Yıkılma sakın!..

Alaattin Karaca

İnsan, dil ile onurlandırıldı. Eskiler, insan bir “hayvan-ı nâtık”tır derlerdi; yani “konuşan canlı”. Dolayısıyla onu “eşref-i mahlûkât” yapan… Eşref-i mahlûkât deyince, İsmet Özel’in “Âmentü” şiirindeki; “İnsan/eşref-i mahlûkâttır derdi, babam” mısraını hatırladım. Ne güzel şiirdir o! “Bu sözün sözler içinde bir yeri vardı” Hakikaten öyle; ama kendisinin “eşref-i mahlûkât” olduğunu anlaması da oldukça zordur kişinin; bunun için bir çok “dar kapı”dan geçmesi lâzım… Hele “dilce susup/bedence konuşulan bir çağda”, “kendini bilmek” hiç kolay değil!

Özel, “dilce susup” derken, gönlü, vicdanı kasteder. Şimdi düşünüyorum da, eskiden hakikatperesttik, dilimiz hakikati söylemeye hazır ve ayarlıydı. Ya şimdi? Mazi kalbimde bir yaradır, diye bir tango vardı… Neyse, şimdi bir de tango bahsine girmeyelim; o da pek “pâk u dırahşân” değil! “Pâk u dırahşân” deyince Fikret’i hatırladım: “Milyonla barındırdığın ecsâd arasından/Kaç nâsiye vardır çıkacak pâk ü dırahşan?”… Zihnim, böyle çağrışımlarla oradan oraya zıplayıp duruyor bazen… En iyisi yine İsmet Özel’in şiirine dönmek. Dil ve beden karşıtlığı üzerinden, modern çağın önemli bir problemine vurgu yapar Özel. Dil, gönüldür, vicdandır bu mısrada, bedense kabuk, dış görünüş, madde. Ne diyorlar? “İmaj devri”!.. “Beden çağı”ndayız! Çağ deyince, zihin yine tıkır tıkır… Cemal Süreya da “Kanto”da; “Kötülüklerin büsbütün egemen olduğu/Namussuz bir çağ bu biliyorsun” mısralarıyla kervana katılıyor. Sonra Sezai Karakoç, “Hızırla Kırk Saat”ta “Bu kesik dansa karşı bana bir şey öğretmediniz” diyerek, yeşil sarıklı hocalara sesleniyor… Bence, “kesik dans” da modern çağın konuştuğu, insanı şehvetiyle saran, baştan çıkarıcı “beden dili”dir. Karakoç, bu mısraında bir müminin, âşina olmadığı “çağın dili” karşısında yaşadığı şaşkınlığı ifade eder. Günümüzde bu mısraın öznesi de değişti kanaatimce. O özne, “kesik dansa”, çağın muteber “dil”ine âşina artık. Dolayısıyla, yıllar önce o dil karşısında mümince şaşkınlık yaşayan “özne”, yerini bu dille kirlenmiş, bundan acı duyan öznelere bıraktı. Hâsılı, çağdaş “mümin şairler”, bu konuda “şikâyet”e değil de, “ağıt”a yakın duruyorlar. Yine yoldan çıktık! Dönelim; çünkü bir yazıda yoldan çıkmak önemli bir meseledir… Şunu diyordum; Karakoç da, Özel de bu mısralarda modern çağı eleştiriyor; ama biri “dilce susup/bedence konuşulan bir çağ” diyerek ifade ediyor meramını, diğeri, “Bu kesik dansa karşı bana bir şey öğretmediniz” mısraıyla… Gerçekten de öyle! “İnsanın/gölgesiyle tanımlandığı bir çağda”, gönlünüzün değil, gölgenizin büyüklüğüyle ölçülüyorsunuz!..

Şairler böyle işte!.. Değişimi önce onlar hissediyor; bundan dolayı topluma uyum sağlayamıyor, büyük bir acı duyuyorlar. “Yaşamayı bilselerdi” şiir yazabilirler miydi? Onlar, dil-beden karşıtlığında hep “dil”e sığınacaklar, şiir de bu karşıtlığın yarattığı büyük ıstıraptan besleniyor zaten.

***

Geçenlerde, A. Şinasi Hisar’ın “Geçmiş Zaman Fıkraları”nı okuyordum. Onda da böyle beyitler var. Biri şöyleydi; “Gerçi evvel bir idi testi kıranla dolduran/Dolduran maznun şimdi, belki makbuldür kıran” Bir diğeri; “Nüsha-i âşifte-i divan-ı ömrü sorma kim/Hat galat, mânâ galat, imlâ galat, inşâ galat”. Yani diyor ki; ömür divanının aşüfte nüshasını hiç sorma, çünkü bu nüshanın hattı da, manası da, imlâsı da, inşâsı da galattır…

Ben dilimizdeki çürümeyi yazacaktım, kalem gönlümüzdekine gitti. “Zorlu bir kış geçiriyoruz” amenna! Ama umutsuz değilim. Bize “pörsümüş bir dünyayı kahreden” kelimeleri getirecek “şairler”i bekliyor ve “Yıkılma Sakın”ı okuyorum!..

(Not: Müfredata devam edecektim. Ama dille-beden arasında kalan “dil/gönül” ferman dinlemedi, şiire meyletti. Haftaya inşallah!)

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.