Eski bir belgesel, bayat bir film...
Sınırdaki Işık, beş bölümlük bir belgesel.
Belgesel, İkinci Dünya Savaşı sırasında ve savaş sonrasında Iğdır’da görev yapmış, Sovyet istihbaratının bu sınır şehrindeki faaliyetleriyle mücadele etmiş bir MİT müfettişinin hayatını anlatıyor.
MİT müfettişinin fotoğraflarına ve dönemin gizli istihbarat belgelerine de yer verilen belgeselde, MİT’çinin faaliyetlerini anlatanlardan biri de kızı.
6 Şubat 1955 günü hayata veda etmiş istihbaratçının hayatının anlatıldığı belgesel 2012 yılı yapımı.
Zamanında Iğdır’da çok meşhur olmuş bu ismin bir MİT görevlisi olduğu ilk kez bu belgeselde açıklanmış.
Yine de istihbaratçının adını açıkça anmamakta fayda var.
Çünkü 2014 yılında değiştirilen Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu'nun 27. maddesine dayanarak bir savcı bu ismi açıklayanlar hakkında da soruşturma açabilir. Maddenin lafzı buna müsait:
“MİT mensupları ve ailelerinin kimliklerini herhangi bir yolla ifşa edenler ile MİT mensuplarının kimliklerini sahte olarak düzenleyen veya değiştiren ya da bu sahte belgeleri kullananlara üç yıldan yedi yıla kadar hapis cezası verilir. Birinci ve ikinci fıkra kapsamındaki bilgi ve belgelerin; radyo, televizyon, internet, sosyal medya, gazete, dergi, kitap ve diğer tüm medya araçları ile her türlü yazılı, görsel, işitsel ve elektronik kitle iletişim araçları vasıtasıyla yayımlanması, yayılması veya açıklanması hâlinde;...sorumlulukları belirlenenler ile bunları yayanlar hakkında üç yıldan dokuz yıla kadar hapis cezası verilir.”
Ama herhalde bu tuhaf bir soruşturma olurdu.
Çünkü bu belgeselin yapımcısı Milli İstihbarat Teşkilatı ve belgeseli izleyebileceğiniz tek yer de MİT’in internet sayfası.
Hala MİT’in sitesinin ana sayfasında sol altta “Sınırdaki Işık” adlı belgeselin butonunu ve orada da hikayesi anlatılan istihbaratçının fotoğrafını görebiliyorsunuz.
İstihbaratçının kimliği 75’inci kuruluş yıldönümünde hazırlanan bu belgeselde doğrudan MİT tarafından ifşa edilmiş.
Hala hayatta olan kızı da belgeselde babasını anlatarak kimliğiyle ortaya çıkmış.
1955 yılında vefat etmiş bir MİT mensubundan bahsetsek de yasadaki MİT mensubu ibaresi muvazzaf, emekli ya da vefat etmiş teşkilat mensuplarını da kapsayabilecek açıklıkta.
Yasanın sadece lafzi yorumu esas alınırsa 1955 yılında vefat etmiş bir MİT mensubunun kimlik bilgilerini ve ailesinin bilgilerini açıklamak ile 2020 yılında şehit düşmüş bir MİT mensubunun kimliğini açıklamak arasında bir fark yok.
Ama ikincisi yani görevi başında şehit edilmiş bir MİT mensubunun cenazesiyle ilgili yapılan haberler yüzünden üç gazeteci tutuklandı, üç gazeteci de tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
Haberin hikayesi kısaca şöyle.
22 Şubat’ta İzmir’in Kınık ilçesinde halka seslenen Cumhurbaşkanı Erdoğan “Libya'da birkaç tane şehidimiz var” dedi. “Birkaç tane” ifadesi tartışmalara neden oldu.
23 Şubat günü Yeniçağ gazetesinin internet sitesi sorumlusu ve yazarı Batuhan Çolak ve ardından yine gazetenin yazarı Murat Ağırel sosyal medya hesaplarından, bu ‘birkaç tane şehit’ten biri olarak bir albayın ismini, fotoğrafını ve Aydın’da sessiz bir törenle cenazesinin kaldırıldığını, okul arkadaşlarının Facebook paylaşımları üzerinden duyurdular. Fakat onların verdikleri bilgilerde bu albayın MİT mensubu olduğu bilgisi yer almamaktaydı.
Bir gün sonra, cep telefonu şirketlerinin de içinde olduğu bir operasyonla ikisinin de sosyal medya hesaplarına girilip bu paylaşımları silindi.
