Bir ‘yılbaşı’ yazısı da benden
Attığım ilk yılbaşı kartını hatırlıyorum. Katlanmış bir kartpostaldı. Ön tarafta zürafanın kafası görünüyordu. Açtıkça, zürafanın boynu. Sonra gövdesi, bacakları.
Altında da bir cümlelik bir yazı: Seni bu kadar seviyorum.
Ortaokul birinci sınıftayım. Yani 11 veya 12 yaşında.
Karta şöyle bir şey yazdım:
“Yılbaşı’nın bize göre bir şey olmadığını biliyorum. Kart hoşuma gitti, aldım gönderdim.”
O zamanlar İstanbul İmam-Hatip’te okuyan ve ‘ağabey’ bildiğim Salih Kılıç’a göndermiştim.
Demek daha o zamanlar zihnimde bir şeyler teşekkül etmiş.
Bundan şikayetçi değilim. Şimdi de kimseye yılbaşı kartı falan atmıyorum.
Bizim evde de yılbaşı kutlaması olmazdı. Bir defa hatırlıyorum, rahmetli anneciğim, saat 12 olunca, “seneniz hayırlı olsun” demişti.
Bunda da mahzur görmüyorum.
Çünkü en azından takvime göre bir sene ilerliyoruz. Yani miladi sene numaratörü bir sayı atlıyor.
Eh, 2017 diye andığımız sene için hayırlı olsun diyebiliriz.
Bazıları daha fazla coşuyorlar. Ne yapayım, kendi bilecekleri iş.
Böyle bir şey için kimseyle uzun uzadıya münakaşaya giremem.
Bu arada 31 Aralık’larda bir ‘Mekke’nin Fethi’ kutlaması ihdas edildi.
Evvelce pek bahsi olmazdı. Herhalde birileri Mekke’nin Fethi’nin 31 Aralık’a denk geldiğini tespit etti ve yılbaşına alternatif bir şey icat etme fikrini parlak buldu.
Böylece bizim cenahta yılbaşı yerine Mekke’nin Fethi bir kutlama vesilesi olarak kısmen kabul gördü.
Bana icat gibi geldiği için pek heves etmedim.
Mamafih, Mekke’nin Fethi, tarihimizin en büyük fethidir. Kutlanmaya müstahaktır.
Tarihçilerimiz Mekke’nin Fethi’ni layıkıyla tahkik etseler ve bize fethin anlamını Mekke Fethi’ni merkeze alarak öğretseler güzel olur.
Peygamberimiz’in kendi ata yurduna, doğup büyüdüğü şehrin insanına şefkatini, merhametini, bu şefkat ve merhametin Allah’ın yardımıyla bereketlenmesini, kısa zamanda bütün dünyayı değiştirecek bir enerjiye dönüşmesini anlayabilseydik…
Bugünlerde internette yeni yılın, çam ağacı süslemenin eski Türk adeti olduğuna dair yazılar da okudum.
Demek, yılbaşının Hristiyan adeti olmadığını ispat için böyle şeylere ihtiyaç duyuyorlar.
Zahmet ediyorlar.
İsterse hem eski Türk hem de Hristiyan adeti olsun. Ne fark eder ki?
Bırak, kutlamak isteyen kutlasın, istemeyen kutlamasın.
Şimdi kullandığımız takvim, eski Roma takvimidir.
Takvimi Jül Sezar İskenderiyeli Sosigenes’e yaptırmış.
Fakat kral kendisi olduğu için temmuz ayının adını değiştirip, doğduğu aya kendi adını (July) koymuş.
Sonra Augustus veya Ogüst, takvimi tekrar düzeltmiş ve ağustosa kendi adını vermiş.
Temmuz 31 gün. Ogüst, benim ayım niye Sezar’ınkinden az çeksin demiş, ağustosun da 31 çekmesini emretmiş.
Olan şubata olmuş. 29 gün olup dört yılda bir 30 çeken şubat, kralların egosu yüzünden 28’e düşürülmüş.
Roma takvimi, ‘savaş tanrısı’ March’ın adıyla başlıyor. Öteki ayların çoğu da pagan tanrılarının adı…
Yani öyle bakarsan takvimin her tarafı problem!
Pavlus’un reformları sayesinde Roma’yla uzlaşan Hristiyanlığın etkisiyle İsa Aleyhisselam’ın doğduğu varsayılan 1 Ocak takvim başlangıcı olarak kabul ediliyor.
Materyalistler, en son, bütün bunların tamamen hayali olduğu tezinde ittifak ettiler.
Yeni yılmış, bayrammış, seyranmış, hiçbirinin aslı astarı yok.
Dünya kainatta dönüp duruyor ve uzayın hiçbir yerinde Ocak, şubat, mart yazmıyor.
Buna rağmen arkadaşlar niye yılbaşının peşine bu kadar düşüyorlar?
Annemin duasını öykünerek bitireyim, hayatta yazdığım ilk ‘yılbaşı yazısı’nı:
Geçen sene çok yorulduk, çok hırpalandık.
İnşallah 2017’de bu kadar hırpalanmayız.
Söyleyeyim, senenin değişmesinde keramet yok.
Ahvalin değişmesi için bizim değişmemiz lazım. Bilen bilir, bunun ‘Kitap’ta da yeri var.