Trump ve Türkiye

Galip Dalay

ABD seçimleri Trump’ı ABD’nin 45. Başkanı yaptı. Batı’da uzun bir süredir ivme kazanan popülizm ve aşırılık dalgasının ABD’de yansımasını bulduğunu bu vesileyle öğrenmiş olduk. Yaşadığımız, Fukuyama’nın iddia ettiği gibi ne tarihin sonu, ne liberal demokrat düzenin hakimiyeti ne de son insanın hikayesi olarak okunabilir. Onun yerine, dünyanın tekrardan bir aşırılıklar çağına girdiği, dışlayıcı milliyetçiliğin tekrardan geçer akçe haline geldiği bir dönemden geçiyoruz. Kurumsal siyasetin kalite ve değer kaybı olanca hızıyla devam ediyor. Ana akım siyaset en güçlü olduğunu iddia ettiği toplumun ekonomik taleplerini karşılamak konusunda yetersiz kaldığı gibi, geniş kitlelerin kimlik talepleri ve duygu dünyalarıyla bağ kuramıyor.

Trump’ın seçilmesinin global siyaset, popülist dalga ve liberal demokratik düzen için ne ifade ettiği üzerine hem içeride hem de dışarıda ciddi manada yazı, analiz ve yorum yayınlandı. Dolayısıyla bu başlığı şimdilik bir parantez içerisine alabiliriz. Onun yerine, bu seçimin Türkiye ve mücavir coğrafya için ne ifade edeceği üzerine bir zihin egzersizi yapalım. Obama döneminin yarattığı hayal kırıklığı Türkiye’de iktidarın düşünsel hinterlandında yer alan birçok kişinin Cumhuriyetçi aday Trump’ın seçilmesine pozitif bakmasına yol açtı. Tabiri caizse, Trump’ın seçilmesi ehven-i şer olarak değerlendiriyor. Trump’ın yakın takımında yer alan Flynn’in The Hill’de yayınlanan yazısında, FETÖ meselesinde ve Fethullah Gülen’in iadesi konusunda Türkiye’nin tezlerinin yanında güçlü ifadelerle durması bu pozitif duygu ve yaklaşımı daha da teyit etti. Flynn, Amerika’nın Türkiye’nin Üsame bin Ladin’i olarak tanımladığı Fethullah Gülen’e ev sahipliği yapmasını eleştirdi. Gerçi ABD’de Fethullah Gülen ile Bin Ladin arasındaki analoji ilk defa kurulmuyor. TBMM Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Taha Özhan da darbe girişiminden sonra yaptığı ABD seyahatinde benzeri analojiyi verdiği mülakatlarda yapmıştı. Fakat yine de bu analojinin seçimi yeni kazanmış başkanın yakın çalışma arkadaşlarından birinin kurması önemlidir. Fakat FETÖ konusundaki olumlu hava büyük ve bölgesel resmi ıskalamamıza yol açmamalı. Trump ve yakın çalışma arkadaşlarının bugüne kadarki beyanatlarını veri alacak olursak, Trump’ın genel dış ve Ortadoğu politikasının Türkiye için pek de hayırlı olmayacak gibi gözüküyor.

Kabaca bir kategorizasyon yapacak olursak, Amerika’da Cumhuriyetçiler Türkiye’yi daha çok dış ve güvenlik politikası lensi ve jeopolitik bir okumayla anlamlandırıyorlar. Buna karşın Demokratlar, Türkiye’ye aynı zamanda ‘liberal demokrasi’ penceresinden de bakıyorlar. Bu nedenle Türkiye, jeopolitik önemi, konumu ve askerî kapasitesi nedeniyle Cumhuriyetçilerle daha rahat çalışacağını düşünüyor. Buna ilaveten, Trump muhtemelen uzun süreden beri en az Avrupacı Amerikan başkanı olacak. Türkiye’nin Avrupa’yla yaşadığı ve muhtemelen yaşamaya da devam edeceği sorunlar dikkate alınırsa, ABD ile Avrupa’nın Türkiye okuması arasında fark olması, Türkiye’yi göreceli olarak rahatlatacak başka bir başlık olacaktır. Diğer bir pozitif başlıksa Obama yönetiminin aksine Trump, İran’ı ve nükleer antlaşmayı daha fazla eleştiren bir noktada duruyor.

Bu göreceli pozitif başlıklara karşın, Trump’ın başka başlıklardaki söylemi Türkiye’nin pozisyonuna taban tabana zıt bir noktada duruyor. Öncelikle Trump, Arap dünyasındaki değişim dalgasını tamamıyla terörizmle mücadele başlığına sokuşturacak gibi duruyor. Bu tutumunun devamı olarak Trump, Wall Street Journal gazetesine verdiği mülakatta muhalefete olan Amerikan desteğini keseceğini ve Esad’ın iktidarda kalmasını sorunsallaştırmayacağını belirtti. Hatta Esad ve Rusya’yla birlikte IŞİD ile daha etkin mücadele edeceklerini ifade etti. Benzer şekilde, BM’nin açılışı sırasında Trump, Sisi ile yaptığı görüşmede ona ve rejimine desteğini ifade etmişti. Trump başkanlığında Sisi rejiminin, muhalefet ve Müslüman Kardeşler’e karşı muhtemelen daha da pervasızca davranacağını öngörmek mümkün. Yine, eğer Trump seçimlerden önce vadettiği ABD Büyükelçiliğini Kudüs’e taşıma ve Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıma taahhüdünü yerine getirirse, bu muhtemelen yeni bir İntifada’yı tetikleyecektir. Bunun hem bölgesel yansımaları olacak hem de Türkiye - İsrail ilişkilerini yeni bir teste tabi tutacaktır. Son olarak, Trump seçim kampanyası süresince Rusya’ya karşı son derece pozitif bir dil kullandı. Amerika’nın daha önce Çin ile beraber Sovyetler Birliği’ni dengeleme siyasetini adeta tersinden uygulamak ister gibi duruyor. Bu sefer ABD, Rusya’yla beraber Çin’i dengeleme siyaseti güdecek gibi duruyor. Eğer ABD ile Rusya arasındaki ilişkiler pozitif bir zeminde gelişirse, bu Türkiye - Rusya ilişkilerinde belli bir momentum kaybına yol açabilir. Neticede Türkiye ile Rusya’nın ilişkilerinin bu şekilde bir ivme kazanması iki ülkenin ortak vizyonunun eseri olmaktan ziyade onların ABD ve Batı karşıtlığının bir sonucudur. Özellikle Türkiye’nin son dönemlerde kaygılarının ABD tarafında dikkate alınmadığının da ötesinde Amerika’nın politika ve tercihleriyle Türkiye’nin ulusal güvenliğini tehlikeye soktuğu algısı, Türkiye - Rusya ilişkilerinin gelişmesi için uygun bir zemin sağladı.

Türkiye son yıllarda dış politikada sürekli duygusal savrulmalar yaşıyor. Bunu yakın dönemde Rusya örneğinde yaşadık. Trump’ın seçilmesi de benzeri bir durumun yaşanmasına yol açtı. Halbuki dış politika okumaları duygusal savrulmalardan ziyade rasyonel analizlerle yapılmalıdır. Türkiye’nin bölgesel siyaset başlıkları ve müttefikleri için olumsuz olması kuvvetle muhtemel olan Trump’ın başkanlığının, Türkiye için hayırlı olması pek olası gözükmüyor.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (4)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.