Davutoğlu’ndan Boğaziçi açıklaması: Vasatın üstündeki her şeyi yok etmek istiyorlar

Gazetelerin Ankara temsilcileriyle kahvaltıda bir araya gelen Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, dünyada ve ülkede yaşanan gelişmeleri değerlendirdi.

CENGİZ İNOĞLU | KARAR.COM

Türkiye’nin Çin’den aldığı yeni tip koronavirüs (Kovid-19) aşılarıyla ilgili değerlendirmede bulunan Davutoğlu, “Aşıların getirilmesiyle Uygur Türkleri’nin Çin’e iade edilmesi arasında bir bağlantı var” iddiasında bulundu.

Boğaziçi Üniversitesi tartışmalarıyla ilgili de konuşan Davutoğlu, “Burada bir kalite düşmanlığı da var. Bir vasat olacak o vasatın üstündeki her şeyi tasfiye etme çabası var. Şehir Üniversitesi’ni bu anlayışla kapattılar. İşte bu 12 Eylül kafasıdır, 28 Şubat zihniyetinin devamıdır. Farklı düşünen haindir ve vasatın üstünde düşünen başbakansa değiştirilmek zorundadır. Akademisyense tasfiye edilmelidir anlayışını ülkede geliştirdiler” diye konuştu.

Fikri Sağlar’ın başörtülüleri hedef alan açıklamalarını değerlendiren Davutoğlu, “Burada iktidardakilerin Sayın Kılıçdaroğlu’nu takdir etmeleri gerekirdi. Kılıçdaroğlu partisinin bir üyesinin özgürlükleri hedef alan anlayışının karşısında durup, net bir tutum takındı. Sayın Kılıçdaroğlu bugün özgürlükler noktasında bizimle aynı noktaya geldi” dedi.

whatsapp-image-2021-01-06-at-16-03-12.jpg

Gazetecilerin sorularının öncesinde bir değerlendirme konuşması yapan Davutoğlu, şu açıklamalarda bulundu:

"Dünya yeni bir dönemden geçiyor. Pandemi dönemiyle birlikte sadece seyahat kısıtlamaları getirilmedi. Daha korumacı ekonomik politikalarda geliştirildi. Böyle bir dönemde Türkiye dünyayı doğru yorumlasın isterdik. Son bir yıldaki tabloya baktığımızda 21. yüzyıla hazırlanan bir Türkiye değil, 1970’lere hazırlanan bir Türkiye tablosu ortaya çıkıyor. Eski partimizden neden ayrıldığımızı soruyorlar. Aslında son bir yıl içinde yaşadıklarımız bizim neden ayrıldığımızı ortaya koyuyor.

Dünya artık insan hakları ve özgürlükler konusunda yepyeni dönüşümler yaşıyor. Türkiye’de ise özgürlükler 90’lı yılların anlayışına döndü. 90’larda yaşadıklarımızın aynısını bugün de görüyoruz. Son bir yıl içinde insan hakları noktasında geldiğimiz düzey 90’lı yılları 80’li yılları aratacak düzeydedir. Güneydoğu’da Kürt vatandaşlarımıza yönelik uygulamalarda 90’lı yıllara döndük. Hem de başörtüsü ve Boğaziçi üniversitesi olayında da gördüğümüz gibi 90’lı yıllara döndüğümüzü gördük.

“ERDOĞAN BAŞÖRTÜSÜ YASAĞINI SAVUNAN BAHÇELİ VE PERİNÇEK’LE YAN YANA DURUYOR”

İktidar şimdi reformdan bahşediyor. Sayın Cumhurbaşkanı’nın reform diye bahsettiği konuşmalara bakacak olursanız, benim 22 Nisan 2019’da hazırladığım “AK Parti şu yolla düzelebilir” diyerek Sayın Cumhurbaşkanı’na yazdığım manifesto ile birebir aynı. Neden bunları yapmak için iki yıl beklediniz. Reform yapılabilir mi? Keşke yapsalar. Reform yapamazlar. Oturdukları koltuğu kaybetmekten korkarlar. Reform demek her zaman şeffaf olmak demek. Yapamazlar çünkü, tam da 28 Şubatı yaşatan aktörlerle yan yana duruyorlar.