Bu olay üzerine 26 Şubat’ta TBMM’de basın toplantısı düzenleyen İYİ Parti milletvekili Ümit Özdağ, Libya’da şehit olan iki kişinin ismini, ikisinin de MİT mensubu olduklarını açıkladı ve nasıl şehit olduklarını ayrıntılarıyla anlattı. Bu isimlerden biri Yeniçağ yazarlarının duyurduğu albaydı.
3 Mart günü bu kez ODA TV’de "Sessiz, sedasız ve törensiz defnedilen Libya şehidi MİT mensubunun cenaze görüntülerine Odatv ulaştı" başlıklı bir haber yayınlandı.
Haberde Özdağ’ın tam olarak ismini verdiği MİT mensuplarından birinin sadece adı, fotoğrafı ve cenazesinde çekilmiş fotoğraflara yer verilmişti.
Haberin yayınladığı akşam sosyal medyada iktidara yakın gazetecilerin başını çektiği bir linç kampanyasıyla bu haber yüzünden ODA TV “vatana ihanet”le suçlandı. Sabahında da sitenin sorumlu Yazı İşleri Müdürü Barış Terkoğlu evi basılarak gözaltına alındı.
Haberin altında cenazenin yapıldığı Manisa’da gazetecilik yapan Hülya Kılınç’ın imzası vardı.
Kendisi de tutuklanan Kılınç haberini ifadesinde şöyle anlattı:
“Facebook isimli sosyal paylaşım sitesinde ‘Manisa ilinde bir muhtarın Libya şehidimizin cenazesi şu tarihte kaldırılacaktır, gelip uğurlamanızı dilerim’ şeklinde paylaşımını gördüm. Ancak benim görme tarihim, cenazeden önce mi, sonra mı olduğunu net hatırlamıyorum. Bu paylaşım sonrasında sosyal medyada çeşitli fotoğraflar gördüm. Ben de bunun haber değeri olduğunu düşünerek ve bu şahısların asker olabileceğini değerlendirdiğimden dolayı araştırma yaptım. Ayrıca Facebook isimli sosyal paylaşım sitesinde muhtar olarak hatırladığım kişinin paylaşım neticesinde şehit olan kişi hakkında daha fazla bilgi edinebilmek amacıyla şehidin defnedildiği köye gittim...Yapmış olduğum haberdeki fotoğrafları sosyal medyadan edindim. Mezarlıktaki fotoğrafları ben kendim çektim. Ben köyde ailesi ile görüştüğümde şehit olan kişinin MİT mensubu olduğu ile bir bilgim bulunmamaktaydı. Sonra medyada Ümit Özdağ tarafından şehit olan kişilerin MİT mensubu olduğunu ve açık kimlik bilgilerinde Ümit Özdağ tarafından açıkça dile getirildiğini gördüm. Hatta Yeni Çağ gazetesi başta olmak üzere çeşitli haber siteleri ve çeşitli sosyal medyada sitelerinde paylaşıldı. Benim açımdan şehit olması önemliydi, mensup olduğu kurumların bir önemi yoktu. Yapmış olduğum haber değeri gördüğüm için bizzat ben kendim hazırladım. Daha öncesinde de Odatv’ye bu şekilde haberler hazırladığımda da yine Barış Pehlivan ile iletişim kuruyordum. Bu haberi de kendisi ile paylaştım. Onlar da haber değeri gördüklerinden dolayı bu haberi yayınladılar... Şehidin ailesinin can güvenliğini tehlikeye düşürmek gibi bir kastım kesinlikle olmadı. Zira yapmış olduğum haberde, sosyal medyada şehidin tüm kimlik bilgileri paylaşılırken, ben sadece ismini ve fotoğrafını paylaştım. Köylerinin adını, babasının annesinin adını dahi yazmadım. Yine görmüş olduğum muhtarı dahi ismini herhangi bir şekilde köyün adının açığa çıkmaması için haberimde geçirmedim. Tüm bu hususlar da göz önüne alındığında kesinlikle şehidin ailesinin can güvenliğini tehlikeye düşürmek gibi bir harekette bulunmadım.”
Savcılığın tutuklamaya sevk yazısındaki iddiaları ise şöyle:
“Şehidin MİT bünyesinde yaptığı göreve ilişkin görev süresi, görev yeri, yaşı, memleketi, aile bilgilerine ilişkin detaylı bilgiler verilmesinin yanı sıra geçmiş döneme ait fotoğraflarına, cenaze töreni ile naaşının defnedildiği şehitliğe ilişkin görüntülere yer verildiği... Somut olayda dış istihbarat vazifesi olan MİT mensubu şehidin gerek kendisine gerekse ailesine ilişkin bilgilere yer verilmesi nedeniyle istihbarat faaliyetlerinin aksamasına sebebiyet verilme ihtimali yanında, istihbarat görevlisi ve yakınlarının, hatta diğer personel kimliklerinin deşifre olmasına da sebebiyet verildiği...”
