Döviz kuru artmıyor ve faiz hala yüksek: Enflasyon neden düşmüyor?
TÜİK verilerine göre Ocak 2025’te, enflasyon aylık bazda %5,03, yıllık bazda ise %42,12 olarak gerçekleşti.
Enflasyon Araştırma Grubu'na (ENAG) göre ise, Ocak ayında %8,22, yıllık bazda %81,01 artış gösterdi.
Devletin resmi istatistik kurumu ile özel bir araştırma grubunun, yıllık enflasyona ilişkin verileri arasında neredeyse iki kat fark olması son derece şaşırtıcı ve kafa karıştırıcı..
Prensip olarak devletin ilan ettiği resmî enflasyon rakamlarına itibar etmemiz gerekiyor. ENAG’ın ilan ettiği rakamların normalden yüksek olduğunu kabul etsek de; aydan aya sürekli artan fiyatlardan hareketle, herkesin kesesine hitap eden gerçek enflasyonun TÜIK’in ilan ettiği oranlardan daha yüksek olduğunu fark etmemek mümkün değil.
Görünen tablo şudur:
Alınan tüm tedbirlere, sıkı para politikasına, faizlerin rekor seviyeye yükseltilmesine ve yüksek vergi uygulamalarına rağmen enflasyon düşmüyor.
En azından yeteri kadar, yani beklendiği oranda düşmüyor.
Geçtiğimiz yıllarda yükseldiği %80-90’lardan %50’ler civarına gelmesi, hatırı sayılır bir düşüş olsa da, bu sonucun ekonomiye ve topluma maliyetini düşündüğümüzde gelecek için fazla umutlanamıyoruz.
Bundan bir kaç yıl öncesine kadar sürdürülen düşük faiz ve “büyümeye” dayalı ekonomi politikasının sonucu; rekor artış gösteren enflasyon, tarihi dip seviyelere inen merkez bankası rezervleri ve yabancı para birimleri karşısında değeri hızla düşen TL oldu.
Mehmet Şimşek göreve geldikten sonra, bu defa tamamen ters bir yaklaşım sergilendi. Politika faizini %50’ye yükselterek parayı sıkılaştırma, kredi büyümesini sınırlayarak tüketim talebini azaltma, yüksek vergi tahsilatıyla devletin gelirlerini arttırma, kamu harcamalarını kısarak bütçe açığını azaltma gibi “ortodoks” uygulamalar devreye girdi. Bu uygulamalar, 20 yıla yakın bir süre refahın nimetlerinden, gerçek ekonomik büyümenin gerektirdiğinden çok daha fazla pay alarak “yalancı bahar” yaşayan Türk ekonomisi üzerinde şok etkisi meydana getirdi.
Evet, kur korumalı mevduat uygulaması kapsamında, banka mevduatına %60’a kadar varan yüksek oranlarda faiz verilmesi, döviz cephesinde beklenen hedefin gerçekleşmesini sağladı. Döviz kurları son üç yıldır neredeyse hiç artmadı ve enflasyon oranlarının çok altında kaldı. Merkez bankası rezervlerinde ciddi artış ve rahatlama sağlandı.
Ama buna karşılık;
-Öncelikle Hazine ve Merkez Bankası, KKM’nin kur farkı ödemelerini üstlendiği için bütçe üzerinde Trilyon TL’ye yakın bir mali yük oluştu ve bu yük, devletin daha fazla borçlanmasına ve vergi artışlarına neden oldu. Böylelikle bütçe açığı büyüdü.
-İç talebi ve tüketimi kısarak enflasyonu dizginlemek ve dövize yönelişi durdurarak kur artışını engellemek üzere mevduata devlet garantisiyle yapılan yüksek faiz ödemeleri; sıcak para sahibi sermayedarlara muazzam haksız servetler kazandırdı ve Türkiye’de gelir dağılımı adaletini bir daha kolay düzeltilemeyecek şekilde bozdu.
-KKM ödemelerini karşılamak üzere piyasaya mecburen sürülen TL likiditesi, para arzını arttırdı ve enflasyonu düşürmeyi hedefleyen bu uygulamadaki amacın aksine, özellikle 2023 ve 2024’te enflasyonun yükselmesine neden oldu.
-KKM hesaplarını cazip kılmak üzere bankaların mevduat faizlerini yüksek tutmaları sonucu kredi faizleri de yükseldi ve reel sektör krediye erişmekte zorlandı.
