Bu sorunlar İKÖ’yü aşar

Erbakan Hoca, MSP zamanlarında Türkiye’nin İslam Konferansı’na gözlemci olarak katılmasını çok eleştirirdi.

Eleştirinin muhatabı Demirel olmakla beraber, biraz da rejimdi.

Dışişleri’nin sitesinde ‘Kuruluşundan beri üyeyiz’ yazıyor. Fakat, ben hala, üyeliğimize dair iç hukuk sorunlarından bahsedenlere rastlıyorum.

1969’da Rabat’ta yapılan ilk toplantıya Türkiye katılırken çok tereddütlüydü. Demirel, durumu izah ederken ‘konferansın dini değil siyasi’ olduğunu beyan etme ihtiyacı hissetti.

Davet edilen Cumhurbaşkanı Sunay’dı. Fakat, Türkiye, laik bir ülke olduğunu hissettirmek için, Dışişleri Bakanı Çağlayangil düzeyinde katıldı.

Mescid-i Aksa için toplandı Rabat’taki konferans.

1967 savaşından sonraki gergin yıllar. İslam alemi hassas. Avustralyalı bir terörist (hangi dinden olabilir?) El-Aksa’yı kundaklamış. Bu görüşülecek.

Rabat’taki toplantı doğruydu. İKÖ’nün kurulması da doğruydu.

Fakat İKÖ, yaptırım gücü olan, uluslararası siyasette Müslümanları temsil edecek bir siyasi örgüt seviyesine erişmedi.

Müslümanlar, ‘İslam Konferansı Örgütü’ gibi kuvvetli bir serlevhanın altından, daha etkili, daha gür bir ses çıkmasını umuyor.

Ama yok ses. Sadece bir takım mırıltılar.

Söz sahibi ülkelerin ciddi bir ihtilafı olmadığı hallerde heyecanlı toplantılar yapılabiliyor. Ama çok nadir.

(Özal’ın Bosna için Dakar’da topladığı konferans etkiliydi. Aynı şeyi, Suriye veya Mısır’daki cinayetler karşısında yapamadılar.)

Beklentiyi düşürmek için olabilir, örgütün adını ‘İslam İşbirliği Teşkilatı’ diye değiştirdiler.

Böylesi daha iddiasız. Daha az sorumluluk yüklüyor.

Bazı ekonomik ve kültürel faaliyetler yapıyorlar. Yapsınlar, hiç yoktan iyidir.

Gerçek şu ki, mesela AB’ninkine benzer etkili bir ortaklık, bir müşterek duyarlılık üretemiyorlar.

Arap Birliği, İslam İşbirliği Teşkilatı’na göre daha siyasi ve daha homojen bir. Fakat, Filistin’i bile doğru dürüst konuşamıyor.

İslam dünyasındaki bu tür örgütler, sanki, ciddi karar almamak, dünya siyasetinin akışını değiştirmemek üzere kurgulanmışlar.

Bizse, isimlerine bakarak, yüksek beklentilere girebiliyoruz.

Her biri kendi gündemi ve kendi hesaplarıyla meşgul liderlerin, Ümmet’in şu perişan haline çare olacak bir teşebbüsün etrafında birleşmeleri, teoride bilmem ama pratikte imkansız.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, ‘dominant’ bir siyasetçi. Dönem başkanlığı, bir süreliğine de olsa Teşkilat’ın kendi sınırlarını zorlamasına yarayabilir.

İnşallah yarar.

Teşkilat’ın merkezi Cidde’de. Mali külfetin önemli bir kısmını Suudi Arabistan çekiyor. (Baksanıza, adamlar ne cömert harçlıklar veriyor!)

Bu durum, Suudi Arabistan’ı teşkilatın en önemli ülkesi haline getiriyor. Bir nevi ‘patron.’

Suudi Arabistan, son zamanlarda alışılmışı aşan bir aktivitenin içinde.

Körfez’deki ve Yemen’deki ‘mezhebi’ hareketlilik Suudiler’i tedirgin ediyor.

Suudi Arabistan’ın Suriye’ye ilgisinin artmasında, Türkiye’yle daha yakın çalışmasında, birtakım askeri çalışmalara önayak olmasında bu tedirginliğin etkisi var.

Sünni-Şii ayrılığı, yani mezhebi farklılık, aşikare bir şekilde ve insafsızca, siyasi araç olarak kullanılıyor.

Bu durumdan kaygılanmayacak bir Müslüman düşünemiyorum.

Ama çözüm, bu istikamette değil.

Sorun çok daha ciddi ve çözülmesi için herkesin ezberini bozacak, yoğun ve uzun soluklu mesaiye ihtiyaç var.

Batılıların değil, Müslümanların mesaisine.

Müslümanların birbiriyle dövüşmesi, birbirinin kanını dökmesi, Batı’da hiç kimsenin canını sıkmıyor.

YORUMLAR (2)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
2 Yorum