Musul’u, Halep’i düşünürken uyanmak

Biz bir ara şimdikinden çok daha yoğun bir şekilde Musul’la meşguldük.

Lozan’ın imzalanması arefesinde… Lozan imzalandıktan sonra birkaç yıl daha…

İlk Meclis’te değişik görüşler serdediliyordu… Ali Şükrü Bey, Hüseyin Avni Bey lüzumu halinde kıyameti koparıyordu.

Sonra Meclis’teki muhalefet tasfiye edildi. Memleket ufak tefek şeyleri mesele etmeyecek hale geldi. Böylece her kafadan bir ses çıkmaması mümkün oldu.

Musul, ‘Misak-ı Milli’ye dahildi.

İstiklal Harbi’nin hedefi Misak-ı Milli’yi düşman çizmesinden kurtarmaktı.

Kurtarabildiğimiz kadarını kurtardık. Lozan’a geldik.

Lozan’da Musul’un Türkiye lehine karara bağlanmasını başaramadık.

Müzakereler sırasında Meclis’te sadece Musul hakkında değil, Ege Adaları, Kıbrıs, Hatay, Batum ve Kerkük’ün kaybedilmesi konusunda da ateşli eleştiriler yapıldı.

Hüseyin Avni Bey, “Efendiler, Musul’u bugün sana vermeyen İngiliz yarın niçin versin?” diye soruyordu.

(Lozan imzalanırken Meclis’te muhalefet kalmamıştı. Yine de Ankara’nın Musul kaygısı devam etti.)

Hükümet o günlerde Musul’a operasyon düzenlemeyi bile düşündü. Fakat bu düşünce teşebbüs seviyesinde kaldı.

Bazıları Şeyh Said isyanının bu teşebbüse mani olduğunu yazar.

Şeyh Said’in İngilizlerle dirsek teması olmamasına rağmen isyan İngilizlerin işine yaramış olabilir.

Benim anladığım; Mustafa Kemal Paşa, savaştan yeni çıktığımız o günlerde yeni bir savaş gailesine bulaşmak istemedi.

Sonra Ankara Anlaşması’yla Musul İngiliz mandasındaki Irak’a verildi.

Anlaşma uyarınca Musul petrolünün gelirlerinden Türkiye yüzde 10 pay alacaktı.

Bu payı 4 sene aldı. Sonradan 21 senelik hakkını 500 bin sterline İngiltere’ye sattı.

Bütün bunlar ne anlama geliyor?

Biz Kerkük’le Musul’la haşır neşir olmuşuz.

Türküleriyle hemhal olmuşuz.

Türkiye’de Türk müziğinin yasaklanmasının eminim Balkanlar’daki Müslümanların yanı sıra Kerkük’teki, Musul’daki, Kuzey Suriye’deki Türkler’le de alakası vardı.

O insanların bizim radyolarımızdan ‘Altın hızma mülayim’ türküsünü dinlemeleri… Ya da Rumeli’de bir Türk’ün, ‘Ah civan Alişimi görmedin mi Tuna boyunda’ türküsünü dinlemesi, o zamanlar İngilizlerin şekillendirdiği ‘zamanın ruhu’na aykırıydı.

Musul’un ortasında ‘vav’ harfi var.

Mavsıl diye okunuyor.

Mavsıl, ‘buluşma noktası’ veya ‘kavuşma noktası’ gibi bir anlama geliyor.

Modern çağın kıblesi Batı olduğu için… (Bu realite maalesef diliyle ikrar etmeyenleri de içine alıyor) Musul görüş alanımızın gerisine düştü.

Bu yüzden Musul’un bir ‘vuslat noktası’ olduğu fikri, biz zamane çocuklarında çok alaka uyandırmaz.

Bugün Musul bir terör şebekesinin idaresinde.

Belki operasyonda kurtarılacak.

Evet, Türkiye’nin bu operasyonda aktif olması gerekir. Masada söz sahibi olması gerekir. İnşallah da olur.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dile getirdiği kaygılar yerindedir.

Fakat bu endişelerden daha kuvvetli bir gerçekliği aktüalitenin rüzgarına feda etmemek lazım.

Asaletli, hamiyetli, şerefli bir insanın, bir kadının veya bir erkeğin ayağa düşmesi… Paymal edilmesi.

Kah dövülüp kah sürüklenmesi…

Kimin dövdüğü kimin sürüklediği önemli mi? Kimin köleleştirdiği?

Halep’in asaletini düşünün… Ve güzelliğini.

Ve bizlerin… Doğulular ve Batılılar, üst akıl ve alt akıl, hep birlikte onu nasıl viraneye dönüştürdüğümüzü düşünün.

Musul’un başına gelenler de öyle.

Ne yaptık da bu halleri hak ettik?

Biz Türkler, biz Araplar, biz Kürtler… Biz Sünniler, biz Şiiler…

Aklımızı başımıza devşirmeli değil miyiz?

Yani bizim büyüklerimiz, bizim akıllılarımız bu felakete neden düçar olduğumuzu ve nasıl şifa bulabileceğimizi düşünseler millete ve Allah’a karşı sorumluluklarıyla mütenasip bir iş yapmış olmazlar mı?

Mümkün mü bu? Musul’u, Halep’i düşünürken birden uyanabilir miyiz?

YORUMLAR (5)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
5 Yorum