Döviz kurunun baskılanması ve faiz oranlarının yükseltilmesiyle iç talep azaltılmasına rağmen, fiyat artışlarının hala durmaması, yani hayat pahalılığının devam etmesi, şu faktörlerin rolüyle açıklanabilir:
-Maliyet enflasyonunun yüksek kalmaya devam etmesi,
-Ücret artışları ve işçilik maliyetlerinin döviz kuru ve dış faktörlerden bağımsız olarak yükselmesi,
-Kamunun fiyatlama politikaları,
-Doğal gaz, petrol, elektrik gibi enerji giderlerinin ve hammadde maliyetlerinin artışı,
-Bütçe açığını kapatmak üzere devletin ÖTV ve KDV gibi dolaylı vergileri arttırması,
-Krediye erişim zorluğu ve kredi maliyetlerindeki yüksekliğin fiyatlara yansıması,
-Enflasyon oranının mevduat faizlerinden yüksek olması nedeniyle düşük gelirlilerin harcamaya yönelmesi ve tasarruf eğiliminin düşük kalması,
-Enflasyonun daha da yükseleceğine dair beklentilerin fiyat artışlarını körüklemesi..
Buna karşılık yüksek miktarlı mevduat sahiplerinin yüksek faiz iştahıyla riskten kaçınıp paralarını bankalarda tutması, yatırımların ve üretimin daralmasına, mal ve hizmet arzının azalmasına, dolayısıyla fiyatların yukarı yönlü baskı altında kalıp artmasına sebep oluyor.
Böylelikle, rekor düzeydeki faiz artışlarının enflasyonu düşürmedeki etkisi sınırlı kalırken, yatırımları yavaşlatması nedeniyle ekonomide durgunluk riski de yükselmiş oluyor.
Yüksek faiz artışı ve piyasa müdahaleleri sonucu dövize yönelişin durmasıyla Türk lirası son üç yıldır yabancı para birimleri karşısında yapay bir biçimde değerli hale getirilmiştir. Bunun anlamı, ülkemiz için ihracatın pahalı, ithalatın ucuz hale gelmesi; yerli üreticinin rekabet gücü ve dolayısıyla ihracat geliri azalırken, ithalatın artması ve cari açık sorununun derinleşmesidir.
Döviz fiyatlarının baskılanması nedeniyle TL’nin değerli hale gelmesinin bir diğer sonucu, yurt dışındaki malların ve hizmetlerin, özellikle gayrimenkul fiyatlarının Türk vatandaşları için daha cazip hale gelmesidir.
Öyle ki, Türkiye’de inşaat maliyetlerinin yüksekliği sebebiyle TL cinsinden konut pahalı hale geldiği, döviz de görece ucuz kaldığı için; Türk vatandaşları döviz biriktirip yurt dışından (özellikle ABD’den) daha ucuza, daha yüksek standartlarda, daha yüksek ve düzenli kira getiren konut satın alma furyasına girdiler. Bu, açıkça ülkemizden “net sermaye kaçışına” işaret eden bir durumdur.
5-6 yıl önce döviz kuru yüksek ve Türk Lirası hayli değersiz iken, yabancılara göre Türkiye’de emlak fiyatları çok ucuzdu ve bu nedenle özellikle tatil beldelerinde büyük yatırımlar yaptılar. Bugün ise döviz kurunun baskılanması nedeniyle durum tersine döndüğü ve bizde döviz ucuzladığı için,Türkiye’deki mülklerini satıp kendi ülkelerine dönmeye ve ellerindeki para ile oralardan daha değerli gayrimenkuller almaya başladılar.
Ayrıca yine bu sebeplerle Türkiye’de gıda ve yiyecek fiyatları, çevre ülkelerdekine ve yurt dışı ortalamalarına göre daha yüksek seyrediyor.
Ne yazık ki, üretimden kopuk, ithalata bağımlı ve dış şoklara karşı hayli kırılgan durumdaki ekonomimiz nedeniyle değeri sürekli düşen Türk lirasını; mevduata verilen rekor faiz oranları ve baskılanan döviz kurlarıyla değerli hale getirmek geçici ve sahte bir başarıdan öte bir şey değildir.
“Döviz,” “faiz,” “enflasyon” ve “para arzı” gibi belli oranlar ve rakamlarla ifade edilen araç ve göstergeler; aslında ekonominin dayandığı arz, talep, harcama, tasarruf, üretim, tüketim, ihracat, ithalat gibi temel faaliyet ve süreçlerin işleyişini ve aralarındaki yapısal dengeyi ortaya koyar.
Bir ülkenin ekonomik ve mali performansını yansıtan bu gösterge ve değerler, yeri geldiğinde birer enstrüman olarak kullanılmak suretiyle ekonomik dengeler yeniden şekillendirilebilir ve krizlere çözümler üretilebilir. Bu bağlamda, piyasa müdahaleleriyle döviz kurunu baskılamak, kısa vadede enflasyonu düşürmek ve borçları yönetmek mümkün olsa da, orta ve uzun vadede “sanayisizleşme,” “cari açık artışı,” “rezerv kaybı” ve “ani kur şokları” gibi büyük riskler ortaya çıkar.
Bu nedenle, bu araçların kullanımı yoluyla oluşturulan ekonomik denge; yapısal reformlar, sürdürülebilir kalkınma stratejileri, nitelikli ve yüksek katma değerli üretimle desteklenmediği sürece yüzeysel ve geçici olmaya, hatta yeni krizler üretmeye mahkumdur.














