Neden önemli?

Mensur Akgün

Cumhurbaşkanı Erdoğan yaptığı bir hamleyle Başbakan Davutoğlu’nun istifa etmesini, diğer hamleyle de AB-Türkiye ilişkilerinin geleceğinin Türkiye’de ve dünyada sorgulanmasına yol açtı. Her iki hamlesi, daha doğrusu siyasi inisiyatifi konusunda da çok şey söylendi, yazıldı. İlki bundan sonra da çok konuşulacak, belli ki AK Parti içinde siyasi kırılmaya değilse bile gönül kırılmalarına neden olacak.

Ama umuyorum ki diğeri hakkında daha fazla konuşmamıza gerek kalmayacak. Türkiye vize serbestisi ve Geri Kabul Anlaşması konusunda üstüne düşen sorumlulukları yerine getirecek. Çünkü 18 Mart’ta üstünde uzlaşmaya varılan metin sadece AB açısından önem taşımıyor, 0,Türkiye için de önemli.

***

Her şeyden önce hususi, hizmet ve diplomatik dışında normal pasaport sahibi olan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları konsolosluk kapılarında beklemeden, aşağılanmadan Schengen bölgesinde serbestçe seyahat edebilecek. Milyonlarca insanın yararlanacağı böylesi bir imkanın hiçbir siyasi tarafından engellenmek isteneceğini zannetmiyorum.

İkincisi, Türkiye 6 milyar avro kadar bir meblağı ülkesinde misafir ettiği mülteciler için kullanma imkanına kavuşacak. “Misafirleri” rahat ederse Türkiye de rahat edecek. Ayrıca AB’nin vermeyi taahhüt ettiği yardım Türkiye ekonomisinin canlanmasına yol açacak. 6 milyar avro mülteciler için harcansa bile nihayetinde Türkiye içinde harcanacak. İnşaat olacak, okul olacak, ilaç olacak, proje olacak. Türkiye’de istihdam yaratacak.

Üçüncüsü, kimse Türkiye’yi oyun bozanlıkla, verdiği sözleri yerine getirmemekle suçlamayacak, ahde vefa ilkesini hatırlatmayacak. Devlet ciddiyeti meselesi gündeme gelmeyecek. AB’nin Türkiye karamsarlarının eline koz verilmeyecek. Cumhurbaşkanı Erdoğan AB’nin sorunlarını derinleştiren lider olarak değil, çözüm ortağı olarak görülecek. Terör tanımının bahane, asıl sorunun yolsuzlukla mücadele olduğu bir daha yazılmayacak, söylenmeyecek.

Dördüncüsü, uzun süredir tıkalı olan müzakere süreci en az bir başlığın açılmasıyla birlikte yeniden ivme kazanacak. AB ile olan ilişkileri eline geçen fırsata rağmen buzdolabına koyan taraf Türkiye olmayacak. Bundan Türkiye’nin halkı kadar Türkiye’nin iktidarı da yararlanacak, seçmenine anlatacak iyi bir hikayesi, tescil edecek başarısı olacak. Canlı tutulan üyelik perspektifi sayesinde yatırım çekilecek, AB çıpası istikrarın garantisi olarak görülecek.

Beşincisi, Türkiye vize serbestisinin önceden müzakere edip kabul ettiği şartlarını yerine getirmezse mültecilerin hayatlarını riske atmadan AB’ye gidişlerini sağlayacak mekanizma da çökecek. AB’ye iltica etmek isteyenlere sınırlarımızı açacağımız, yani gereken önleyici tedbirleri almayacağımız için insanlar yine derme çatma botlarla adalara çıkmaya çalışacak, Ege Denizi yine Aylan bebeklere mezar olacak.

Altıncısı, biz sınırlarımızı açacağız da mutabakata vardığımız Almanya ve AB’nin diğer üyeleri boş mu duracak? Bizi suçlamayacaklar mı? Mülteci akınını durdurmak için gerekli hukuki, siyasi, hatta askeri önlemleri almayacaklar mı? Bu mutabakat yüzünden zaten zor durumda kalmış olan Merkel, olan biteni, bizim sınırlarımızı açmamızı, mültecilerin düzensiz geçişine göz yummamızı seyir mi edecek? Avrupa basını Türkiye’yi topa tutmayacak mı?

Ben bunlar ve daha pek çok neden yüzünden Türkiye’nin üstüne düşen sorumlulukları yerine getireceğini, Cumhurbaşkanı’nın Cuma günü yaptığı konuşmada AB’deki mevkidaşlarına sadece uyarıda bulunduğunu düşünüyorum. Cumhurbaşkanı, mülteci meselesinde de muhatabınız benim diyor, terör konusunda Türkiye’nin AB ülkelerinin tutumundan duyduğu rahatsızlığı dillendiriyor. Sanıyorum her iki uyarısı da kayda geçti. Zaten bu yüzden de daha sonra adına yapılan yazılı açıklamada aynı sertlik yoktu.

Kaldı ki terör konusundaki uyarısı da yerindeydi. PKK’nın bayraklarıyla, posterleriyle Avrupa kurumlarının önünde kamp kurmasına, protesto düzenlemesine göz yumulmasını eleştirdi. O söylemedi ama bu konuda AB’nin iki yüzlü davrandığı gerçek. Tıpkı PKK gibi terör örgütü kabul ettikleri diğer örgütlere de -mesela IŞİD’e- aynı imkanları tanısalar, onlar da bayraklarıyla Brüksel’de, Strazburg’da “barışçıl gösteri” düzenleseler, protesto “hakkını” kullansalar, o zaman PKK’ya tanıdıkları özgürlüğü dert etmeyebilirdik.

***

Ancak AB’nin bu şekilde davranması bizim kendimize zarar vermemizi gerektirmez. Bu sorunu böylesi sert çıkışlarla kayda geçirip, diplomatik müzakerelerle, siyasi pazarlıkla çözebiliriz. Yeter ki amacımız AB’den kopmak, daha önceden üstünde mutabakata varılan ve aslında uygulanması Türkiye’nin de çıkarına olan koşulları gerekçe göstererek tarihi bir fırsatı harcamak olmasın. Ben harcamayacağımıza inanıyorum, inanmak istiyorum…

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.