Sayın Merve Kavakçı başörtüsüyle Meclis’e geldiğinde, kendi milletvekillerinin başının açık olması talimatını veren Sayın Bahçeli’dir. 28 Şubat’ın ideoloğu Doğu Perinçek’tir. Perinçek’i her akşam televizyonlarda görüyorsunuz ama bizi göremiyorsunuz. Sayın Erdoğan 28 Şubat aktörlerine teslim olmuş durumda. Fikri Sağlar da 19, yüzyıl zihniyetinde kalmış. Radikal sekülarizmi getiren o mantıktır. Bütün bir muhalefeti Fikri Sağlar üzerinden itham etmek tam da başörtüsü istismarıdır. Kadınlarla ilgili vitrin mankeni ifadesini kullanmak, insani değerler açısından benim aklımın alacağı bir şey değildir. Kadın ve vitrini yana yana getirmek hangi zihnin ürünü olabilir. Bunlar suni gündemlerdir.

screenshot-4.jpg

“TÜRKİYE’Yİ GEÇMİŞTE OLDUĞU GİBİ FAİZ, KUR, ENFLASYON SARMALINA SOKTULAR”

Almanya’da 300 milyar euroluk paket açıklandı ve müthiş bir parasal genişleme sağlandı. Bütün Avrupa’da bu yapıldı. Türkiye’de ise bir şey yapılmadı. Kimse pandemi sürecinin bahanesinin arkasına saklanmasın. Türkiye artık ilk 20 ekonomi arasında değil. Türkiye lig düştü, artık G20’de değil. Cumhurbaşkanının damadının olduğu dönemde ve sonrasındaki dönemde, son derece birbiriyle tutarsız politikalarla uygulandı. Türkiye’nin en önemli ikinci ismi bir anda ortadan kayboldu ve nerede olduğunu kimse soramıyor.

Diyor ki Sayın Erdoğan damadının istifasının ardından; “Faiz, kur, enflasyon şer üçgeniyle mücadele edeceğiz” diyor. Ülkeyi buraya kim getirdi? 2001 krizinde de faiz, kur, enflasyon sarmalındaydı Türkiye. Bu duruma ülkeyi kim getirdi? 2016’da bıraktığımda bütün göstergeler, enflasyon 6’ydı, faiz 7’ydi, dolar 2.80’di. Bizi faizcilikle suçlayan Erdoğan, faizi 40 günde 675 baz puan artırdı. Hindistan, Rusya gibi ülkelerde bile faiz yüzde 3’lerde. Türkiye Jamaika, Venezuela, Mısır gibi ülkelerle aynı kategoride.

Bütün ülkeler, pandemi sürecinde vatandaşlarına karşılıksız para vererek parasal genişleme sağladı. Bizde de, vatandaşa kredi vererek borçlandırma yoluna gidildi. 876 milyar dolarlık milli gelirle ülkeyi bıraktık. Şimdi 650 milyar dolara düştü. Bu 200 milyar dolar nereye gitti? Bizim bıraktığımız dönemde kişi başına düşen gelir 11 bin 200 dolardı. Şimdi ise, 8 bin doların altında.

“TÜRKİYE’YE ÇİN’DEN GETİRİLEN AŞILARIN SUÇLULARIN İADESİ ANLAŞMASIYLA İLGİSİ VAR”

Bugün Türk tarihinin en bilinemez koalisyonu ile karşı karşıyayız. Dün akşam, Sayın Erdoğan’la Sayın Bahçeli ne konuştular bilmiyoruz. Geçmişte Bahçeli, Ecevit ve Mesut Yılmaz üçü bir araya gelirdi ve ülkenin kaderi çizilirdi. Bugünkü koalisyonun Sayın Erdoğan’ı nasıl bir kadere mahkum ettiğini bilmiyoruz. Böyle bir anlayışla ülke yönetilemez. Bugün en büyük sorun güven krizidir.

Sağlık Bakanlığı iyi performansla başladı, 4 ay içinde o güveni yok ettiler. Bir gecede vaka sayısını 30 bin ilan ettiler. “Aşı şu tarihte gelecek” diyorlar yok. Meğer o dönemde Çin’le suçluların iadesi anlaşması gündeme geliyor ve yine karanlık bir süreç. Uygur Türkleri’nin neyle karşılaşacağı belli olmayan bir anlaşma görüşülüyor. Hiç şeffaf bir süreç işlemiyor. Sonra bir daha erteleniyor. Bir daha erteleniyor. Faz 3 denemesi yapılmayan bir aşı Türkiye’ye getiriliyor. O kadar vahim bir tablo ki, sonra Sağlık Bakanı çıkıyor “Aşılar işe yaramazsa geri iade ederiz” diyor. Türk insanı denek insanı değil. Bütün ülkeler bir çok yerden aşı siparişi verirken, siz faz 3 çalışmasını bitmeyen bir aşıyı Çin’den sipariş ediyorsunuz.

