Merakla okunacak dört kitap
Elif Uzunağaç’ın editörü olduğu ‘Kırımlı Önderler’i okurken, sizlerin de asâbının bozulacağından eminim. İbrahim Öztürkçü’nün notlandırarak yayıma hazırladığı ‘Eski İstanbul’dan Yapraklar’, Reşid Halid Gönç’ün Vakit gazetesinde neşrettiği İstanbul yazıları. Ahmet Yaşar Ocak’ın ‘Bektaşîlik’ kitabındaki Bektaşîlik, Kızılbaşlık ve Alevîlik ayrımları çok öğretici. Hale Sert’in ‘Kuşlar ve Geçmeyen Şeyler’ hikaye kitabındaki metinler ise Borges’inkiler gibi büyüleyici ve sarsıcı.
Bu hafta size dört kitap tavsiye edeceğim. İlki, Elif Uzunağaç’ın editörlüğünü yaptığı ‘Kırımlı Önderler’ isimli değerli bir tarih çalışması. Kitapta, İsmail Gaspıralı, Hasan Sabri Ayvazov, Abdürreşid Mehdi, Numan Çelebi Cihan, Veli İbrahim, Cefer Seydahmet Kırımer, Bekir Sıdkı Çobanzâde, Ahmet Özenbaşlı, Müstecip Ülküsal, Edige Mustafa Kırımal ve Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu gibi önemli isimlere dâir makaleler bulunuyor. Ben en fazla Marksçı düşünce ile en ufak bir ilgisi bulunmayan ve köleci emeğe dayalı bir polis rejimi olan Bolşevik rejimin zulmüne uğrayan Kırımlı önderlerin sayısını merâk ettiğimden, ilk işim vefâtlarının dökümünü yapmak oldu. Gaspıralı ismine ‘Rus İhtilâli’ denen iktidar gasbından önce kronik bronşitten vefât ediyor.
Hasan Basri Ayvazov’un ‘38’de kurşuna dizildiği söyleniyor. Abdürreşid Mehdi Allahtan ‘ihtilâl’ denen garabeti görmüyor, iktidarın Bolşevikler tarafından gasbının öncesinde veremden kurtulamıyor. Numan Çelebi ‘18 yılında Bolşeviklerce tutuklanıyor, ağır işkencelerden sonra kurşuna dizilerek öldürülüyor ve cesedi Karadeniz’e atılıyor. Veli İbrahim ‘28’de Stalin’in talîmatıyla ortadan kaldırılıyor. Cafer Seydahmet Kırımer şanslıymış, yıllar sonra, ‘60 yılında beyin kanamasından hayatını kaybetti. Bekir Sıdkı Çobanzâde ‘37’de veya ‘39’da idam edildi. Ahmet Özenbaşlı ‘47’de yirmi beş yıl hapis cezasına çarptırıldı, ancak Stalin’in ölümünden sonra ‘55’te hapisten çıktı. Müstecip Ülküsal ‘66’da Kadıköyü’nde gelmeze gitti.
Edige Mustafa Kırımal’ı bir mide kanseri ameliyatından üç yıl sonrasında ‘80’de kaybettik. Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu ise, benim kuşağımdan sağcının da solcunun da çok yakından bildiği bir isim: ‘Kırımlı Önderler’i okurken, maalesef hoşça vakit geçireceksiniz diyemiyorum, sizlerin de asâbının bozulacağından eminim. VakıfBank Kültür Yayınları’nın tarih dizisinden yeni çıkan Dennis P. Hupchick’in ‘Balkanlar’ını ve editörlüğünü Okan Yeşilot’un yaptığı ‘Türk Tarihinin Dağları, Gölleri ve Nehirleri’ni ise en kısa sürede okuyacağım, masama aldım.

‘REŞİD HALİD GÖNÇ’ÜN VAKİT GAZETESİNDE NEŞRETTİĞİ İSTANBUL YAZILARI
Tavsiye edeceğim ikinci kitap olan İbrahim Öztürkçü kardeşimin notlandırarak yayıma hazırladığı ‘Eski İstanbul’dan Yapraklar’, Reşid Halid Gönç’ün ellisinden sonra Vakit gazetesinde neşrettiği İstanbul yazılarıdır, Ötüken Neşriyât’tan çıktı. Reşid Halid Gönç ismini ilk defa ‘80’li yılların başlarında, Bâb-ı Âli’den Sirkeci’ye inerken, Firuzan Hüsrev Tökin’den işitmiştim.
Bâb-ı Âli’nin müthiş koleksiyoncusu onun ahbâbındanmış, Hilmi Yavuz, üstâdımızın kendisinden de imzalı fotoğraf aldığını söylüyor. Gönç’ün makaleleri malûmat-ı vâsia kaynağı, örneğin Lüpçü Affan’ı üstâddan öğrendim, Yağlıkçı Reşide Hanım’ı ve Salepçi Hacı Raif Ağa’yı da, Şevket Bey’i ondan evvel bir yazan var mıydı, emin değilim. Mersin Çayhânesi’ne, Said Efendi’nin bağına, Burhan-ı Terakî-i Hamidî Mektebi’ne ve İçerenköyü’nden arabacı birâderlere dâir en ayrıntılı bilgiler Reşid Halid Gönç’te. İbnülemin Mahmud Kemal’in onun ‘Dilber Râna’ makalesi için köpürmesiniyse hiç anlamadım.
