Süleymaniyelilerin edebiyatımıza şık müdâhalesi
Orhan Alkaya’nın şiir kitabı ‘Pâre’ SRC Yayınları’ndan, Ahmet Zeki Pamuk’un ‘Hatırla(t)malar’ isimli nefis kitabı Ötüken Neşriyât’tan çıktı. Her ikisi de aynı fakültede okuduğumuz, Süleymaniye’de edebiyat sohbetleri yaptığımız yarım asırlık arkadaşlarım. Alkaya’nın ‘Pâre’si hakkâklığının nefis bir örneği, her kelimenin sırlı bir hikâyesi var, bayıldım. Ahmet Zeki’nin kitabı ise bugünlerde okuyacağınız en iyi ‘Beyoğlu kitabı’, her satırında beni ağlatan bir yaşanmışlık var.

Son birkaç ay içinde iyi şiir kitapları çıktı, Bâki Ayhan’ın ve Ömer Erdem’in kitaplarına bayıldım, geçtiğimiz yılın son günlerinde basılan ‘Pâre’yi ise nihâyetinde görüp okuyabildim. Orhan Alkaya benim Fenerbahçe Lisesi’nden ve İstanbul Hukuk’tan arkadaşım, sonra elbette Süleymani’yeden ve Köhne’den, dile kolay değil, arkadaşlığımız yarım asrı aşmış, usta şâirdir ve kelime hakkâkıdır, şiirine bir telkârî ustası gibi çalışır. Onun SRC Yayınları’nın Bi’dünya Şiir Dizisi’nden yayınlanan ‘Pâre’ de hakkâklığının nefis bir örneği, her kelimenin sırlı bir hikâyesi var, bayıldım. Orhan’ın ‘kânun-i esâsîye koştuyduk /: ân, zamanı silen türkçü vatan/ !dan /kurtulur gibiydi- muvakkat / ite kaka oyandırıldık o rü’yadan / tıkırdıyordu grapondan bir saat / ki kıraat zamanının tuhaf ânıydı / büyüyecekti sirkatte el!aman’ veya ‘gitmek ah gitmek ve kitabınca ölmek isterdim çün / öğrenebileceğim son bilgiydi yaşamaktayken ölüm’ gibi dizelerinin âh-ı derûnîliğini anlamak, ‘80 sonrasının kuşakları için hayli zordur. sadece onlara mı, hayır, kitaptaki pek çok dize ‘80 öncesinde bir ‘özel hayat’ı olmayan her okura da bir çalım atıp geçiverir. O ‘kayıp’ yıllarda, şâyet Ostrovski, Gladkov, Gribçeva, Vasiliyev veya Stanev kitaplarının yerine, ‘Beyaz At’ın veya ‘Gün Doğarken Bülbül Susar’ın peşine düşmüşseniz, biliyorum az sayıdayız, ‘Pâre’ tam sizlik bir ‘şölen’ olacaktır, kaçırmayın.