Eylül ayında ekonomi hedeflerini açıklayan bakan kasım ayında yok. Türk ekonomisini bu duruma getiren bakanın ülkeyi bu duruma nasıl getirdiği sorulamıyor bile.

"İHRAÇ EDİLMEK İSTENDİĞİMİZ İÇİN GELECEK PARTİSİ'Nİ KURDUK"

Daha önceki uyarılarımız eski partimizde dinlenmediği için ve ihraç edilmek istediğimiz için biz de Gelecek Partisi’ni kurduk. Gelecek Partisi konjonktürel bir parti değildir. Türkiye’yi 20. yüzyıla taşımaya çalışanlara karşı, Türkiye’yi 22. yüzyıla taşımaya çalışan bir partidir. 21. yüzyıl demiyorum. 22. yüzyıla hazırlamak istiyoruz ülkemizi. 10 ay içinde büyük kongremizi yaptık. Türkiye’nin her yerinde örgütlenme başarısı gösterdik.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin ilk icraatları artık bu sistemle ülkenin daha fazla ilerleyemeyeceğini gösteriyor. Bu kadar kötü bir icraattan sonra ülkenin 2.5 yıl daha bu sistemle yönetilmesi mümkün değildir. Artık ülke seçim psikolojisine girmiştir.

screenshot-5.jpg

Soru: Arap ülkeleri Katar’la ilişkilerini düzeltti. Türkiye’nin Libya politikasını ve Katar’la ilişkilerini etkiler mi?

Bunu son derece olumlu buluyorum. Körfez ülkelerinin barışması bölge barışına katkı sağlar. Bu ilişkilerin düzelmesi dünya için iyi olmuştur, petrol piyasası için, doğal gaz piyasası için olmuştur. Orada gerilimin düşmesi olumludur. Dışişleri Bakanı’nın bu konudaki açıklaması da olumludur. Türkiye’nin bütün körfez ülkeleriyle en iyi ilişkileri geliştirmesi lazım. Katar Türkiye ilişkileri kişisel politikalara indirgenirse ilişkiler mutlaka olumsuz etkilenir.

Libya politikası ise doğru bir politikadır. Libya ile yapılan anlaşmalar benim dışişleri bakanlığımın ilk yıllarına gider. Türkiye’nin Libya’da çıkarlarını koruması doğru bir politikadır. Suudi Arabistan’la ilişkilerin iyileştirilmesi Libya’daki gerilimi de azaltabilir.

Soru: 90’lı yıllara geri dönüldüğünü söylediniz, parti programınıza bir eleştiri var AK Parti’nin 2014’teki politikalarının ötesinde değil. Bazı kavramların çok soyut olduğu yönünde bir eleştiri var. Buna katılıyor musunuz? Erbil Ankara ilişkileri bağlamında neler söylemek istiyorsunuz?

Bizim parti programımız diğer parti programlarından farklı olarak, Türkiye’nin en demokratik programıdır. AK Parti’nin 2014’te geliştirdiği politikalar benim de katkımın olduğu doğru politikalardır. Ülkenin genelinde bir demokrasi problemi var. Bizim programımız en özgürlükçü programdır. Kayyum ve KCK arasında sıkışmış bölge halkına en net mesajları biz verdik. ‘Ne kayyum ne KCK gerçek demokrasi’ dedik. Kürtçeye dönük olarak en net mesajları biz verdik. O yüzden sayın Bahçeli iki günde bir Serok Ahmet diye hitap ediyor. O sebeple doğu ve güneydoğuda çok çabuk örgütlenebildik.

Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile ilişkilerin iyileştirilmesi için görevdeyken elimden geleni yaptım. Sadece Irak Kürtleri değil Suriye’deki Kürtler de hepsi bizim soydaşımızdır. Ben başbakanlığı bıraktıktan sonra, Kuzey Irak’a hiç ziyaret yapılmadı. Bu da 90’lı yıllara dönüşün bir göstergesidir. Bütün akraba toplulukların hamisi Türkiye’nin olması gerekir, başka ülkelerin olması değil.

“ORTADA GİZLİ BİR ANLAŞMA VAR”

Soru: Sayın Cumhurbaşkanı’nı neye mecbur ettiklerini bilmiyoruz dediniz. Bunu açar mısınız?