Eski İstanbul’un, benim ‘Ahşap İstanbul’ dediğim devrinin, yaz ve kış hazırlıklarına, konaklarına, hizmetkârların döşek cukcuklamalarına, saz âlemlerine ve mağazalarına sizler de benim gibi mübtelâysanız, ‘Eski İstanbul’dan Yapraklar’ size göre bir kitap. Az kalsın unutuyordum, Lâleli’nin meşhûr ‘Küçük Hanım’ı Belkıs tam bir roman kahramanı, müthiş! İbrahim Öztürkçü’yü, ‘Hayat-ı Hakikiye’ dizisinin editörü Oğuzhan Murat Öztürk’ü ve Ötüken Neşriyât’ı kutlarım.
YENİ SORULARA KAPI AÇAN SAYFALAR
Ahmet Yaşar Ocak’ın ‘Bektaşîlik’ kitabı ise Timaş Yayınları’ndan çıktı. Salı gecesi elime aldım, bitirdiğimdeyse gün aydınlanmıştı. Ocak’ın, Bektaşîlik, Kızılbaşlık ve Alevîlik ayrımları çok önemli, çok öğretici. Bektaşîlik için Kalenderi zümreden Haydariliğin Hacı Bektaş kültü etrâfında şekillenen bir kolu diyor, Kızılbaşlık için heterodoks konar göçer Türkmen ve Kürt boylarını ifâde eden siyâsî, dinî ve sosyal bir olgu notunu düşüyor, Alevîliği ise farklı bir toplumsal zihniyet, bir yaşam tarzı ve Sünnî iktidar karşısındaki muhâlif tavır olarak tanımlıyor. Bektaşîliğin asırlar boyunca devlet himâyesinde yaşadığı muhakkaktır, belki bir Yavuz Sultan Selim devrinin dışında, o devre ait kaynakların sıhhatleriyse şüpheli.
Ocak, kitabın 77’nci sayfasında, Bektaşîlikte asırlar evvelki Paylikeanklığın ve Bogomilciliğin bazı izlerinin bulunduğunu söylüyorsa da, Bizans Anadolusu’ndaki Paylikeanklık 10’uncu yüzyılda ortadan kalktı, yani Anadolu toprakları Türkleşmeye başlamadan asırlar önce, bilhassa Paylikeanlıktaki ‘eline, beline ve diline sâhip olmak’ ilkesinin nasıl ve nereden Bektaşî teolojisine dahil olduğunun maalesef ikna edici bir açıklamasını yapmıyor. Belki de çalışmasını sınırlı tuttuğundan o konuyu kitapta bölümleştirmemiş olabilir. Buna mukabil, ‘Bektaşîlik’ önemli bir kitap, bende bazı sorulara kapı açtı, kitaplıklarınızda mutlaka bulunmalıdır derim...
BORGES’İNKİLER GİBİ BÜYÜLEYİCİ VE SARSICI METİNLER
Hâle Sert’in ‘Edebiyat Devrimi’ni daha önce okumuştum, hikâyeleriyle ilk defa karşılaşmamsa benim kabahatim. Hece Yayınları’ndan çıkan ikinci hikaye kitabı ‘Kuşlar ve Geçmeyen Şeyler’i bana Karar gazetesinin iftar gecesinde verdi, taşınma telâşıyla epeyce bir süre masamda kaldı, geçenlerde bir gece uyku tutmayınca elime aldım. Kitapta on altı hikâye var, ancak ‘Kargaların Mesaisi’, ‘Hav-va’, ‘Kaplumbağa’ ve ‘Serçe’ hikâyelerini diğerlerinden ayırıyorum, bunlar hikâyeden çok daha fazlası, tıpkı Borges’inkiler gibi büyüleyici ve sarsıcı metinler, bayıldım! ‘Kargaların Mesaisi’nde mezarlık için ‘dünyanın merkezi’ diyor, aynı düşüncedeyim, artık çoğu mezar sadece isimlerin izlerini taşıyor, isimse hiçbir alfabeye tekabül etmiyor, isimleri Allah’ın kendi lisânında insanın kemiğine üflediğinin bir kuşlar farkında, bilhassa da kargalar.
‘Hav-va’da namaz için bakın ne diyor: ‘Anne karnına dönüş özleminin en görünür hâli’, namaza duran insansa ‘insanın kelimesiz hâli’. ‘Kaplumbağa’da müthiş bir tesbit var, ‘kaplumbağalar duygularını dondurabildikleri için yüzyıllarca yaşayabiliyor’ diyor muharririmiz. Ormandaki diğerleri mi? ‘Geyik, bakışlarındaki hüzünden vurulur. Yılanın parlak, kıvrımlı dansının neşesi çeker kartalı. Tavşan sevişmelerinden yayılan haz, avcının iştahını kabartır durur’. Hâle Sert’i tebrik ederim, onun yazacağı bu tarz hikâyeleri de merâkla bekleyeceğim, harika bir hikâyeci!
