ÖMER FARUK
Her türlü ‘kutsala’ pervasızca saldırmaktan haz duyan, bu tutumu nedeniyle, “fahişelerin nefretini kazanıp, bakirelerin lanetine uğrayan,” kimi zaman haklı, kimi zaman haksız, bazan aşırı/abartılı ama daima kendini dinletmesini, ilgi çekmesini bilen eksantrik bir yazar Sevan Nişanyan. Ta ‘Küçük Oteller Kitabı’ başta olmak üzere, ‘Yanlış Cumhuriyet’le, sözlük çalışmalarıyla, pandemide başladığı YouTube yayınlarını topladığı, on cilt tutan ‘Pazar Sohbetleri’ serisiyle ciddi bir takipçi kitlesine sahip yine de. Cazibesini, meselelere başka bir açıdan bakma kabiliyeti kadar, görüşlerini ifade ediş biçimine, cesaretine ve polemikçiliğine de borçlu.
Ama ‘Basit Türkiye Tarihi’ daha önce yazdığı hiçbir kitaba benzemiyor. Kavgacı değil. Önsözde de dediği gibi “taze bir gözle, duygusal bir dilden uzak, zihninde netleşen birkaç gözlemi” paylaşmak istiyor. Türkiye’ye dair vardığı bazı sonuçları berraklaştırmak, ‘geniş bir tarih anlatısının içine’ oturtabilmek için yazılmış sanki.
Türkiye’nin tarihini “Küçük Asya’nın” tarihiyle, Küçük Asya’nın tarihini de “Antik Yunan-İran çatışmasıyla” başlatıyor. Ve ‘Hititlerden’ günümüze kadar, Anadolu’dan gelip geçen toplumların siyasi/askeri/ekonomik ‘örgütlenme biçimlerini’ belirleyen daha nice etkinin altını çizerek şu konulara dikkat çekiyor: Yönetim hakkının tek bir erkte toplanmadığı Yunan kent devletlerinin müzakereye ve çoğulculuğa imkân tanıyan siyasi/sosyal/kültürel yapısı... Fırat’ın batısı ile doğusu arasındaki iki bin yıllık sosyal yapı ve kültür farkları... Eski İran ve Arap devletlerinin, onların izini takip ederek gevşek bir kamu otoritesi kuran Selçukluların önlenemez yıkılışı... Bizans öncesi/sonrası, Osmanlı öncesi/sonrası yerel iktidar ağlarının Anadolu’ya yaptığı katkı... Önce Bizans’ın, sonra Bizans’ı düşürüp, ona bakarak, Bizans’ı bu kez ‘Müslüman ve Türk’ kimliğiyle ihya eden Osmanlı’nın yükselişi ve düşüşü...
Daha çok ‘ders kitabı’ tadında. Hafif yanlı, hafif subjektif. Ama ‘Yanlış Cumhuriyet’ten, sohbetlerinden, televizyon programlarından, röportajlarından aşina olduğumuz ‘katılıkta’ değil. Olan biteni yargılamak yerine ‘anlamaya’ çalışıp, tarihlere değil, tarihi belirleyen hadiselerin arkasında yatan ‘dinamiklere’ odaklanıyor.
Kitap, arka kapağında da denildiği gibi, ‘lise öğrencilerinin bile’ kolayca anlayabileceği sadelikte ve basitlikte. Küçük Asya [Hititler, Yunanlılar, İranlılar, Araplar, Türkler] üzerine bir çerçeve, bir rota çiziyor. Parmak hesabıyla, 2.000 yılını milattan sonra, 3.000 yılını milattan önce saysak, aslında pek de uzun olmayan, ‘5.000 yıllık’ insanlık tarihine de ışık tutuyor bir çırpıda.

Fakat dikkatli okunursa, kitabın ‘temel tezlerinden’ birisi de görülecektir: Benim de üzerinde durmaktan zevk aldığım, sıklıkla İdris Küçükömer’e referans vererek gündeme taşımak istediğim (Doğumunun Yüzüncü Yılında İdris Küçükömer, Karar, 29 Temmuz 2025), özellikle doğuda “iktidarın bölünmemiş oluşu” meselesi. Kitaptan okuyalım: “Belirtmek gerekir ki çölleşmenin nedeni İslam dininin kendisi değildi. Zira İslam dini 15. yüzyıl öncesinin siyasi çoğulculuk ortamında pekâlâ kültürel canlılığa izin vermişti. Asıl mesele çok geniş bir coğrafi sahayı tek merkezden yöneten devletin (vurgu bana ait, Ö.F.) İslam bünyesinde resmi öğretiden ayrılan fikir hareketlerini bastırma azmiydi. Özetle çölleşmenin sebebi din değil devlet idi (vurgu yine bana ait, Ö. F.). Osmanlı’nın özerk dini ve fikri oluşumlara tahammülsüzlüğünü 20. yüzyıl ve sonrasında Türkiye Cumhuriyeti de sürdürecekti.”
Sevan Nişanyan’ın da işaret ettiği gibi, Küçük Asya’nın Batısında, yani Yunanlılarda ve ötesinde iktidar ‘bölünürken’ Doğuda kimi zaman daha gevşek kimi zaman daha sıkı ama illa ki ‘tek merkezde toplanma’ eğilimi içinde olmuş. Fatih Sultan Mehmed’in ‘beylikleri’ tasfiye ederek ‘Bizans düzenini’ restore etmesi, evet Osmanlı’yı, siyasi yapısı parçalanmış ‘Feodal’ Batılılar karşısında daha güçlü bir konuma getirmişti ama, aması var, iktidarın ‘topak halde’ [bu ifade İdris Hoca’nın] tek bir merkezde toplanması, ‘artık değerin’ tek bir merkeze akması İstanbul’u semirtmiş, ülkedeki ‘çoğulculuğu’ öldürmüş, özgürlükleri bastırmış, düzenin kendisini ‘kendi imkânlarıyla’ yenileme şansını yok etmişti. Bu sırada Avrupa’da iktidarın bölünmüş/parçalanmış oluşu ‘kültürel canlılığın’ ve ‘modernleşmenin’ asıl sebebi sayılacaktı: yüzlerce küçük İstanbul, yüzlerce küçük Osmanlı...
‘Basit Türkiye Tarihi’ bu temel tema ‘akılda tutunarak’ okunursa, bugün yaşadığımız ‘demokratikleşme’ problemlerinin, ‘despotizmin’ kökleri de rahatlıkla saptanacaktır sanıyorum.