Sayın Cumhurbaşkanı'nın gücü arttıkça özgürlüğü artmıyor, azalabilir. Cumhurbaşkanı’nın mutlak yetki sahibi olduğu aşikar. Yetkisini kullanırken uyguladığı yöntemleri görünce bazı kısıtlamalar altında olduğunu anlıyoruz. Benim tanıdığım Erdoğan kendisine “aptal olma” dendiğinde ertesi günü beklemez o gün “Eyyy “ diye tepkisi gösterirdi. Günler sonra “Mektubu Trump’a taktim ettim” demezdi. Ben de sizin gibi soruyorum, nasıl bir faktör varken herkese “Eyy” diyen Cumhurbaşkanı Trump’a karşı susmayı tercih etmiştir. Kendisinden zayıf aktörler karşısında gürleyen ama güçlüler karşısında susan bir cumhurbaşkanı görüntüsü var. O zaman şunu sormak zorundayız, “Ne var ki susmak zorunda kalıyorsunuz?”

Yanında çalışan bir memura bir söz söyleyen bir devlet başkanı olduğunda kükreyen bir Erdoğan vardı. Ama şimdi Devlet Bahçeli AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’u parti kapatma meselesi yüzünden “haddini bil” dedi. Cumhurbaşkanı’nın buna tepki göstermesi gerekirdi. Bir partinin genel başkanı başka bir partinin iki numarasına ağır hakaretler edebiliyorsa, o zaman kim iktidar? Kim güçlü? Kim edilgen, kim etken? Bütün bunları yan yana koyduğumuzda, benim bildiğim Erdoğan’ın “ey Bahçeli” demesi gerekirdi. Bir partinin düşebileceği en zelil tablo budur. Demek ki ortada gizli bir anlaşma var.

“PERİNÇEK ERDOĞAN’IN ALTINDAKİ HALIYI ÇEKERSE ÜLKE SEÇİME GİDEBİLİR”

Soru: Daha yoğun bir şekilde seçim mi isteyeceksiniz?

Bazen seçim gelir kendisini dayatır. 2001’e olduğu gibi hatta 2018’de olduğu gibi. 2018’de seçim kararını sayın Erdoğan mı verdi? Ben kendisiyle görüşmüştüm ama sayın Bahçeli seçim kartını açtı ve ülkeyi seçime götürdü. Bu 2.5 yıllık iktidar performansına baktığımda, bu şekilde ülkenin 5 yılı doldurması, siyasi ve psikolojik olarak çok zor. Koalisyon ortakları tarafından, bu Perinçek de olabilir. Altındaki halı çekildiğinde seçime gitmek zorunda kalabilir Erdoğan. Şu andaki ekonomik tabloya baktığımızda, geçtiğimiz dönemdeki ekonomi muslukları açılamayacağına göre, 2021’in ikinci yarısında seçim olması daha muhtemeldir. Türkiye genelinde iktidarlar yazı arkasına alıp seçime girmeyi isterler. Alandan aldığımız bilgilere göre, seçimin en güçlü partisi Gelecek Partisi’dir. Gelen dip dalgayı görüyoruz.

“KILIÇDAROĞLU’NA TEŞEKKÜR ETMELERİ GEREKİRDİ”

Soru: Seçim için ilkesel ittifaklara açık mısınız?

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin en olumsuz sonuçlarından bir tanesi, Türkiye’yi kutuplaşmaya götüren bir ittifak sistemini dayatması. Burada ABD deki iki partili sistem gibi bir yapı yok. Biz partiyi kurarken şunu söyledik, “Türkiye soğuk savaş psikolojisinden çıkaracağız” önemli bir ölçüde bunu da başardık. İktidar partisi dışında herkesle iletişimimiz var. Çünkü görüşme taleplerimizi geri çeviriyorlar. Bizim görevimiz Gelecek Partisi’ni iktidar yapmaktır.

Şu aşamada ittifaktan çok uzlaşmayı daha çok önemsiyorum. Parlamenter sistemle ilgili bir çalışma söz konusu oldu. Muhalefet partileri bizim görüşme talebimizi kabul ederken, iktidar partileri kapıları kapattı. Yolsuzluklara karşı mücadele bir uzlaşma meselesidir. Sayın Erdoğan yolsuzlukları önlemek için paket getirsin, kendisine ilk desteği biz veririz. Siyasi etik yasasını getirdiğim için örtülü bir darbeyle görevden ayrılmak zorunda kaldım. Ama sayın Erdoğan siyasi etik yasasını şimdi getirsin sonuna kadar arkasında dururum. İttifak kutuplaşmaya neden olur.