Bu gerekçelerle, haberi yapan Hülya Kılınç ve ODA TV sorumlu Yazı İşleri Müdürü olarak da Cumhuriyet yazarı Barış Terkoğlu Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu'nun 27. Maddesindeki suçu işledikleri gerekçesiyle tutuklandılar.
Dün de ODA TV Genel Yayın Yönetmeni Barış Pehlivan da aynı suçtan tutuklandı. Tutuklama istemiyle hakim karşısına çıkarılan Yeniçağ yazarı Murat Ağırel ve aynı haberi sayfalarına taşıyan Yeni Yaşam gazetesinden Ferhat Çelik ve Aydın Keser ise tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldılar.
Kemalist ODA TV, milliyetçi Yeniçağ ve HDP’li Yeni Yaşam’dan gazetecileri aynı davanın sanığı yapan soruşturmanın kısa hikayesi böyle.
Tutuklama kararının dayandığı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu'nun 27. Maddesi, 2014 Nisan’ında, yani Adana’da MİT tırlarının durdurulması skandalının bir kaç ay sonrasında, bu ve benzer girişimlere karşı MİT’in elini güçlendirmek için yasada yapılmış değişiklik paketinin içindeki maddelerden biriydi.
Yasanın görüşüldüğü İçişleri Komisyonu tutanaklarını okuyunca bu yasanın fazla geniş yetkiler verdiği ve kötüye kullanılabileceğiyle ilgili uyarılar yapıldığı da görülüyor.
Bu yönde itiraz edenler arasında şimdi iktidarın ortağı olan dönemin MHP’sinin yöneticileri de varmış.
Okuyalım:
“MEHMET ŞANDIR (MHP) –Yani yarın bakın siz kendiniz karşılaşacaksınız. Yarın bu madde çıktığı takdirde, dünyada nasıl algılanacağımızı, nasıl suçlanacağımızı hep beraber göreceğiz. Yalnız siz değil, Türkiye suçlanacak, biz suçlanacağız, Parlamento…. Yani bin bir emekle, dişimizle tırnağımızla kat ettiğimiz mesafeyi sil baştan yeniden başlayacağız. Dolayısıyla, geliniz yani bunu başka bir şekilde tanımlayın. Evet, Millî İstihbarat Teşkilatı hakkında sahte bilgi üreten, yayınlanmaması gereken bilgileri böyle bir intikam hırsıyla… Yok mudur böyle gazeteci veya yayın organı? Vardır. Bir şey söylemiyorum ama bunu bu kapsamda geniş tanımlarsanız, bununla, basın özgürlüğüne, ifade özgürlüğüne, temel hak ve özgürlüklere, demokrasinin vazgeçilmez, hatta hukuk devleti olma ilkesine karşı çok ciddi bir geri adım atılmış olur. Milliyetçi Hareket Partisi olarak biz, basın özgürlüğü anlamında bu maddenin bu şekilde tanzim edilmesini, çok tehlikeli ve gereksiz bulmaktayız. Bunu ifade etmek için söz aldım.
ALİ SERİNDAĞ (CHP) – Müsaade buyurun. Yani, şimdi, siz yasayı bu şekilde düzenlerseniz o zaman gazete sahibinin her yayına müdahale hakkı doğar, basın özgürlüğü diye bir şey kalmaz orada. O zaman bizim bu Anayasa’yı askıya almamız lazım. Basın özgürlüğünü tümüyle ortadan kaldırıyorsunuz. Cezanın azlığı veya çokluğu değil, bu açıdan sakıncalı. İkincisi: Şimdi, bakınız, ikinci fıkrayı bir okuyalım, ne diyor? “Milli İstihbarat Teşkilatı mensuplarına ilişkin bilgi ve belgeleri -Millî İstihbarat Teşkilatı evrakı falan değil bu- ele geçiren, sahte olarak üreten, bunlar üzerinde sahtecilik yapan, bulunduran, kaydeden, bir başkasına veren veya yayan kişiye…” diyorsunuz, sayıyorsunuz. Burada Millî İstihbarat mensuplarını… Şimdi, benim telefonumda Millî İstihbarat Teşkilatında görevli bir arkadaşımın telefonu varsa, onunla ilgili bilgiyi ben telefonumda bulundurduğum için suç mu işlemiş oluyorum yani? Şimdi, bakınız, sizin maksadınız bu olmayabilir ama…
İDRİS ŞAHİN (AK PARTİ) – Bizim maksadımız, Oktay Bey’in demin söylediği sahte bilgi ve belgelerle...
