ÖMER FARUK
Türkiye’de ‘devlet-insan/devlet-toplum ilişkilerinin’ giderek ‘gerildiği’ şu günlerde, Günyol’un sahaf raflarından kazandırılan kitabını tekrar okumalı (...) Onlarca kitabı var halbuki. Yazdıkları ‘sahaf raflarına’ terk edilmiş vaziyette. Neden?” Böyle yazmıştım birkaç hafta önce bu köşede.
Tesadüf bu ya; Vedat Günyol Deneme Ödülü Yürütme Kurulu’nda da bulunan Nesim Ovadya İzrail haber verip, kitapları da postalayınca öğrendim ki yazarın dört eseri daha yeni basılmış bu ay. Dumanı üstünde.
E-postada şöyle diyor Nesim Bey: “2025 Vedat Günyol Yılı kapsamında, Vedat Günyol’un bazı kitaplarının yeniden basılarak yayımlanması, böylece okuyucu ve dostlardan gelen, ‘Vedat Günyol’un basılı kitabı yok, okumak, tanımak, faydalanmak isteyen okuyucu kitaba ulaşamıyor’ haklı uyarılarına yanıt verebilmek üzere başlayan görüşmeler sonunda, Vedat Günyol öğrencileri ve Dönence Yayınları birlikte yola çıktılar. Dönence Yayınları sahibi Kemal Özdemir de Vedat Günyol öğrencisidir. Bir grup Vedat Günyol öğrencisinin de mali desteği ile dört adet Vedat Günyol kitabının basılmasına karar vermiştik. Yaz başında başlayan çalışmalarımız, şimdi sonuç verdi.”
Sınırlı sayıda -100’er adet- basılan dört kitap [Kendimce Denemeler, Bilinç Yolunda, Gün Ola Harman Ola ve Uzak Yakın Bölük Pörçük Anılar] kitap satış sitelerinde satışa sunulmuş. “Hiçbir mülküm yok / Zamandan başka” diyor Vedat Günyol; Şair Süreyya Berfe’nin dizelerini ödünç alarak. Kişisel yaşamındaki tutumunu yazıya da taşımış gibidir: sade ve mülksüz bir yaşam, sade ve tasarruflu bir Türkçe. Bir bardak su içmenin rahatlığıyla okudum ‘Uzak Yakın Bölük Pörçük Anılar’ı, ‘Gün Ola Harman Ola’yı ve ‘Bilinç Yolunda’yı... ‘Kendimce Denemeler ise ayracı içinde, üstünde masamın.

O yazıda, aşırılıkları törpülenir, köpüğü alınırsa, Mavi Anadolucuların yazdıkları, Neo-Osmanlıcılığın alabildiğince yükseldiği şu günlerde, tıkanan Türk seküler düşüncesine bir nefes verebilir sanıyorum demiştim ya; Biraz üzerinde durmalı bu önermenin. Ne demek istiyorum?
Bugün Türkiye’de yeni nesiller sekülerlik/deizm/ateizm eğilimindeyse, bu, bir zamanlar Batı’da olduğu gibi kitabına kuralına uygun seyretmiyor. Yani hümanizmadan yola çıkıp, bilim devriminden hız almıyor; bireyciliğe dayanıp akılcılığa varmıyor. Daha çok duygusal bir tepkinin sonucunda inanmamayı tercih ediyor gençlerimiz: “Müslümanlık buysa ben Müslüman değilim” ya da “Onlar Müslümansa ben Müslüman değilim...”
Hâlbuki Batı’da Dante ile başlayan kutsalın sıradanlaştırılması macerası [Rönesans] kutsalın kişiselleştirilmesine [Reform] oradan kutsalın sarsılıp [Bilim Devrimi] bütünüyle reddine [Aydınlanma] ulaşıyor. Mayalanış birkaç yüzyılda aşama aşama...
Bizdeyse durum tam tersi: sekülerlik, Niyazi Berkes Hoca’nın ‘Türkiye’de Çağdaşlaşma’da gösterdiği gibi, Batılılaşmanın/Batı’ya bakıp hizaya gelmenin bir sonucu çünkü. Hümanizmadan, Reformdan, Bilim Devriminden, Aydınlanmadan kaynaklanmıyor yani. Hemen her şeyde olduğu gibi, tepeden inme, telaşlı, sığ, eğreti, köksüz ve temelsiz. Dante yok, Luther yok, Kopernik yok, Voltaire yok. Bunca yokluğun ortasında sekülerliğe sıvanılınca, İslam’dan boşalan kutsalın yerine başka kutsallar ikame ediliyor ister istemez.
İşte başta Hasan Ali Yücel olmak üzere Vedat Günyol ve Türk hümanistleri [Mavi Anadolucular] Türk seküler düşüncesindeki bu eksikliğin farkındaydılar ve yoğun çeviri faaliyetleriyle onu Aydınlanmaya bağlamak/bu boşluğu Batı klasikleriyle kapatmak istiyorlardı. Önermemi daha açık bir ifadeyle yineleyecek olursam: Bugün Türkiye’de hakiki anlamda seküler olmanın yolu, çocuksu bir öfkeyle Müslümanlara kızıp dinden çıkmaktan değil, Hümanizmanın ve Aydınlanmanın klasiklerini okuyup temellük etmekten geçiyor.