Bugünkü iktidarla benim bir akademisyen olarak anlaşmam mümkün değil. Üniversite kapatacaksın, memur gibi rektör atayacaksın. Ama diyelim ki, bu tutum değişti “YÖK’ü düzelteceğim” dediği anda, biz kendisine destek veririz.

"VİTRİN MANKENİ DEMEK YAKIŞMAZ"

Sayın Kılıçdaroğlu’nun başörtüsü ile ilgili kendi partisinden bir kişinin açıklamaları karşısında net bir tutum takındı. Kendisine teşekkür etmeleri gerekir. Sağlar’ın söylediği lafı Kılıçdaroğlu gibi bir de, “Vitrin mankeni” demek yakışmaz. İyiye iyi demek gerekiyor. Bir siyasi partinin lideri başörtüsü yasağına karşı çıkmışsa takdir etmek gerekiyor.

BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ TARTIŞMALARI: TÜRKİYE’DE VASATIN ÜZERİNDEKİ HER KURUMU YOK ETME ANLAYIŞI GELİŞTİ

Soru: “18 yılda eğitim ve kültürel alanda başarısız olduk” diyen Erdoğan’ın açıklamalarının ışığında, önce Şehir Üniversitesi’nin kapatılmasını ve ardından da Boğaziçi’ne teamüllerin dışında rektör atamasını ve üniversitenin kapısına kelepçe takılmasını nasıl değerlendirirsiniz?

Hayretle ve şaşkınlıkla ve üzüntüyle karşıladım. Hayretle değerlendiriyorum, Sayın Erdoğan’ın 28 Şubat dönemi sonrasında AK Parti’yi kurarken gündeme getirdiği en önemli şey; üniversite özerkliği ve YÖK’ün kaldırılmasıydı. Üniversitedeki özgürlük sadece sadece başörtüsüyle sınırlı değildir. Aynı zamanda düşünce özgürlüğü en önemli kriterdir. Ama gelinen noktada, Türkiye’de herkesin kabul ettiği gibi ülkenin en kaliteli üniversitelerden biri kabul ettiği Şehir Üniversitesi’nin 40 yıllık birikiminin bir gece yarısı kararnamesiyle kapatabilecek tavır sergilendi. O zaman bu meseleyi anlatmaya çalıştığımda, bazıları bunu Sayın Erdoğan’la benim aramdaki bir mesele olarak gördü. Evet bana olan husumeti buna yol açtı ama bu benim Erdoğan’la aramdaki bir şahsi mesele değil. Bu Erdoğan’ın düşünce özgürlüğüne ve üniversitelere yönelik bakışının zihniyetinin bir yansımasıdır.

Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör atanması şekli yanlış. Bunu şu an atanan rektörün kimliğinden bağımsız olarak söylüyorum. Bir başkası da atansa yanlış olurdu. Üniversiteyi büyük binalardan ve sadece kendisinin görüşlerini kabul eden öğretim üyelerinden ibaret gören bir kişi, üniversiteyi anlamaz. Geçmişte ben AK Parti’deyken de çok tartıştığımız bir durumdu. Üniversiteler farklı fikirlerin buluştuğu alanlardır. “Kindar nesil istiyorum” sözünü duyduğumda tüylerim diken diken olmuştu. Yanlış olduğunu kendisine söylemiştim. Kin üzerine bir nesil inşa edilemez.

Burada bir kalite düşmanlığı da var. Bir vasat olacak o vasatın üstündeki her şeyi tasfiye etme çabası var. İşte bu 12 Eylül kafasıdır, 28 Şubat zihniyetinin devamıdır. Buluştukları ortak nokta şudur, farklı düşünen haindir ve vasatın üstünde düşünen başbakansa değiştirilmek zorundadır. Akademisyen ise tasfiye edilmelidir. Türkiye’de bazı üniversitelere öyle kaynaklar aktarıldı ki, Şehir Üniversitesi borcunu ödeyebilecek durumdayken, kapatılma yoluna gidildi. Çünkü kontrol edilemiyor. Ram olacaksınız, üniversite böyle bir yer değil. Bunu bir zihniyet yansıması olarak görüyorum. 28 Şubat çilesini çekmiş bir camianın bugün Şehir Üniversitesi’nin kapatılmasına sessiz kalması beni üzmüştür. Şimdi de Boğaziçi Üniversitesi hedef alınıyor. Ben Cumhurbaşkanı tarafından rektör atanmasını doğru bulmuyorum. O rektör şimdi nasıl görev yapabilecek? Ben öğrenciyle beraber kampüste yürüyebiliyorsam rektör olurum. Bir akademisyen olarak söylüyorum, Gelecek Partisi olarak YÖK’ü kaldıracağız.