ALİ SERİNDAĞ (CHP) – O zaman “evrakı”nı deyin yani “Millî İstihbarat Teşkilatına ilişkin evrakı” deyin. Siz öyle bir düzenleme yapmışsınız ki bunun içerisine her şey girer.
CELAL DİNÇER (CHP) – Biz görevimiz gereği MİT mensuplarıyla görüştük, telefonları var, telefonlarımız var.”
Yasayı hazırlayanlardan AK Parti milletvekili İdris Şahin, yasayla murat edilenin sahte bilgi ve belgeler olduğunu söylese de bu yasa MİT mensuplarının ve ailelerinin kimlik bilgilerinin açıklanması yüzünden ilk defa uygulandı ve üç gazetecinin tutuklanmasına neden oldu.
Ankara Barosu İnsan Hakları Merkezi başkanı Doç. Dr. Kerem Altıparmak tutuklamalarla ilgili bianet’te çıkan yazısında kanunun lafzi hükmüne değil, amacına bakılarak hüküm verilmesi gerektiğini söylüyor:
“Her kuralın olduğu gibi bu kuralın da bir amacı var. Bu görevi yapan kişileri ve ailelerini hedef haline getirmemek. Bu amacın meşru bir amaç olduğunu varsayabiliriz. Gerçekten de istihbarat faaliyetlerinin doğal sonucu, o faaliyetin gizli olması ve o faaliyeti yerine getirenlerin de yaptıkları faaliyet nedeniyle hedef haline getirilmemeleri.
Bununla birlikte, kuralın meşru bir temelinin olması her durumda yaptırımı zorunlu kılmaz. Bu kuralın da diğer tüm yasa hükümleri gibi Anayasa ve insan hakları sözleşmelerine uygun bir şekilde yorumlanması gerekir. Bir başka deyişle, her bir vakada devlet sırrının mı yoksa basın özgürlüğünün mü ağır bastığının haberin yapıldığı bağlama göre yeniden gözden geçirilmesi gerekir. Öncelikle belirtmek gerekir ki tutuklama kararını veren Hakimlik yurtdışında şehit olmuş bir kişinin adının öğrenilmesinin onu veya ailesini nasıl hedef haline getireceğini tartışmıyor. Dahası verilen haberin öneminin bu hedef haline getirme ihtimali ile bir dengelemesini de yapmıyor. Kuralın düz bir okumasıyla koşullar ne olursa olsun bir MİT görevlisinin adı ifşa edilirse bu kişinin cezalandırılması ve hatta tutuklanması gerekir diyor... Terkoğlu, Kılınç ve Pehlivan’ın tutuklanmasına konu haberde bir suçlama, hedef göstermeden bahsedilmesi mümkün değildir. Gazeteciler tam tersine ölen MİT görevlisini şehit olarak anmış, sadece bu bilginin gizlenmesine ilişkin olumsuz bir imada bulunmuşlardır. Bu anlamda, niyetlerinin ilgili kişiyi ve ailesini hedef göstermek olmadığı açıktır. Dahası nesnel bir değerlendirme yapıldığında da nasıl olup da ilgili MİT görevlisinin veya ailesinin hedef haline geldiğinin anlaşılması çok mümkün değildir. İsmi geçen kişi öldüğü için kimsenin ondan intikam alması da söz konusu olamayacaktır. Bu nedenle, söz konusu haberde şiddet çağrısından söz edilmesi de mümkün değildir.”
http://m.bianet.org/bianet/insan-haklari/221065-odatv-vakasi-dunyanin-her-yerinde-gazeteciler-bu-nedenle-tutuklanir-mi
Eğer kanunun sadece lafzi hükmü dikkate alınırsa, MİT mensuplarının ve ailelerinin adlarını ifşa etmek suçunu hali hazırda işleyen pek çok örnek bulunabilir.
Örneğin TBMM internet sitesinden Susurluk Komisyonu, Fail-i Meçhulleri Araştırma Komisyonu, Darbeleri Araştırma Komisyonu raporlarına ve komisyon tutanaklarına ulaşılabiliyor.
Bu komisyonlara gelip kendi adlarıyla ifade vermiş çok sayıda MİT mensubu var.
Hem onların ifadelerinde hem de başka ifadelerde de çok sayıda MİT mensubunun adı açıkça geçiyor. Bu isimler, 2020 itibarıyla da herkesin görebileceği TBMM’nin internet sayfalarında duruyor.
