip ediyor, bilmiyorum. Kitapçılarda bulmak pek mümkün değil, bildiğim kadarıyla her kitabı az sayıda basıp, internet üzerinden satışlarını yapıyorlar. Benim opera kitapları dizisi için Fihrist’e ayrı bir sempatim var, ama Roger Scruton’un ‘Yeni Sol Düşünürleri’ ve Lew Rockwell’in ‘Sola Karşı’ kitaplarını da yayıncılık açısından önemli ve değerli bulduğumu belirteyim. Geçtiğimiz aylardaysa Joseph Goebbels’in ‘Michael, Bir Alman Yazgısı’ isimli romanı da Fihrist’ten çıktı. Yanılmıyorsunuz, Nazi Almanyası’nda Propaganda Bakanı olan Goebbles’ten bahsediyorum, onun roman yazdığı, edebiyat ve felsefe tahsil ettiği nedense unutuluyor veya atlanıyor. Bildiğim kadarıyla ‘Michael’ yayınlanmadan yıllarca beklemiş, ilk baskısınıysa ‘29’da Franz Eher Nachfolger’den yapmıştı. ‘20’de Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi Franz Eher Nachfolger’i yüz on beş bin papiermarka satın alınca, partinin merkez yayıncısı olup çıkmıştı. Hitler’in ‘Kavgam’ı da ‘26’da ve ‘27’de iki cilt olarak Franz Eher Nachfolger’dendi. ‘20 ile ‘45 arasında Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi’ne hizmet eden başka yayınevleri de vardı, Alman Halk Yayınevi, Hoheneichen, Lehmanns, ve Volk und Reich gibi.
Goebbels’in günlükleri ülkemizde ne zaman yayınlanır, bilmiyorum, ancak ‘Michael’ı yedisinden yetmişine Alman milletinin niçin Nazileri iktidara getirdiğine dâir birinci ağızdan bir kaynak olarak da okuyabilirsiniz. Romanın kahramanı Nazi oluşun bir sembolüdür, büyük savaşta yenilmiş ve aşağılanmış bir milletin yeniden doğuşa ihtiyacı vardır, bunun da erkeklikten geçtiğine inanılmaktadır. ‘Erkek olmak istiyorum! Bir kişiliğim olsun istiyorum. Kişilik! Yeni Alman’a giden yol!’. Yeni Alman, kafasını bilgiyle doldurmak için dünyaya gelmemiştir, savaşmak için doğmuştur, halk bunu isteyenlerin toplamıdır, devlet de halkın istediğinin biçim almışlığıdır. Yeni Alman’ın en büyük düşmânı ise Yahudi’dir. Yeni Alman’a yol vermek için bir düşmân yaratmak ise elzemdir. Askerler, öğrenciler ve işçiler yeni Reich’ı inşâ edeceklerdir, işçi derken aklınız başka yerlere kaymasın, Yeni Alman işçiye sosyalistten farklı bakıyordu, çünkü onlara göre işçiler bir sınıf değildi, sınıf ekonomiden geliyordu, işçilerin kökleriyse siyasetteydi, bu yüzden işçi tarihsel bir yapıydı. Ben ‘Michael’i roman olarak okumaya başladım, ancak sonra roman olmaktan çıktı, kitabı parti propagandası veya tarihsel belge olarak bitirdim. Önemli bir kitap, belki edebî değeri ve edebî lezzeti yok, ama tarihsel derinliğinin bulunduğu muhakkaktır. Fihrist’in genel yayın yönetmeni Ömer Alkan kardeşimden şimdi de Goebbels’in günlüklerini bekliyorum.