“CANAN KAFTANCIOĞLU’NUN BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ’NE AÇILIP GİTMESİ GAYET NORMALDİR”

Soru: Boğaziçi Üniversitesi’nde yapılan gösterilerde gözaltına alınan bazılarının terörist olarak suçlanmasını nasıl düşünüyorsunuz? Canan Kaftancıoğlu da orada açıklama yaptı, bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bir protesto gösterisine art niyetli insanlar girmişse, polisin görevi onları ayırıp diğer öğrencilerin gösteri yapmasını sağlamaktır. Bana Boğaziçi’nden gelen bilgiye göre orada halay çeken bazı insanlar dışardan gelmiş ama, onların orada olması yapılan eylemin haksız olduğunu ortaya koymaz. Onlar orada diye üniversitenin kapısına kelepçe vurmak olmaz. Hemen de terörist damgasını vurmak nasıl oluyor. Madem terörist onlar oraya nasıl geldiler? Madem biliniyordu daha önceden tutuklasaydınız. Oraya geldikleri için mi terörist oldular? Onlar var diye gösteri yapma hakkı ortadan kaldırılamaz.

Bu ülkenin en bilinen teröristlerinden biri olan Osman Öcalan’ı TRT’ye kim çıkardı? Osman Öcalan o gösteriye katılsaydı tutuklanmayacaktı, TRT ‘gösteriler hakkında ne düşünüyorsunuz?’ diye soru soracaktı herhalde.

Canan Kaftancıoğlu’nun orada basın açıklaması yapması doğrudur. Ben de bir Boğaziçi mezunu olarak burada işim olmasaydı orada bulunmak isterdim.

Soru: Gözaltına alınan öğrencilere yönelik çıplak arama iddiaları hakkında ne düşünüyorsunuz?

Çıplak aramayı insan vicdanı ve hukuk devleti kabul edemez. Mutad aramaların belli bir çerçeve içinde yapılması gerekir. Çıplak arama iddialarını ilk duyduğum andan itibaren parti olarak tepki gösterdik. İnsan hakları ihlallerine yönelik tavrımız nettir.

“HDP’Yİ KAPATMAYI GÜNDEME GETİREREK KENDİ SEÇMENLERİNİ KONSOLİDE ETMEK İSTİYORLAR”

Soru: Bahçeli’nin HDP’nin kapatılması yönündeki çağrıları hakkındaki görüşünüzü öğrenebilir miyiz?

Partinin kimliği ne olursa olsun bir suç varsa suç kişiseldir. Benim siyasete girişimde bir mevki makamla olmadı. AK Parti kapatılma davası ilan edildiğinde, sayın başbakanın yanına giderek, “Bu demokrasiye karşı açılmış bir savaştır. Bundan sonra görevim ve ünvanım ne olursa olsun sizin yanınızdayım” dedim ve siyasete o gün girdim. Daha önceki milletvekilliği tekliflerini kabul etmemiştim. Sayın Bahçeli samimi değildir. HDP’nin kapatılması söylemi üzerinden kendi seçmenlerini konsolide etmek istiyorlar.

HDP de terörle arasına mesafe koymalıdır. HDP’nin kendisini Kandil’den bağımsız kılması Türk siyasetine de katkı sağlayacaktır. Seçilen belediye başkanlarını hapse atarsanız, Kandil’in önünü açarsınız.

“KILIÇDAROĞLU BUGÜN BİZİMLE AYNI NOKTAYA GELDİ”

Soru: Önümüzdeki seçimlerde ittifaklar gündeme gelecek. Siz Cumhur İttifakı’nda yer almayacağınız belli ettiniz. Kılıçdaroğlu ile geçmişte ayrışıyordunuz bugün onu takdir ettiğinizi söylediniz. Bu bir çelişki değil mi? Gelecekteki stratejiniz ne olacak?