Yine örneğin Türkiye’nin en büyük kitapçılarından D&R’ın sayfasına girip küçük bir tarama yaparsanız karşınıza MİT ve istihbarat üzerine onlarca kitap çıkıyor.
Bu kitapların içinde bir kısmı hala görevde olabilecek onlarca MİT’çinin açık adları, bir kısmının aileleri ile ilgili bilgiler yer alıyor.
Yine Google’a görevde ya da emekli bilinen MİT’çilerin isimlerini (Süleyman Seba’dan Mehmet Eymür’e) yazdığınızda karşınıza onlarca MİT mensubu ile ilgili iktidara yakın ya da muhalif gazetelerde yapılmış yüzlerce haber çıkıyor.
Açık adresi ve fotoğrafının Aydınlık gazetesinin manşetinden yayınlanmasından sonra öldürülen MİT’çi Hiram Abas örneği bu ifşa ve hedef göstermenin en kötü sonuçlarından biriydi.
15 Temmuz darbe soruşturmalarının iddianamelerinde üst düzey komutanların ifadelerinde hala görev başına olan MİT mensuplarının adları geçiyor, bu iddianamelerden pek şok ayrıntı gazetelerde yer aldı.
Daha yakın zamanlarda Enver Altaylı soruşturması, 7 Şubat’ta MİT müsteşarını hedef alan kumpasla ilgili iddianamelerde de onlarca MİT görevlisini adı mevcut, bu iddianamelerle ilgili basında çıkan haberler de yine MİT mensuplarının adları geçmişti.
Yani bu yasa sadece lafzı ile uygulanırsa, haberin hangi saikle yapıldığına bakılmazsa ülkedeki gazetecilerin yarısının tutuklanması başta TBMM olmak üzere pek çok sitenin kapatılması gerekebilir.
Ayrıca bu haberle ilgili tutuklamaları meşrulaştırmak için söylenen “ABD’de, Avrupa’da bunu yap bakalım başına neler geliyor” cümlesi de doğru değil.
Evet dünyanın her yerinde istihbarat örgütlerinin çalışmaları ve mensuplarının gizliliğini koruyan maddeler var. Ama bir istihbaratçının cenazesini haber yaptığı için tutuklanan gazeteci hiç duyulmadı.
Sadece Google’a girip biraz araştırıldığında bile görev başında öldürülmüş CIA, MI6 mensuplarının cenazeleriyle ilgili açık kimliklerinin de yer aldığı onlarca haber bulmak mümkün.
https://www.theguardian.com/world/2010/sep/24/gareth-williams-mi6-funeral
https://www.nytimes.com/2017/09/06/world/asia/cia-afghanistan-war.html
Yani karşımızda haberlerin amacına bakmadan lafzına göre hükmün verildiği bir kanun maddesi var.
Haber görev başında şehit olan bir MİT mensubunun cenazesinin sessizce kaldırılması üzerineydi.
MİT’in gizli bir operasyonu, çalışması ya da hali hazırda görev başında olan bir MİT mensubuyla ilgili değildi.
Ve üstelik bundan bir hafta önce bu iki MİT mensubunun adı ve nerede nasıl şehit oldukları da İyi Partili Ümit Özdağ tarafından Meclis’te açıklanmış, yani bilgiler zaten 10 gün önce ifşa edilmişti.
Bir soruşturma açılacaksa bu ifşa edilmiş bilgileri haber yapan gazetecilere yönelik değil, bu bilgilerin MİT’ten nasıl ve hangi amaçla bir milletvekiline sızdırıldığı üzerine olmalıydı.
Haberin internet sitesinden kaldırılması istenebilir, soruşturma açılacaksa bile sabaha karşı ev basmadan, tutuklamadan yapılabilirdi.
Haberlerin yapılış amacına bakmadan, kanunun bu kadar sert uygulanması, acaba bu tutuklama kararlarının arkasında özellikle iktidar çevresinde ve yargı içinde örgütlenmiş bir klikle ilgili bu gazetecilerin uzun süredir yazdıklarından duyulan rahatsızlık mı var sorusunu akla getirdi.
Tutuklanan gazetecilerin adlarının bile aynı olduğu bu bayat filmi 10 yıl önce izlemiştik.
Gazetecileri tutuklayarak gerçeklerin konuşulmasının engellenemediği, aksine bu telaşın gerçeğe karşı iştahı artırdığını herhalde bu son 10 yılı Türkiye’de yaşamış herkes anlamıştır.
Pek çok konuda anlaşamasak da kapatılan ODA TV’ye ve tutuklanan gazeteci arkadaşlarımıza geçmiş olsun.
Umarım bir an önce özgürlüklerine kavuşurlar...