OKUYACAĞINIZ EN İYİ ‘BEYOĞLU KİTABI’
Bir eski arkadaşım da Ahmet Zeki Pamuk, onun ‘Hatırla(t)malar’ isimli nefis kitabı Ötüken Neşriyât’tan çıktı. Ahmet fakültede benim bir alt sınıfımdandı, bizler tek numaraydık, Orhan Alkaya ise çift numaraydı, Ahmet ile ‘78’de Süleymaniye’de tanıştık, o yıllarda hemen herkesin bir fraksiyonu vardı ya, Ahmet’inki pek sevilmezdi, bana sorarsanız da büyüklü küçüklü hepsi Stalinist olduğundan, zaman kaybıydı, buna mukabil arkadaşlarım arasında Hüseyin Rahmi, Halit Ziya ve Refik Halit okuyan tek adamdı, onu ıskalayamazdım. İnanın kırk yedi yıl boyunca da Ahmet Zeki ile pek siyâset konuşmadık, hatta hiç konuşmadık dahi diyebilirim, Süleymaniye’deki, Yedikule’deki ve Beyoğlu’ndaki sohbetlerimizde sadece edebiyat, sinema ve tiyatro vardı. O sohbetlerimizin bir kısmını Ahmet Zeki’nin ‘Hatırlatmalar’ kitabında bulabilirsiniz, çok hüzünlendim. Krepen Pasajı, şimdi yok, Emek Sineması, şimdi yok, Fitaş ve Dünya sinemaları, şimdi yok, Sander Kitabevi, şimdi yok, yahu Naci Amca da Özden Teyze de yoklar, Cihangir’deki ev de! Ahmet Zeki’nin kitabı bugünlerde okuyacağınız en iyi ‘Beyoğlu kitabı’, her satırında beni ağlatan bir yaşanmışlık var, kitabın Besim Dalgıç işi iç tasarımı da enfes. Ahmet Zeki’den artık başka ‘Beyoğlu kitapları’ da bekliyorum, eminim sizlerde tiryâkisi olacaksınız Ahmet Zeki’nin üslûbunun...

BİR KİFAYETSİZ MUHTERİSLİK ÖRNEĞİ
Geçen haftaki ‘Kitap Kazıları’ yazım üzerine bir şâir sosyal medya hesabından “Taner Ay imzalı Enis Batur ve müridi övgüsüne bir hatırlatma daha” başlığıyla bir döşenmiş ki, sormayın! Böyle biri kat’â arkadaşlarım arasına giremeyeceğinden, yazdıklarını bilmiyordum, Ahmet Zeki Pamuk ve Oğuzhan Murat Öztürk gönderince öğrendim, adam zât-ı fahâmet penâhî edasında “bir hatırlatma daha” vurgusunu yaptığına göre, bana daha evvel de sövüp saymış olmalı, bilmiyorum, ama asıl üzüldüğüm şey bir ‘kültür insanı’nın kifâyetsiz muhterisler gibi ‘eleştiri’ yerine hakarete tevessül etmiş olmasıydı. Adamın derdi kiminledir, çözemedim. Ancak, o kadar câhil-i anûd ki, Enis Batur’a hakaret için bula bula, ‘paşa çocuğu’ ifâdesini bulmuş, evet, Batur ‘Uçan General’in oğludur, Hava Kuvvetleri Komutanlığımızı yapmış olan pederi Muhsin Batur ise milletimizin gururudur. Enis Batur’a gelince, vaktiyle bir kitabını da pek beğendiğim şimdilerin edeb-i kelâm fakiri şâirimiz, hadi bir Enis Batur daha çıkarsın, mümkün değil, yok! Yahu, bu ülkede bir değil on Enis Batur olsaydı, edebiyatımız asla mezbeleliğe dönmezdi, sadece has edebiyatçıları okurduk. Şâirin Mustafa Aplay için kullandığı çirkin ifâdeyi buraya yazamayacağım, harika bir yazar, dediğim gibi sağdan soldan kifâyetsiz muhterislerin seslerine kulaklarını tıkarsa, mutlaka önümüzdeki yirmi beş yıla damgasını vuracaktır. Ayrıca, adamın Aplay’ı okuduğunu da hiç sanmıyorum, çünkü okusaydı yazdıklarından sonra vicdânı kanardı ve roman ile hikâyeyi karıştırmazdı. Bir de, Aplay’ınki şiir kitabı olmadığı hâlde, yazısını ‘şiire dâir her sorununuzda ve sorunuzda yirmi dört saat yanınızdayım’ diye bitirmesi var, onun yazdıklarının altında telefon numarasını vermesineyse güleyim mi yoksa kızayım mı, inanın bilemedim: Sen şiirde ehl-i vukûf musun birâder, daha Hilmi Yavuz ve Cevat Çapan hayattalar, ayıp, sesini bir kıs hele!