Sayın Kılıçdaroğlu’yla geçmişte tartışmalara girdik doğrudur. Ama Sayın Bahçeli’nin bugün yaptığı gibi nezaket sınırlarını aşan tartışmalara girmedik. Sayın Kılıçdaroğlu geçmişte partisinin söylediklerinin tersine bugün bizim savunduğumuz noktaya geldi. O nedenle benim onu takdir etmem gayet normal. Ama Doğu Perinçek, 28 Şubat’taki fikirlerini aynı şekilde savunuyor. Sayın Kılıçdaroğlu daha önceki CHP fikirlerine karşı görüş beyan etti. Sayın Erdoğan’ın görüşlerini beyan etti. Perinçek hala “28 Şubat devam ediyor” diyor ve Erdoğan buna ses çıkaramıyor. Perinçek canlı yayınlarda bunu savunuyor. Ben ilkesel devam ediyorum. Doğu Perinçek bugün çıksın, “Ben başörtüsü özgürlüğünü savunuyorum” desin, çıkıp onu alkışlarım.

Bizim savunduklarımızı savunan her parti ile uzlaşma sağlarız. Seçim sathına girmeden ittifaktan bahsedemem. Seçim yaklaştıkça Cumhur ittifakı da dağılacaktır göreceksiniz. Geçmişte cepheler vardı onlar devam etti mi? Kim yasaklara karşı mücadele ederse, onunla beraber olurum.

“AİHM BİZİM RESMİ BİRİ KURULUŞUMUZDUR”

Soru: Türkiye’nin 90’lara döndüğünü söylediniz. Kürt meselesine bakış açınızı açar mısınız? AİHM’in kararını Sayın Cumhurbaşkanı kabul etmeyeceklerini söyledi. Bu uygulanmazsa nasıl bir sonuç çıkar?

90'lı yıllara dönüş var. 90’larda Kürt, tarihi olarak Kürdistan gibi isimlerinin geçmesi potansiyel suç olarak görülüyordu. Şimdi de ders kitaplarında benzer değişiklikler var. Kayyum atamaları da aynı şekilde. Teröristle mücadele etmek, özgürlük alanlarıyla mücadele etmek değildir. Özgürlük alanları daraltılarak güvenliği sağlamaya çalışıyorlar. Kimse milli bekadan vazgeçelim demiyor. Ama Kürt vatandaşlarımızın aidiyet bilincinin güçlendirilmesi gerekir. Aidiyet bilincinin geliştirilmesi de; demokrasiyle insan haklarının güçlendirilmesiyle, Kürtçe’ye saygıyla olur.

AİHM’e bakış açısında da 90’lı yıllara dönüş var. AİHİM Avrupa Konseyi’nin bir organıdır. Türkiye Avrupa Konseyi’nin kurucu üyesidir. Benim başbakanlığım döneminde Türkiye Avrupa Konseyi’nde en çok söz sahibi olan 5 ülkeden biriydi. Türkçe Avrupa Konseyi’nde resmi dil olmuştur. Avrupa Konseyi bizim bir kuruluşumuzdur. AİHM’e Türkiye yargıç vermiştir. AİHM’i Türkiye’ye bir şeyler dikte eden bir kuruluş olarak görmek doğru değil. Rusya bile bugün oradan ayrılmayı düşünmüyor. Çünkü orası bir çağdaşlık ölçütüdür. Oradan çıkacaklarmış. Nereye gideceksiniz? 2014’te Türkiye’nin AİHM’deki dosyaları azalıyorsa, bugün artıyorsa bizde de sorun var demektir. Türkiye 1453’ten beri Avrupa sisteminin bir parçasıdır.

“GEÇMİŞTE ERKEN SEÇİM İSTEYEN BAHÇELİ DARBECİ Mİ OLDU?”

Soru: Milli Savunma Bakanı’nın İlker Başbuğ’a gece yarısı yaptığı açıklamayla cevap vermesini ve Bahçeli’nin CHP’nin erken seçim çağrısı yapmasını darbe olarak nitelendirmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ben bu gece yarısı açıklamalarını hiçbir topluma yakıştıramadım. Darbe konusunda gece yarısı bir açıklama yapılması yöntem olarak yanlış. Ortada acil bir durum var da ona mı müdahale edeceksiniz? Darbeyi kim telaffuz ederse, buna kim teşebbüs ederse biz onun karşısındayız. Türkiye’de demokrasi konusunda görüş beyan edecek makam Meclis’tir. Genel Kurmay da çalışmalarına odaklansın. Türkiye’de kimse darbeyi geçmişteki örneklerle de gündeme getirmemeli. Erken seçimi savunmak neden darbe ile ilişkilendirilsin ki, 2001’de erken seçimi Devlet Bahçeli istedi. Bahçeli şimdi darbeci mi oldu?

