‘Evet’e ve ‘hayır’a dair nahif yaklaşımlar

Niye ‘evet’ diyorsun?

‘İki başlılık olmasın. Ülkeyi yönetsin diye seçilen siyasetçiye ikide bir patinaj yaptırılmasın.’

Niye ‘evet’ diyorsun?

‘Cumhurbaşkanı Erdoğan’a güveniyorum. O’nun, memleketin canına kast eden saldırılar, darbeler, kumpaslar karşısındaki muhkem ve mukavim duruşunu önemsiyorum.’

Niye ‘evet’ diyorsun?

‘Ben buradayım. Bu taraftayım. Bu tarafın tercihi hangi istikamete yönelirse benim tercihim de öyle şekillenir.’

Niye ‘evet’ diyorsun?

‘Evet’in ne olduğunu aşağı yukarı biliyorum ama ‘hayır’ demenin ilerisini göremiyorum.’

Bu gerekçelerin sayısı artırılabilir. Hatta bütün değişiklik maddeleri için birer birer olumlu savlar geliştirilebilir.

Tersi de mümkün. Yukarıdaki cümleleri tam aksi istikamette kurmak isterseniz kurarsınız.

İnsanlar ‘hayır’ demelerinde hangi amillerin etkili olduğunu çeşitli şekillerde izah edebilirler.

Ediyorlar da zaten.

‘Hayır’ın izahında da, ‘evet’in izahında da, ‘vatan hainliği’, ‘sapıklık’, ‘saçmalık’, ‘salaklık’ sayılabilecek bir gerekçe yoktur.

Hepimiz kendi aklımızı beğeniriz.

Aklımız yetmediği, başka bir akla müracaat ettiğimiz durumlarda bile başkasının aklını kendi aklımız haline getirerek benimseriz. Yani beğendiğimiz sonunda yine kendi aklımızdır.

Aklımızla ulaştığımız sonuç veya verdiğimiz karar emek mahsulü sayılır. O kararla ilgili bir ‘aidiyet’ hissi geliştirebiliriz.

Başkalarının aklıyla ilgili olarak da bir ‘yabancılaştırma’ süreci işletebiliriz.

Tabiatımız şuna müsaittir: Ben ‘evet’ diyenlerin tarafındayım. Hayır diyenler karşı taraftadır.

Benim tarafımda olanlar iyidir. İyi olmasaydı ben zaten orada olmazdım. Karşı tarafta olanlar muhtemelen benim bulunduğum tarafta olanlar kadar iyi değildir.

Yani, şu anda en iyimser yaklaşımla iyilerle daha az iyiler arasında bir müsabakaya şahit oluyoruz.

Çok mu renksiz oldu?

Şöyle yapalım:

Benim doğru bulduğum görüşü benimseyenlerle, benim yanlış bulduğum görüşü benimseyenler arasında…

Peki ne olsun istiyorsun?

İyi olan kazansın. Benim bulunduğum taraf iyi olduğuna göre benim bulunduğum taraf kazansın.

Ah! Ne kadar nahif, ne kadar sığ, ne kadar safça, hatta -affedersiniz- ne kadar ‘saftirik’ bir bakış. (Belki ‘naif’ demem gerekirdi. Lügate baktım, ikisinin de caiz olduğuna kanaat getirdim.)

Ne olmalıydı?

Hiç olmazsa ‘hain’ diyebilmeliydik, artık kim kime demek istiyorsa.

‘Hain’ demenin lezzeti var, cazibesi var.

Hepten ‘saftirik’ olmayalım.

‘İhanet’ veya ‘menfaat’ gibi motivasyonlarla tercihlerini belirleyenler yok mudur?

Vardır.

(İnsanların karar verirken bu realiteyi göz önünde bulundurmalarına karışmak da kimsenin üstüne vazife değildir. ‘Onlar hayır diyorsa ben evet derim’ diyebilir insanlar. Bazılarının kararları bu şekilde teşekkül eder.)

Öyleyse hepsinin altına bir yekun hattı çizip altlarına ‘hain’ mi yazmamız gerekiyor?

Bu mudur problemimizin çözümü?

Bu çözüm başka problemler üretir mi üretmez mi?

Üzerinde düşünmek lazım.

Zannediyorum düşünenler oldu.

Başbakan Binali Yıldırım’ın önceki gün medya yöneticileriyle sohbetinde yumuşatıcı bir üslup kullanması bunun işareti.

Aynı alametler CHP lideri Kılıçdaroğlu’nda da var.

Hatırlarsınız, değişiklik teklifinin Meclis’e geleceği günlerde Kılıçdaroğlu fena halde şiddetliydi.

Evet, bir ‘rekabet’, bir ‘mücadele’ var ve siyasiler kendi tezlerini savunurken çarpıcı misaller, etkileyici, sarsıcı teşbihler kullanabilir.

Fakat bunun da bir insafı,
bir ölçüsü olmalı.

Bunları yazarken bir taraftan kendimi izliyorum. Farkındayım, şu hengamede ettiğim laflardan kimse mutmain olmaz.

Olmazsa olmasın. Ben fitne zamanı elimde ateşle, körükle dolaşmamaya kararlıyım.

YORUMLAR (10)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
10 Yorum