HAFTANIN DERGİSİ
Bu ay için üç dergiden Sözcükler’i seçtim, Şiraze ve Çelebi gelecek yazıma kaldı. Sözcükler’in bu sayısında Cevat Çapan’ın ‘Mübadele, Çocukluk ve Eğitim Yılları’ başlıklı yazısı, aslında birkaç yıl önce Ayvalık’ta yaptığı konuşmasının metnidir, harika. Babasının hikâyesini kendisinden Todori’de dinlemiştim. Oğuz Demiralp, çok önemsediğim bir romancıyı, Osman Necmi Gürmen’i yazmış. Tahir Abacı’nın ‘Cumhuriyeti Kuran Şiir’i ilginç bir metin. Zeki Z. Kırmızı’nın yazısına ise hiç katılmıyorum, kendisi kimdir ve kaç yaşlarındadır, bilmiyorum, bir defa başvurduğu hoş ve doğru bir üslûp değil, ikincisiyse ne demek istediğini anlaşılmıyor. Örneğin, yazısının daha başlarında, Hilmi Yavuz için şöyle söylüyor, “Kendi yerini, değerini gizemcil ayna izleğini imalayıp ikide bir şiirden kendine yansıtarak, alçakgönüllülük kisvesi arkasında, sanki kendinden bağımsız bir kutcul ses onunla şiir üzerinden bağlantı kuruyormuş gibi dervişane, olanca yalınlığın ve mülkünü yağmaya açmanın, tüm dünya donundan sıyrılıp çırılçıplak varlığa karışmanın sinsi şiir siyaseti bir körün el yordamıyla sürdürülüyor” diyor da, acaba ne diyor? Kusura bakmasın, bu cümleyi anlayan bir okur yazarın, hangi zekâ seviyesinden olursa olsun, çıkacağından şüpheliyim. Melek Deniz Özdemir’in Sheikha Helawy’den çevirdiği dört şiirden bilhassa ‘Feyruz’a bayıldım. Fatin Hazinedar, son yirmi beş yıl içindeki denemeciliğimizin en güler yüzlü ismidir, bu sayıdaki denemesini de sakın ha ıskalamayın.

SAHHAFİYE KÖŞESİ
Bu hafta Sahhafiye köşemizde en başa Joyce Carol Oates’ten ‘Kadınlar’ı yazıyorum. Neş’e Olcaytu’nun çevirisiyle ‘72’de Hürriyet’in ‘Dev Romanlar’ dizisinden çıkmıştı. İkinci kitabımız John Kobler’in ‘Al Capone, Gangsterler Kralı’, okuduğum en iyi biyografilerden biridir, Pınar Kolukısa’nın çevirisiyle ‘73’de e Yayınları’nın ‘Belgeler, Bilgiler,Bölgeler’ dizisinden çıktı. Ben, üçüncü sayfaya düştüğüm kayda göre aynı yıl Gümenüz’de okumuşum, kitabı Alaçam’dan aldığımı anımsıyorum. Üçüncü kitap, Milliyet’in ‘Mizah’ dizisinden, ‘72’de Ülkü Tamer’in çevirisiyle çıkan Jean-Claude Carriére’nin ‘Tatil Günleri’, çok eğleneceksiniz, sinemaya Jacques Tati uyarlamıştı. Dördüncü kitabımız, Sander Yayınları’ndan L.P. Hartley’in ‘Arabulucu’su, Duygu Uğur çeviriyle ‘72’de çıkmıştı. Joseph Losey’in romandan uyarladığı ‘Arabulucu’ filmini kim unutabilir. Son kitabımız ise Kyle Onstott’un köle ticareti üzerine emsâlsiz romanı ‘Mandingo’, Armağan İlkin’in çevirisiyle ‘77’de e Yayınları’ndan çıktı, romandan Richard Fleischer’in ‘75’de sinemaya uyarladığı ‘Zincirli Köle’yi anımsayanlar olacaktır. Filmde Blanche Maxwell’i oynayan Susan George müthişti.

HAKİKİ SHAKESPEARE’NİN PEŞİNDEKİ SATIRLAR
Geçtiğimiz hafta Koç Üniversitesi Yayınları’ndan Hamdi Koç’un çevirisiyle Stanley Wells’in ‘Shakespeare Nasıl Biriydi?’ isimli kitabını elimden bırakamadım. Eğlenceli olduğu kadar öğretici bir kitap. Shakespeare zamanının en popüler tiyatro yazarı olmasına rağmen, bilinmeyenleri çok fazladır. Bu yüzden de onun hakkında bir yığın sallama var, bir ara Freudyen psikoloji akımına dayalı Shakespeare çalışmalarındansa midemin bulandığını anımsıyorum. Stanley Wells’in kitabıysa hiç öyle değil, Stratford-upon-Avon’daki hakiki Shakespeare’in peşine düşmüş, yöntemine bayıldım. Çağdaşları Shakespeare’in dürüst biri olduğunu söylüyor, sizse ciddi bir kitap okuruyla, esnek ve geniş kelime hazinesi çağdaşlarının çok ilerisinde olan bir yazarla ve çok çalışkan bir adamla karşılaşıyorsunuz. Stanley Wells, onun Stratford-upon-Avon’da farklı Londra’da farklı yaşamları olduğu kanısında ama benim bu konuda şüphelerim var, onlar da bir başka Shakespeare yazısına kalsın.