“TÜRKİYE’DE YOKSULLUK NEDENİYLE TOPLUMSAL OLAYLAR ÇIKABİLİR”

Soru: İktidar sokak hareketlerini her defasında Gezi olayları perspektifinde değerlendiriyor. Boğaziçi gösterilerini de gezi olaylarına dayandırmak isteyenler var. Sizin böyle bir endişeniz var mı?

Boğaziçi Üniversitesi için yapılan eylemler görüş beyanı açısından bir haktır. Gezi olaylarına başta çok haklı gerekçelerle yola çıkıldı. Türkiye’de herkes görüş beyan etmeli. Marjinal gruplar bir gösteri içine karıştıysa, bu o gösterinin haklılığını ortadan kaldırmaz. Benim bu yönde bir kaygım yok. Benim asıl kaygım Türkiye’de çok ciddi bir yoksullaşma var. Ekonomik sorunlarını bir iktidar göremiyorsa, halk provokasyonlara açık hale gelebilir. Asıl çalkantılar o zaman çıkabilir.

Pandemi döneminde pek çok Avrupa ülkesi ciddi kaynaklar akıttı ve huzursuzlukların önüne geçti. Bugün “Türkiye’de açlık yok, kuru ekmek yiyorlarsa aç değildir” diye bir anlayış var. Dört yıl önce 11 bin dolar olan kişi başı gelir, bugün 8 bin dolara düştü. Ama bir kesimin gelirinde hiçbir kayıp yok, yandaş müteahhitler oldukça rahat. Bugün bize gelen en büyük talepler ekonomik anlamda mağdur olanlardan geliyor. Tarım Kredisi mağdurları, konut kredisi mağdurları, EYT mağdurları. Güvenlik gerekçesiyle insanların fikir beyan etmesini engellerseniz, asıl karışıklıklar o zaman çıkar. Bugün en büyük sorun genç işsizliktir. Bugün onlara işsizlikten dolayı gösteri yaptığında bir şey diyemezsiniz. İktidarın yoksul kesimlerle empati yapması lazım. Sosyal huzursuzluğun azaltılması lazım. Bu huzursuzluklara dikkat çeken her partiyi hain ilan ederseniz, asıl tehlike ordadır.

Soru: FETÖ borsası tartışmalarıyla ilgili ne düşünüyorsunuz?

15 Temmuz sonrasında, FETÖ’nün hangi yapıları olursa olsun, bunlara karşı mücadele edilmesi bir görevdir. 4.5 yıl sonra bu mücadele doğru ilkeler etrafında yapılmadı. FETÖ ile irtibatlı isimlerin yakınları devletin en üst seviyelerinde görev alırken, sıradan Anadolu'da burs bulamadığı için o yapının okullarına gitmek zorunda kalan birinin üçüncü derece akrabası bile cezalandırılıyorsa burada sıkıntı var demektir. Bazı ekonomik anlamda nüfuz sahibi insanlar FETÖ borsasıyla kendini aklama yoluna gidebiliyorsa, bu mücadelenin doğru bir mücadele olduğu yönünde şüpheleri ortaya çıkarır. Mülk emniyeti esastır. Malına el konulan herkesin malı hazineye devredilmeliydi. Maalesef öyle yapılmadı. Kayyum atandı, sonra başkalarına devredildi. Orada başlı başına bir sektör oluşturuldu.

“İÇİŞLERİ BAKANI’NIN ŞAHSİ GARANTİSİNİN HİÇBİR İTİBARI YOKTUR. DEVLET ŞAHSİ GARANTİ VERMEZ”

Kitle İmha Silahları’nın yayılmasını önlemek için Meclis’te kabul edilen düzenlemeyle ilgili de konuşan Davutoğlu, "Kitle imha silahlarıyla ilgili yasa doğru bir temele dayanıyor görünse de, esas itibariyle sivil toplumun alanını daraltacaktır” dedi.

“İçişleri bakanının şahsi garantisinin hiçbir itibarı yoktur. Devlet şahsi garanti vermez” diyen Davutoğlu sözlerine şöyle devam etti:

"Ben hukuki garantiye bakarım. Şahsi garanti geçerli olsaydı, Bilim Sanat Vakfı’na kayyum atanmaz, Şehir Üniversitesi kapatılmazdı. Hukuk garantisi zedelendiği anda kimsenin şahsi garantisine bakılmaz. Bütün sivil toplum kuruluşları müdahaleye açık hale getirilmiştir."

İlgili Haberler
Öne Çıkanlar
YORUMLAR (6)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
6 Yorum
Diğer Haberler
Son Dakika Haberleri
KARAR.COM’DAN