Etnik devlet mi, milli devlet mi

İbrahim Kiras

Bugünlerde “Bağımsız Kürdistan” için referandum yapmaya hazırlanan Barzani’nin bu konuda “benim çocukluk hayalimdi” mealindeki sözleri herhalde yalnızca kendi kişisel durumunu değil, Kürt aydınlarının çoğunun yüz yılı aşkın bir süredir içinde bulunduğu haleti ruhiyeyi de anlatıyor olmalı.

İmparatorlukların dağılma çağında hükümran milli devletler ortaya çıkarken kendilerini bir milletin parçası sayamayacak kadar kalabalık ve güçlü gören bazı etnik gruplar da kendi etnik devletlerini oluşturmak için harekete geçmişlerdi. Osmanlı sistemi içinde millet-i hâkime denilen Müslüman çoğunluğa mensup Arnavut ve Kürt toplumlarının seçkinleri imparatorluğun çatırdamaya başladığı yıllarda ayrı birer devlete sahip olma sevdasına düşmüşlerdi.

Biliyorsunuz, Arnavutlar o hengamede bir devlete sahip oldular. Yüz senedir bağımsız bir devletleri var. Buna karşılık Kürt nüfusun çoğunluğu ise birtakım Kürt aydınlarının ve bazı feodal liderlerin bağımsız bir devlete sahip olmak yolundaki çabalarına destek vermedi. Kürtlerin kahir ekseriyeti Türkiye’nin bağımsızlık kavgası olan milli mücadeleyi desteklediler. Milli devlete karşı isyan eden Şeyh Said’e verilen sınırlı destek etnik değil dini hassasiyetlerle ilgiliydi.

Cihan Harbi’nin sonunda oluşan yeni sınırlarımızın dışında kalan Kürtlerin bile anavatana karşı tutumları farklı değildi. Lozan’da Musul’un Türkiye’ye bağlanması hususu tartışılırken Ankara’nın en büyük kozu bölgedeki Kürt ahalinin çoğunluğunun Türkiye’ye bağlanmayı tercih etmeleriydi. Bunu gören İngilizler istenen halk oylamasını yaptırmamanın yollarını bulmuşlar, Şeyh Said isyanı da onların işini kolaylaştırmıştı. Türkiye’nin uluslararası arenada o günkü yalnız başınalığı da diplomatik bir çözümün sağlanmasına imkân vermemişti. (Musul Vilayeti o devirde Musul, Kerkük ve Süleymaniye sancaklarından oluşuyordu. Erbil şehri o tarihte Kerkük Sancağının, Duhok ise Süleymaniye Sancağının kazalarıydı.)

Netice itibarıyla Musul vilayetinin Kürt, Türkmen ve Arap ahalinin açık arzusuna rağmen Türkiye’ye bağlanması engellenmemiş olsaydı bugün referandum konusunu konuşuyor olmayacaktık. Ama elbette boş bir hayıflanma için değil, bugünkü problemin tarihi temellerini göstermek için söylüyorum bunu. Yoksa, ben de biliyorum ki “eğerle meğeri evlendirmişler, çocukları keşke doğmuş.”

***

Görünüşe göre, biz Irak’ta Kürdistan adıyla bağımsız bir devletin ortaya çıkmasına kendi Kürt vatandaşlarımızın devlete bağlılığına tehdit oluşturacağı, ayrılıkçı siyasetin yolunu açacağı endişesiyle karşı çıkıyoruz. Çünkü aşağı yukarı 40 yıldır bölücü terörle mücadele halindeyiz. Binlerce şehit verdik bu mücadelede ve şimdi Kürdistan adıyla bir devletin ortaya çıkıp bölücü terör örgütünün uğruna kan döktüğü amacın kolayca gerçekleştiğini görmek istemiyoruz.

Evet, "Bağımsız Kürdistan" projesine toplumun genelinde yükselen tepkinin gerekçesi bu. Daha doğrusu görünür gerekçemiz bu. Bazıları bu endişenin yersiz olduğunu, makul olmadığını ve çözüm getirmeyeceğini düşünüyor. Haklı da olabilirler. Ancak, bana sorarsanız, Türk toplumunun genelinde Barzani’nin referandum kararına yönelik oluşan tepkinin derinlerinde rasyonel analizlere değil duygulara dayalı bir yaklaşım var: Kendileriyle aynı milletten saydıkları Kürtlerin ayrı bir millet olduğu iddiasını kabul etmeme duygusu...

Ancak milletin bu hassasiyetinin devlette daha rasyonel bir şekle bürünmesi gerekiyor. Milletin derin bilincinde “Kürtlerin ayrı bir millet olduğu” iddiası kabul görmüyorken devleti yönetenlerin dilinden “Türkler ve Kürtler” sözünün düşmemesi doğru mu? Etnik ayrılıkçılığın kendi vatandaşlarımız arasında zemin bulmasından rahatsızlık duyup milli kimliği etnik kimliğe indirgemekten geri durmamak çelişki değil mi?

***

Barzani’nin “Bağımsız Kürdistan benim çocukluk hayalimdi” lafını duyunca ister istemez Albert Einstein’ın “milliyetçilik bir çocukluk hastalığıdır” sözünü hatırlıyor insan. Ancak Einstein tehdit altındaki azınlığın mensubu bir Yahudi olarak bu sözü tarihin en “dışlayıcı” milliyetçilik anlayışı olan Alman nasyonal sosyalizminin yükselişi üzerine söylemişti. Etnik esaslı, yani soya dayalı bir millet tarifi dışlayıcı olmak durumunda. Etnik bölücülüğün panzehiri kültürel müşterekleri ve eşit vatandaşlığı esas alan bir millet anlayışıdır.

Haddizatında insan topluluklarının tarih boyunca sergiledikleri gelişmenin ileri bir aşaması olarak millet adını verdiğimiz yapı ortaya çıktı. Etnik aidiyet, aile bağı, kabile hiyerarşisi vs. birbiriyle entegre olmuş kalabalık şehirlerde yaşayan insan topluluklarının birlikte yaşamaları, birbirleriyle ilişkilerini düzenlemeleri için artık yeterli olmadığı modern çağın gereği olarak…

***

Millet kavramını dışlayıcı değil kapsayıcı bir anlayışla vazedebilirseniz etnik ayrılıkçılık tehdidinden endişelenmeye gerek olmayabilir.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (19)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.